OKUMAMAKTAN YAKINIRIZ
Kenan Eroğlu
Monşer: Bugün iznin olursa ben size bazı eleştiriler getireceğim. Her konuşmamızda beni ve benim gibileri eleştiriyor, yerden yere vuruyorsunuz. Beni eleştirirken biraz da kendinize baksanız daha iyi olur sanırım. Her konuda beni “akıl veriyorsun” diye tenkid ediyorsun.
Odgurmuş: Konu nedir Sayın Monşer söyler misiniz? Elbette bizim de eksiklerimiz vardır.
Monşer: Siz de doğru dürüst bir şey okumuyorsunuz. Ayrıca hem okumuyorsunuz hem de “toplum okumuyor” diye bizim gibi sizde yakınıyorsunuz. Hatta okumamak için bahaneler ürettiğiniz bile oluyor.
Odgurmuş: Toplum olarak fazla okumadığımız doğrudur. Bunu elbette kimse inkâr edemez. Bu okumama konusu sizin benim eğil tüm toplum olarak hepimizin sosyal bir problemimizdir. O zaman geneli suçlamak yerine konunun işlevini ve kendini sorgulamak gerekir. Yoksa insanları aşağılayıp eleştirmek, havanda su dövmek manasına gelir. Onu bunu eleştirmek yerine Önce dönüp kendimize bakmamız lazım; yaptığımız işin çapı ne? Sosyal gücü ne? Tesir şiddeti ne? Konuşmak ve suçlamak en kolay olanı.
Soru şu: İnsanlar neden okumuyor ve bir dergiye abone olmuyor? Madem böylesine önemli bir meselemiz var; Yanı sıra çevremizde de o kadar çok sosyal bilimcilerimiz var. Buyurun bunun nedenlerini bir bilimsel araştırma konusu yapın desek kimler bu konu üzerine düşer acaba. Aslına bakarsanız konu hakkında çok yönlü nedenleri aramaya ve çözüm üretmeye çalışılmalıdır. Bunun için de bilimsel yöntemleri kullanmak gerekir. Eğer bir çıkış yolu bulunamazsa o zaman bunun yerine neyi, nasıl koyabiliriz diye düşünmeliyiz.
Monşer: Piyasada yayın yapan çok önemli dergiler görüyorum. Bu dergiler duyduğuma göre zar zor ayakta duruyormuş. Baskı sayısı 1000’i geçen dergi sayınız pek azmış. Ayrıca yayın yapan bazı dergiler devletten teşvik koparmanın yollarını arıyor ve ona göre yayın yapıyorlarmış. Devletten teşvik kopardıktan sonra da derginin okunup okunmadığına, baskı sayısına pek bakmıyorlarmış. Büyük iddialarla basılan kitaplar ise 1000 adetten fazla basmıyormuş. Yayınevleri yayına hazırlanan kitabın kalitesinden çok “ne kadar satar” konusuna bakıyorlarmış.
Odgurmuş: Evet söylediklerinizde haklılık payı yok değil. Mesela; Türk Ocakları Genel merkezi tarafından çıkartılan “Türk Yurdu” adında bir dergimiz var. Ben yakinen biliyorum, sınırlı imkânlarla hayatını devam ettirme mücadelesi veriyor. Derginin Başında bulunanlar canla başla çalışıyor fakat abone sayısı hiç kimseyi tatmin etmiyor.
Monşer: Canım o derginin de yazı puntoları çok küçük, ayrıca derginin seviyesi de çok yüksek, herkes anlayamıyor.
Odgurmuş: Türk Yurdu Dergisi hepimizin dergisidir. Biliyorum ki Dergi yöneticileri bir emaneti çok zor şartlarda taşımaya ve yaşatmaya çalışıyorlar. Size katılmamak mümkün değil. Beğenilecek ve takip edilecek bir dergi sunmak gerekir. Fakat derginin de sınırlılıkları çok fazla olduğu için fazla müdahale-hamle şansı olmuyor. Mazeret beyan etmek doğru değil. Eleştirilere kulak vererek imkânlar ölçüsünde çare üretilmesi lazım. Dergiyi sahiplenen okuyucu ve yazarlarımız artarsa mesele kolayca çözülür.
Monşer: Siz genel olarak doğru dürüst okumuyorsunuz ki, yanı sıra bir yayın takip edesiniz. Siz neden okumuyorsunuz onun cevabını vermelisiniz bana.
Odgurmuş: Size katılmakla beraber, ben sorduğunuz “neden okumuyorsunuz/okumuyoruz/okunmuyoruz” sorusunu tersten çevirerek izninizle tekrar sorayım. “İnsanlar herhangi bir kitabı veya bir dergiyi neden okusun? Neden abone olsun.”, “yeni ne söylüyorsunuz?”, “insanların ihtiyacı olan şey nedir? “Aslında bence bu soruların cevapları verilmelidir. Birisi bir kitap yazıyor ve okuyucuya bunu al diyor, ya da bunu beğenmelisin, almalısın diyor. Bir dergi çıkarılıyor, bu dergiye abone olalım, abone bulalım, yaşatalım, tanıtalım gibi direktifler veriliyor. Eğer sizin yazdığınız kitapta, yayınladığınız dergide ben kendimi bulabilirsem ben o kitabı alır okurum, o yayını yakından takip ederim. Geçmişe dönerek bir bakalım; biz ilk “Ocağa” gittiğimizde orada bize, bu günkü gibi hiçbir teknik ve ihtisas gerektiren çetrefilli konulardan bahsetmediler. Bize bahsedilen birkaç konu vardı o da “Türk tarihi, Milliyetçilik ve komünizm düşmanlığı” idi. Bu konular bize hamasi nutuklarla verilirdi. Biz inanarak o fikirlere bağlandık. Bize orada bu şekilde milli şuur verildi. Bu milli şuur ve bağlılık hem okumamıza sebep oldu hem de yayın takip etmemize sebep oldu. O günlerde arayarak bulduğumuz ve aldığımız dergilerde de bu konular işlenirdi. Bu şekilde bizde milli şuur gelişir ve güçlenirdi. İnsanlar Milli şuur almalı ki milli konulara ilgi duysun. Demek ki o günlerde derneklerimizde, ocaklarımızda Milli şuur veriliyormuş. Şimdi de derneklerimizde, ocaklarımızda ve vakıflarımız da Milli şuur kazandıracak konulara ağırlık verilmiyor/verilmelidir. Siz insanınıza milli şuur verdikten sonra o hem arar hem bulur ve hem de okur, takip eder. Faaliyetlere de o oranda katılır. Şimdi diyeceksiniz ki “derneklere, ocaklara ve vakıflara gelen insanlar milli şuur sahibi değiller mi?” Bu çok önemli sorunun cevabı ne yazık ki “yeterli değil” şeklindedir. İnsanımızda 12 Eylül öncesinden alınan Milli şuur kırıntılarından başka elde ne var. Küçük birkaç misal: Milli şuur sahibi bir insan eğer Dündar Taşer’i okumuşsa Osmanlı aleyhinde konuşur mu? “Osmanlı da yüzlerce binlerce Türkmen katletti” der mi. Milli şuur sahibi bir insan; bir tane Eşari alim adı vermeden “Yavuz Mısırı fethedince 2000 tane Eşari din-ilim adamı getirdi ve Hanefi gelenek bozuldu” der mi? Milli şuur sahibi bir insan eski tüfek Mao’cu Marksist’leri takdir eder mi? Milli şuur sahibi bir insan Y. Özdil makalesini paylaşır mı? Milli şuur sahibi bir insan ABD ile Türkiye karşı karşıya gelince ülkesi aleyhinde konuşur mu? Milli şuur sahibi bir insan, adına hareket ettiğini ve onun için mücadele verdiğini belirttiği halkı hakkında, “geri, sürü, koyun, uyuyor, iki paket makarnaya satılmış” der mi? Demek ki Milliyetçi olarak bilinen insanımızda ne yazık ki Milli şuur zayıf. Bunu harlandırıp kuvvetlendirici şeyler bulmak ve yapmak zorundayız. O zaman insanlar konferansa da gelir, toplantıya da gelir, dergi de (Milli şuur konularına ağırlık veren) alır.
Bir diğer konu; Derneklerde, Ocaklarda ve vakıflarda, konuşma yapan, sohbet eden konuşmacılarımız genellikle hiçbir kitap dergi adı zikretmezler. Sohbetine katılan konuşmacılar, çeşitli kitap adlarından söz etmeli, dergi adından, dergideki bir yazardan, bir yazarın makalesinden sık sık söz etmeli. “Şu kitapta bu konuda çok geniş değerlendirmeler var, bu yazar şu makalesinde konuyu enine boyuna ele almış vs.” gibi bahsetmeli ki katılımcıların dikkatleri çekilsin.
Kitap okumanın faziletlerinden, gerekliliğinden, öneminden sık sık bahsedilmeli. Okumak insanları bilgi sahibi yapar. Sadece bu da değil okuyan kişi okuduğunu anlar anladığını anlatır kelime haznesi de genişler. “okumayanlar” okumadıkları için meseleleri anlayamaz ve anlatamaz. Bunun sonucu ise okuyanın kendisiyle barışık olması okuyamayanın ise hırçın ve kavgacı oluşudur. Ayrıca kitaplardan okunarak edinilen bilgi kalıcıdır ve unutulmaz ve ancak kalıcı bilgiyle fikir adamı olunabilir. Fikir ve düşünce adamlarının fazla yetişmemesinin sebebi bilgilerinin kitaplara değil arama motorlarına dayanmasıdır,
Başa dönecek olursak; Her şeyin başı ve önü Milli şuurdur. Onu tam manasıyla almadan hiçbir şey elde edilemez. Milli şuur olmadan sadece bilgili insan olunur, her konuyu anlarsınız fakat yapılan şeyler ve ortaya konulan eserler milli olmaz. Milli şuur meselesi binanın temeli gibidir. Nasıl bir temel atarsanız bina onun üzerine yükselir. O yüzden önce milli şuur sonra istediğin her türlü bilgi onun üzerine bina edilebilir. Bizim milli şuuru kuvvetlendirici şeylere öncelik vermemiz lazım. Milli şuurun güçlendirebilmesi de Rahmetli Nevzat Kösoğlu’nun da belirttiği gibi biraz Hamaset ve Milli tarih bilgisinden geçer. Diğer teknik konuları insan bunun üstüne bina eder.
Monşer: Konuyu dağıttın. Ben sizi neden okumuyorsunuz diye eleştirirken sen sözü döndürdün dolaştırdın okumamanın sebebini başka yerlere ve milli şuur eksikliğine bağladın. Helal olsun sana. Ama ne kadar haklısın bilemiyorum.
Odgurmuş: Ben böyle düşünüyorum.
…
(1)- “Monşer”: “Batı özentisi içinde olan”, “cehaletinden rahatsız olmayan”, biraz sağcı, biraz solcu, biraz 1970’li yıllarda kalmış ülkücü, biraz liberal, biraz Kemalist, biraz laik ve her halükârda halkını geri-sürü gören hayali bir şahsiyet
(2)- “Odgurmuş”: Kadim kitabımız Kutadgu Bilig’de “Kanaat-Akıbet” manasına gelen şahsiyet.