
Halim Kaya
Erhan Afyoncu ve Tufan Gündüz’ün yazmış oldukları “Kızılelma” kitaplarından sonra Gazi Karabulut’un yazdığı “Kızılelma” kitabını görünce ne diyor diyerek merakla aldım.
Gazi Karabulut’un roman türünde yazdığı “Kızılelma” kitabı Birinci baskısını 2023 Aralık ayında yapmış, bugüne kadar görmemiş olmamız bizim kusurumuz. Kitap Pars Yayınevi tarafından 128 sayfa olarak basılmıştır. Erhan Afyoncu ve Tufan Gündüz’ün yazmış oldukları tarih ve fikir kitabı mahiyetindeki kitaplarından farklı bir türde kaleme alması kitabı cazip hale getirmektedir.
Gazi Karabulut kitabı kurgularken kitabın konusunu “Kızılelma” koyarak zaten Kızılelma’nın ne olduğunu anlatacağını göstermişken roman kahramanlarına “Kızılelma Yolculuğu” (s.8) yaptıracağını ve dolayısıyla biz okuyucularını da bir Kızılelma koşturacağa benziyor. Daha baştan lisenin adının “Ergenekon Lisesi” (s.5) vermekle, roman kahramanlarına topluca “Oğuzun Çocukları” (s.6) lakabı takmakla, ayrıca “Oğuz Kağan Destanı”ndan (s.7) bahsetmek “Oğuzun Çocukları”na birey olarak tarihten ve efsanelerdeki Türk ata isimlerini her birerine “Gün Han, Ay Han, Yıldız han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han” (s.7) isimlerini kullandırarak tarihi ve efsaneyi romana taşımış, roman vasıtasıyla da günümüze taşımanın yanında okuyucuyu yaşanılan bu kurgu ama canlı hayatın içine dâhil etmiştir. Roman adının “Kızılelma” olması ve dolayısıyla Kızılelma’yı anlatmasıyla birlikte kahramanlarının isimlendirmesiyle konunun kendisi Kızılelma olmuştur.
Roman kahramanlarından “Gün Han, Ay Han, Yıldız han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han” takma adlarını alan gençlerin tarih araştırması olarak üzerlerine aldıkları vazife ile “Gün Han Oğuz Kağan’ı, Ay Han Bilge Kağan’ı, Yıldız Han Satuk Buğra han’ı, Gök Han Alparslan’ı, Dağ Han Fatih’i, Deniz han ise Mustafa Kemal Atatürk’ü araştıracaktı.” (s.8) ki bu tarih içinde bir gezinti sanki tarih yolculuğu olmuştur. Tarihi simler alan kahramanlar kendi zamanlarının günlük hayatlarını yaşamıyorlar da tarih içinde tarih yaşıyor, bizlere sanki tarihi tarih ile öğretiyorlar.
Gün Han yaptığı araştırma sonucu “Oğuz Kağan” hakkında hazırladığı tarihi incelemesini anlatıyor. Altay Dağları, Kara Kağan, Ay Kağan Hatun, kıl çadır, güneş, ırmaklar, dağlar ağaçlar derken bizi tabiatın ortasına taşıyor. Ay Kağan Hatun doğum yapıyor. Çocuk doğmadan kuşların müjde vermek için Kara Kağanın çadırının üstünde uçarak ötüşmeleri (s.9), çocuğun “Gök gibi yüzü, kızıl ateş gibi dili, al al gözleri, kapkara kaşları, simsiyah saçları” (s.10) olması anasını üç gün emmemesi (s.10), beylerin ve ahalinin Kara Kağan’ın çadırında “bir ışık parladığını” ve çadırın üzerine “Gökten bir mavi ışık indi”ğini ve bunun gece boyunca devam ettiğini ancak “belki yedi belki de dokuz aydır, Bey çadırının üstünde gördüğümüz gök rengindeki, gökten inen, gök ışık sanki bir nur gibi dün gece (doğumun gerçekleştiği an) çadırdan içeri gir[mesi]”(s.12) bu halinin uzun zamandan beri sürmesi, anası Ay Kağan Hatunu Tek Tanrıya iman etmeye çağırması, üçüncü gün Ay Kağan Hatun’un oğlunu rüyada tembihlediği Tek Tanrıya iman etmesi üzerine ansını emmesi (s.13), gibi hallerin çocuğun Tanrı tarafından seçildiğini, peygamber olduğuna işaret ettikten sonra yaşanılan doğan çocuğun bir yaşına gelince kendisine Oğuz Kağan adını seçtiğini söylemesi, Gazi Karabulut’un Kur’an’da adı geçen ancak peygamber mi yoksa ulu bir kişimi olduğu tartışmalı olan “Zülkarneyn” olduğunu söylemesi ile Oğuz Kağanın peygamber mi yoksa Kur’an’da geçen Zülkarneyn mi olduğunu tartışmalı kılmıştır.
Gazi Karabulut’un roman kahramanı Ay Han’ın ağzından “Oğuz kağan Uçmağa varalı tam 890 yıl geçti. … emanet bıraktığı Kızılelma; elden ele dolaşmış, 32 yaşında Göktürk Devleti’nin başına geçen Bilge Kağan’a ulaşmıştı.” (s.23) diyerek tarihte bilindiği günden beri milletimize Türk milleti dendiğini ve tarih boyunca devlet ve hanedan adları farklı da olsa bu milletin kurduğu devletlerin tamamını Türklerin kurduğunu ve dünyada tek bir Türk milleti ve Türk devleti olduğunu söylettiriyor. Oğuz Kağan efsanede ilahi vazifeli biri olmasından hareketle Dedesi Kabi, Babası Kara Kağan, Anası Ay Kağan Hatun olmasına rağmen doğum tarihinin ezeli bir tarih olarak meçhul kalmasıyla aslında Türklerin İnsanlığın ilk atası Hz. Adem (a.s.)’dan beri vardır denmek istenmekte ve sanki Türk soyumun bilinen atamız Hz.Nuh (a.s.)’ın oğlu Yafes’in Oğlu Türk’ten de daha öncelere dayandığı anlatılmaya çalışılmaktadır. Oğuz Kağanın ölümünün üstünden 890 yıl geçmiş olması da Bilge Kağan ile arsındaki yıl olsa gerek.
Oğuz Kağan tanrı tarafından görevlendirilmişti de bu son görevlendirilen mi olarak kalacaktı. Türklerde Kut almayan Kağan olamazdı, Türkler sıradan insanlara Kağan diyemezdi. Bilge Kağan sağ yanında veziri Tonyukuk sol yanında 31 yaşında ordularının komutanı yaptığı kardeşi Kül Tigin, arkasında Temur olduğu halde Temur’a sorar “Biz, kimiz Temur?” Temur sesini halka duyuracak şekilde “Sen, Gök Tanrı’nın izni, Türk Milletinin töresi gereğince emanet alınan Kızılelma’nın başbuğusun” (s.25) Temur halka millete Bilge Kağan’ın Kut aldığını ilan ediyor.
Altı arkadaştan birsi simimi aldığı altı kardeşin üçüncüsü olarak Yıldız Han anlatmaya başladı. Hz. Muhammed’e miraçta resuller ve nebiler arsındaki tanımadığı kişiyi sorunca yol arkadaşı Cebrail haber verdi. “Ey temizlik timsali, seçilmiş Muhammed! O, peygamber değildir. Bu sisin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan ruhtur. Türkistan’da sizin dininizi yayacak olan bu ruh, Abdulkerim Satuk Buğra Han adını alacaktır.” (s.34) Bilge Kağan’ın uçmağa varışından 161 yıl sonra orduları toplayıp Kızılelma’ya sefer eyleyen Bazır Han’ın bir oğlu olmuş, diğer çocuklarından farklı bir çocuk olan bu çocuğunun adını Satuk Buğra koymuş. Satuk Buğra çocukluğunu bilmeden babası Bazır Han ölmüş. Satuk Buğra babasının yerine han olan Oğulçak Han’ın yanına yerleşmiş. 12 yaşına gelince gittiği bir av da gördüğü tavşanın peşine düşmüş, ancak birkaç saatlik kovalamacadan sonra tavşan insana dönüşmüş. İnsan dönüşen bu tavşan Hızır’dan başkası değildi. Hızır, “Yaklaş, Satuk Buğra Han” (s.38) diye seslenir. Hâlbuki Satuk Buğra henüz daha 12 yaşındadır. Aslında Hızır, Onun gelecekte Han olacağını müjdelemektedir. Üç asır önce Hz. Muhammed’in ruhunu miraç’ta gördüğünü ve Cebrail’in İslam’ı Türkistan’da yayacağını söylediği ruh olduğunu söyleyerek “İşte, o ruh senin ruhun. Müslüman ol. Ve Atalarından gelen emaneti, Kevser ile yıkanmış gibi pak olarak taşımak için devral. Ama 25 yaşına kadar emaneti gizli tut. 25 yaşından sonra cihana yay.” (s.40) Satuk Buğra Hızır aleyhisselamın buyurduğu gibi Müslüman oldu, 25 yaşına kadar gizlice yaşadı ve İslam’ı öğrendi. Müslüman olduğu için Abdulkerim ismin de isminin başına eklemiş oldu. 25 yaşına gelince Müslümanlığını amcası Oğulçak Han’a ve milletine açıkladı. Müslümanlığa davet etti. Kabul etmeyince onlarla savaştı ve İslam’ı yaydı. Bundan sonra Abdulkerim Satuk Buğra Han olarak namı âlemde duyuldu.
Arkadaşlardan dördüncüsü ve isimlerini aldıkları kardeşlerden Gök Han adını taşıyan başladı Alparslan’ın çocukluğundan itibaren anlatmaya. Alparslan ve arkadaşlarının oyunlarının da savaş oyunu olduğu ve çocukluğunda bile savaş yöneten birsi olduğunu, Türk taktiği, Hilal Taktiği, Turan taktiği denile savaş taktiğinin de Alparslan’ın daha çocukluk yıllarında keşfettiği bir taktik olduğunu anlatıyor. Manevi önderlerden Arslan Baba’nın, Ahmet Yesevi kanalıyla Türklerin yeni Kızılelma’sının batı ve Bizans olduğunu, Bizans’ı yanıltmak için Kafkaslara doğru hücum eden Alparslan’ın aniden dönerek Türk tarihinde pek bahsedilmeyen Hani şehrini alındığını, daha sonrab1071 Malazgirt savaşının canlı bir filmi şeridi gibi gözümüz önüne sererek, Anadolu’nun kilidinin açıldığını ancak Türk tarihindeki korkusuz ve cesur büyük sultanların tedbirsizliği ile teslim olan Hana kalesinin Bâtıni komutanı Yusuf tarafından haince hançerlenerek öldürüldüğünü okuyoruz.
Kitapta nasıl Ali Temur nasıl tarih içinde Türk kağan ve sultanlarının hemen yanındaki ruh ve aklıselim olarak nasıl örf ve ananeyi aktarmışsa, Gazi Karabulut da “Kızılelma Kutsal Emanet” kitabıyla Oğuz Kağan, Bilge Kağan, Abdukerim Satuk Buğra Han, Alparslan, Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk arsında Türk tarihini birbirine bağlamış tarihi bugüne geçlerimize taşımıştır. Pansiyonda kalan altı gencin tarih merakı ve araştırmacı kişilikleri üzerinden günümüz gençliğine yol gösterici olmuş ve hem bilgilerini artırmanın imece usulünü göstermiş hem de gençliğe ideal aşılamaya çalışmıştır.
Pansiyondaki çocukların beşincisi destandaki kardeşlerden ismini almış olduğu adıyla Dağ Han’a nasip olmuştu dağlardan gemileri yürüten Fatih Sultan Mehmet’i anlatmak. Dağ Han’ın anlattığına göre Molla Gürani’nin “Arapçası, Farsçası tamdır. Sırpçayı, Yunancayı, İbraniceyi söktü. İtalyancası fena değil. Eski Türk alfabesini de bilir.” (s.84) dediği şekilde gerekli ve yeterli ilmi alan Şehzade Mehmet’in artık Mola Gürani’ye göre “Şehzade artık Akşeyh’in elinde devam et”meliydi (s.84) eğitimine… 1430 yılında doğan Şehzade Mehmet iki yıl Edirne Sarayında kaldıktan sonra altı yaşında Amasya Sancak beyi olmuş, Şehzadeliğini de Manisa’da yapmıştır. Ak Şemsettin ondaki fevkaladeliği ilk karşılaştıklarında anlamış, Ali Temur’a “İyi belleyesin ki karşımızda bir cihan padişahı vardır. Görülen o ki emaneti bu şehzade alacaktır.” (s.87) demiştir.
- Murat Han “Hacı bayram Veli’nin emanetin asıl sahibin Şehzade Mehmet olduğunu, genç köse bilge Ak Şemseddin’in de emanetin manevi muhafızı olacağını beyan etmesinin tesiri ile on ikisini dolduran Manisa Sancak Beyi Şehzade Mehmet’i Edirne’ye çağırtarak devletin yükünü ona devretmişti.” (s.88)
12 Yaşında bir çocuğun Osmanlı Devletinin başına geçtiğini Karamanoğlu İbrahim Bey’in mektubuyla haber alan Macar Kralı Ladislas, başkomutan HunyadiYanoş, Kardinal Jülyen Sezerin öncülüğünde Papa 4. Eugenius’un temsilcisi Kardinal Çezarini’nin açtığı Papalık sancağı altında Macar, Ulah, Sırp, Alman, Arnavut pek çok Hristiyan milleten oluşan Haçlı ordusunun başına HunyadiYanoş’u geçirdiler. Haçlı ordusunun Varna kalesine kadar geldiğini öğrenen Sultan II. Mehmet Lalası ve Sadrazamların destek ve teşvikiyle babası II. Murat’ı “Saltanat kendilerine ait ise def’i a’daya mübaşeretleri farz-ı ayındır. Yok eğer bu canibe ait ise ulülemre itaat lüzumu zamir-i müzmirlerinin malumudur.” (s.91) diyerek ordunun başına ya da tahta geçmesini söyler. II. Murat tahta yeniden geçerek Haçlı ordusun dağıtır.
Haçlı ordusunu dağıtınca tehlike geçti diye tekrar tahtı oğlu Şehzade Mehmet’e devrederek Manisa’ya çekilmiş olan II. Murat Edirne’deki yangın ve Yeniçerilerin isyanı üzerine üçüncü kez tahta çıkar (s.91). Ancak II. Murat tahta beş yıl kalır ve vefat eder. Bunun üzerine II. Mehmet üçüncü defa Sultan II. Mehmet olarak 19 yaşında tahta çıkar (s.91). Sadrazam Çandarlı Halil Paşa pek yaklaşmasa da Sultan II. Mehmet’in Kızılelma’sı Kostantinapol’ü fethetmekti. Genç Sultan “Ya ben Bizans’ı alırım ya da Bizans beni” (s.92) diye düşünüyordu. Şahi topu döktürmüş, Güçlü bir ordu toplamış, Halice gemileri kardan yürüterek indirmiş olan II. Mehmet savaşı kazanmanın bütün maddi tedbirlerini almıştı. O gece Allah’ın huzuruna durup saatlerce yakarmış, Akşemsettin alnı secdede toprak ıslanıncaya kadar savaş kazanılana kadar kalmış maddi tedbirler manevi olarak da desteklenmiş ve sabaha sefer nasip olmuştur. Sultan II. Mehmet paşalara, beylere, komutanlara “Zafer için üç şart-ı esasi mevcuttur: Hulus-i niyet, fena hareketlerden hayâ, emirlere itaat.” (s.104) diye hitap ederken sanki siz bana uyun gerisini düşünmeyin, gerisi zafer der gibi. Ulubatlı Hasan surlara sancağı dikmiş ancak dinde şehit olmuştu. İstanbul’u fethederek Fatih unvanını alan Fatih Sultan II. Mehmet “otuz yılı aşan padişahlı boyunca, çağ açıp, çağ kapatmış, iki imparatorluk, on dört devlet ve iki yüzden fazla şehir fethetmişti.” (s.111)
Oğuz Kağan’ın altıncı çoğunun ismi alan pansiyondaki gençlerin de altıncısı olan Deniz Han Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatmak için aldı sözü. Tıpkı adı gibi denizle bağladı işi Mustafa Kemal’e, daha on yedisinde Selanik’ten deniz yoluyla bindiği gemi ile başkent İstanbul’a 13 Mart 1899’da gelmiş, askeri okulda eğitim görmüş ve 10 Şubat 1902’de genç bir teğmen olarak ayrılmıştı (s.115). Deniz Han Atatürk’ü anlatmak yerine daha çok onun vatan ve millet hakkındaki görüşlerini kendi ağzında ve Nutuk’tan aktarmış, onun iştirak ettiği Çanakkale ve Kurtuluşa savaşından bahisler açmıştır. Yine Deniz han ismine müsavi deniz yoluyla Samsun’a çıkarıp kurtuluş savaşını kazandırmış ve “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.” (s.122) Sözünün manasını n cephede dayanılamayan durumlarda geri çekilerek hemen yeni bir savunma hattı oluşturulması için söylendiğini ifade etmiştir. Kazanılan zaferi “emanet” olarak Türk gençliğine emanet etmiş ve “Kutsal Emanet” olarak Türklerin en dinamik kanı kaynayan kesimine bırakmıştır. Hayal edilen ortamdaki tarihi büyükler çekilince kalan pansiyon gençleri üzerinden “Kızılelma Turan” (s.128) bütün Türk gençlerine hedef olarak işaret edilmiştir. Şimdi Türk Devletleri Teşkilatı kurulmuşken, alfabe birliği yolunda tavsiye kararları alınmışken ulaşmamız gerek tek hedefimiz Kızılelma’mız TURAN’dır.
Türk tarihi ve mitolojisi okumaya başlayanlara ya da ilkokul ve ortaokul seviyesindeki gençlere ilk başlama kitabı olarak önerilebilecek bir kitap olmuş Gazi Karabulut’un “Kızılelma”sı diyebiliriz.

