
Halim Kaya
Mahir İz Hocanın daha önce hayatını anlatan “Yılların İzi” ve hacminin küçüklüğüne rağmen tasavvufu ‘etrafını cami ağyarını mâni’ bir şekilde ele aldığı, hurafeden ve bidatten temizlediği “Tasavvuf” adlı eserlerini okumuş ve ondaki samimiyet ve doğruluğu müşahede etmiş birsi olarak İslam ilmihal bilgilerinden bahsettiğini tahmin ettiğim “Din ve Cemiyet” adlı kitabını da okumak üzerimize farz-ı ayn oldu.
Mahir İz Hocanın “Din ve Cemiyet” adlı bu kitabı yazıldığı yıllarda yayınlanmış ancak halihazırda baskısı bulunmayan bir kitap olarak M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yayına hazırlanarak Ağustos 2025 tarihinde İstanbul’da Ketebe Yayınları tarafından 249 sayfa olarak yayınlanmıştır. Kitabın hemen başında Mahir İz ve M. Ertuğrul Düzdağ’ın hayatı hakkında bilgi veren kısa birer tanıtım yazısı vardır. Daha sonra M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yazılmış “Birkaç Söz” başlıklı tanıtıcı yazı bulunmakta, akabinde Mahir İz tarafından daha önceki baskılarda yazılmış “Önsöz” bulunmaktadır. Kitap “Birinci Kısım: İman”, “İkinci Kısım: İslam”, “Üçüncü Kısım: İbadet”, “Dördüncü Kısım Ahlak”, “Beşinci Kısım: Aile” birçok farklı alt başlıkları bulunan bölüm başlıklarından oluşan beş kısma ayırılmıştır. En sonun da “Eserin hazırlanmasında İstifade Edilen Kaynaklar” başlığı altında M. Ertuğrul Düzdağ’ın yayına hazırlarken yararlandığı eserler listesi eklenmiştir.
Hemen belirtelim ki “Din ve Cemiyet” adlı bu kitabı yayına hazırlayan öğrencisi M. Ertuğrul Düzdağ onun üslubu ve kitabının sıhhati hakkındaki “Muallim Mahir İz Bey’in eserlerinde doğrular, akılları ikna, gönülleri tatmin ederek söylenir. Kimse ürkütülmez, korkutulmaz; ama doğrular gevşetilip bozulmaz da … Eskiye hürmet edilir, fakat yanlışlara da, eskidir, gelenek olmuştur diye göz yumulmaz. Hakkın hatırı, her şeyden üstün tutulur.” (s.12) ifadeleriyle hakkını teslim etmektedir.
Mahir iz, İslam’ın gelenekselleşmesine, insiyaki bir yaşayışa dönüşmesine karşı çıkmaktadır. O her şeyin bilinçli ve o an ki ihtiyaç durumuna göre yapılmasına taraftardır. Nitekim bu durumu “Bu kitaptaki yazılara, bilgi ve faziletine inandığımız Yüksek İslam Enstitüsü mezunlarından kıymetli bir gencin, bir Mi’rac gecesi yapmış olduğu bir vaazda, tefsirlerde yazılan ve bin senedir hemen her camide tekrar edilen Mi’rac kısasını tekrarladığını işitmemiz vesile olmuştur.” (s.15) diyerek aslında öğrencilerine halkın ihtiyacı olan bilgileri verin, halk dinin duygusal meselelerini kitaplardan okuyarak kendisi öğrensinler dediği halde aynı bilgileri tekrar ettiğinden şikayetçi olmaktadır.
“Din veya hidayete, insana Allah vergisidir.” “Dinden nasibini almamış” veya “Allah hidayet etsin” demez mi halkımız. Hepsi İslam irfanından süzülüp gelen İslam kültürünün halk arasındaki tezahürüdür. Peygamber efendimiz amcası Ebu Talib’in ölmeden önce iman etmesi için çabalamış ancak amcası bunu kabul etmemiştir. Üzülen Peygamber Efendimize “Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.(Kasas Suresi 56. Ayet)” indirilmiştir. İnsanın çabalaması belki bir nebze ilahi teveccühe vesile olsa da eğer ona nasip etmeyecek ise yine de etmez. Bu minval üzere Allah (c.c.)başka bir ayette “Allah, kimi doğru yola erdirmek isterse onun göğsünü İslam’a açar.” buyurmuştur. Bir kısım alimler zikredilen bu ayetlerden “kişinin imana ermek için çabalaması vesilesiyle Allah’ın ona hidayet kapısını açtığı” sonucunu çıkarmışlardır.
İslam ilmihali tarzında olacağını düşündüğüm “Din ve Cemiyet” adlı bu kitabın “İman” (s.17) başlığı altında verilen İmanı Şartları diye bildiğimiz “Allah’a İman” (s.22), “Meleklere İman” (s.24), “Kitaplara İman” (s.25), “Peygamberlere İman” (s.27), “Ahiret Gününe İman” (s.31), “Kadere İman” (s.33) babalarını ele alış tarzından anlıyoruz ki daha çok sosyolojik, tarihi ve kültürel bir analiz şeklinde meseleleri ele almıştır. İbadetlerin tıbbi ve sosyal faydalarını, bireyin ihtiyaçlarından ziyade toplumun, cemiyetin ihtiyaçlarını dikkate almış, imanın mahiyetinden maada içtimaı yönünü ele almıştır. Çünkü din topluca yaşanılan bir realitedir. İslam dini cemaat ve cemiyet dinidir. Ancak bu cemaat parça parça olmuş içine kapanık cemaat demek değildir bir beldede yaşayan insanların tamamını kapsayan herkesin serbestçe girip serbestçe hareket ettiği, bir şeyhin değil de şuurun hâkim olduğu, müsavi insanların istişareyle çalıştı cemaattir. Cami cemaati gibi.
Mahir İz Hoca bundan birkaç yıl önce ülkemizde yaşanılan sapkın bir anlayış tarafından (“La ilahe İllallah” deyin de “Muhammeden Resulullah” demeyin, Dinlerarası Diyalog taraftarı Hristiyan kardeşlerimiz güceniyor) diyenlere cevabı o günden vermiştir. “Peygamber’e de, Allah’a ve kitaplarına inanıldığı gibi iyice inanılmadıkça İslam’a girilmez. Onun içindir ki, ‘Kelime-i Şahadet’ dediğimiz, imanın iki temel cümlesi şudur. Allah’tan başka bir İlahın olmadığına ve Muhammed’in onun elçisi ve kulu olduğuna, görmüşüm gibi, bütün varlığım ile inanırım.” (s.29) Yani Allah ve Hz. Muhammed’e birlikte inanmayan Müslüman olamaz.“İslam dinine inanıp girebilmek için Allah’ın birliği ile beraber Hazret-i Muhammed aleyhisselâtu vesselâmın, onun resulü ve kulu olduğuna inanmak da lazımdır.” (s.29) Müslüman olma için Allah’a iman ile beraber Hz. Muhammed’e iman etmeyi dinin şart koştuğunu ortaya koyan Mahir İz Hoca Hz. Muhammed’in insan ötesi bir varlık olarak telakki edilmesini de yasaklamaktadır. Bunu ifade için camilerde “Allah” ve “Muhammed” kelimelerini iç içe geçmiş bir şekilde yazılarak birbirlerinden farkı yoktur gibi gösteren Bâtıni bozuk akidelerin engellenmesi gerektiğini tavsiye etmektedir. Hz. Muhammed’in kulluğunu beyan hususunda “Biz seni-Peygamber olarak- ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” ayetindeki (“erselna” lafz-ı celili nazar-ı itibare alınmadan ‘ke’ hitab zamirine bakılarak mana verile gelmiştir. ‘İrsal’e de doğrudan doğruya gönderme manası verilince, Peygamber’in zatı rahmet olmuş oluyor. Halbuki rahmet, Hazret-i Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem efendimizin risaleti, yani peygamberliği ve dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’dir.” (s.30)
Allah Kur’an’da “Allah’ın ipine (Kur’an-ı Kerim’e) hep birlikte sımsıkı sarılın, sakın tefrikaya düşmeyin …(Âl-i İmran 103)” buyuruyor diyen Mahir İz Hoca bu ayete dayanarak cemaat olmanın, topluca hareket etmenin önemini -Ayette geçen (cemian) ‘hep birlikte’ lafzı celilinde yalnız “Allah’ın kitabına sarılın” denmiyor, Allah’ın kitabına ‘Bir arada, topluca” sarılmamızı emir buyuruyor, hemen arkasından da ‘Sakın ayrılmayınız!’ diyor- diyerek dikkat çekiyor (s.60). Cemaatin öneminin sadece tek başına kılınan namazdan 27 derece daha fazla sevap almak olmadığını aslında cemaate katılanların herhangi bir mazeret dolayısıyla cemaate gelemediği anda onun eksikliğini fark edip evine giderek araştırmak, derdini öğrenip problemini çözmek olduğunu söyleyen Mahir iz Hoca bugün sadece 27 derece daha fazla bireysel sevap kazanmanın öne çıkarıldığından yakınmaktadır (s.95).
Tasarruf ediyorum, israfı önlüyorum diyerek kendi kazancı ve maddi imkânın altında bir şeye razı olmak, hakkı imiş gibi ondan yararlanmak ne tasarruf nede israfı önlemektir diyen Mahir İz Hocaya göre bu memnu bir iştir. “Kazancı ve mali durumu, mesela [özel otomobiliyle], dolmuşla veya taksiyle işine gitmeye müsait olan birinin, otobüse veya troleybüse binmesi doğru değildir. Evvela nimetin şükrü ifa edilmiş olmaz. Saniyen dolmuşa ve taksiye binemeyecek olanın otobüsteki yerini işgal ettiği için göze görülmeyen bir hakkı ihlal etmiş olur.” (s.71)
Toplum ve toplum düzenine önem veren Mahir İz Hoca bu düzeni sağlayacak bir faaliyet olar4ak fertlerin toplumun faydasına işler yaparak toplumun memnuniyetini kazanmaları gerektiğini, aksi takdirde Allah’ın rızasını kazanamayacaklarını, bireysel ibadetlerin Allah’ın rızasını kazanmak için ancak toplumun rızasını kazanırsa kıymet kazanacağını ifade etmektedir. “Allah’ı memnun ve hoşnut etmek isteyen ve bu sayede sevap kazanmayı düşünen, önce halkı memnun edecektir.” Konu komşu, mahalle şehir, memleket halkının ihtiyacını düşünmeyi bırakıp, ferdi nafilelerle Allah’ın rızasını elde edeceğini sananların din bilgisinden hiç haberdar olmamış birisi olarak zavallı mertebesine düşeceğini savunmaktadır (s.110). Yani kul hakkı yememenin yanında kulların hoşnutluğunu da kazanacak bir hayat sürmeli ki Allah nezdinde yaptığı nafilelerle mertebe elde edebilsin. Burada Allah’ın toplumsal dayanışmaya verdiği önemi anlamak için Hz. Peygamberin “Neredeyse komşuyu komşuya varis kılacak zannettim.” Hadisi Şerifini ve Hicret eden Muhacir ve Ensar dayanışmasını hatırlamak gerekir. “Nafile, ancak başkasına yapılacak maddi manevi yardımla başlar. Bunlardan müstağni bir cemiyet varsa, o zaman şimdiye kadar bize öğretilen nafile ibadetlerle meşgul oluruz.” (s.116) Merhum Mahir iz Hoca zengin adamın yapacağı nafile ibadet namaz, oruç, hac nafileleri değil muhtaç olanları bulup malından onlara tasadduk etmesidir. İlim sahibinin namaz, oruç, hac ile nafile ibadet yapmaktan ziyade toplumda sahip olduğu bilgilerden yoksun olanları bulup onlara bu bilgileri öğretmesi nafile olarak alime yeter demektedir. Mahir İz Hoca haklı, şöyle düşünün toplumda açlıktan bazı insanlar suç işleseler, eşkıyalık yaparak toplumun huzurunu bozup, mallarını gasp etseler, canlarına tasallut etseler, bu durumda parasını fakirlere vererek geçinmelerini sağlayan suç işlemesini ve eşkıya olmasına önleyen mi daha sevap kazanır yoksa nafile oruç tutan mı veya namaz kılan mı? Demek ki topluma yapılan yardım nafile ibadet olarak daha makbul ibadettir. Zenginin malından yaptığı yardımlar masum insanların mal ve canlarının korunmasını sağlaması dolayısıyla daha makbul bir ibadet oluyor. İlim de aynıdır bir insanı cahillikten kurtarıp topluma vereceği zararı önleyebiliriz. Bütün bunlara ilaveten Mahir iz Hoca bireysel ibadetleri de terk edilmesini tavsiye etmez fırsat bulanların bunları da ifa etmesini salık verir. Bireysel ibadet olan namaz, oruç ve hac da toplumsal bir ibadettir, insan bu ibadetleri yaparak bedeni ve ruhi tekamülün sağlayarak topluma faydalı bir insan olur, der. (s.122).
Cemaati bir semtin insanların dayanışması, yardımlaşması ve daha da önemlisi tanışıp kaynaşması (s.130) olarak tarif eden Mahir iz Hoca namaz cemaati hususunda camiye gelip de yardımlaşmıyorsa sadece 27 derecelik sevap için camiye geliyorsa cemaate gelmiş sayılmaz (s.131) diyerek cemaatte ferdi menfaatten ziyade toplumsal faydanın amaçlanmasını tavsiye etmektedir.
Ülkemizde yanlış anlaşılan bir huşu da kanaattir. Bu yanlış anlaşılma yüzünden çalışmayıp miskin miskin yatanlar mı ararsın, başkasının kazançlarını kıskananları mı arasın, bir sürü toplum düzenini bozanlar ortaya çıkar. Mahir İz Hoca “Kanaat, ele geçenle yetinmektir. Ancak bu hükmü iyi anlamak lazımdır. Az çalışıp, az kazanmak kanaat değildir. Çok çalışıp, az veya çok ele ne geçerse, ona razı olmak kanaattir. Çünkü çalışmak, bir tedbir ve kazancın bir sebebidir.” (s.153) İki saat çalışıp sekiz saat çalışanın kazancını beklemek, olmayınca da kıskanmak da kanaat değildir. Sen de sekiz saat çalışacaksın, bu çalışma ile yaptığın mesleğin değeri kadar kazanacak ve onunla yetineceksin, her gün de aynı miktarda kazanamayacağın için her gün kazandığınla yetineceksin.
Mahir İz Hoca günümüzde aileleri etkileyen ve huzursuzluğa sebep olan bir hususu ele almış, evlenen erkeğin ilk önce eşine müstakil bir ev açmasını, buna gücü yetmez ise müstakil bir oda temin etmesinin “Onu koruyacak ilk ocak, kocasının kendisine te’min ettiği evdir.” (s.176) gelini daha mutlu edeceğini ifade etmiştir. Mahir İz Hoca’ya göre en müreffeh ailelerde bile gelin erkeğin ailesi ile birlikte yaşarken kendi haklarını kullanmaz, gelinde görülen terbiyeden mahrum hallerde de kayınvalide ve kayınpederin geline söz söyleme hakları yoktur (s.177). Mahir iz hoca bugünün problemi olan meseleyi 50-60 yıl öncesinden görmüş ve modern zamanların uyguladığı şekilde çözüme kavuşturmuştur.
İbadet konusu tekrar tekrar ele alarak ibadeti “bir çoklarımızın kabul ve telakkisi gibi muayyen farzların edasından ibaret sanacak olursak; Kur’an-ı Kerim’i ve dini anlamamışız demektir.”(s.181) Diyen Mahir İz Hoca “İbadetleri, muamelatı ve cezaları ihtiva eden ayetler, yani ahkam ayetleri Kur’an-ı Kerim’in yüzde onunu ancak muhtevidir.”(s.181) diyerek Kur’an-ı Kerim’in yüzde doksanının içtimai münasebetlere, hayırlı ve faydalı işlere ayrıldığını ifade ederek ibadetin en geniş şekli ile “İbadet, Allah rızası için her hayırlı ve faydalı işi yapmaya niyet etmekten başlar.” (s.181)ifadesinde olduğu gibi tarif eder. Buradan da anlaşılır ki Allah rızasını gözeterek yapılan, çocuklara şefkat göstermek merhamet etmek, başkalarına gösterilen güler yüz gibi hiçbir zorluğu olmasa da her iş ibadettir. Borçlusuna vereceği parayı vermeyip cebinde taşıyan kişinin kıldığı namazdan sevap kazanamayacağını, bu hal üzereyken farzlarının da yerine gelip gelmediğini Allah bilir (s.182) diyen Mahir İz Hocasanki imkânı varsa borcunu erken ödemenin de ibadet olduğunu söylemeye çalışmaktadır.
Biz zikrin sadece bir manasını anlamışız diyen Mahir İz Hoca hakiki zikrin manasını “Hakikat-ı zikir, ism-i celali veya Hakk’ın esma-i hüsnasını diliyle söyleyip teşbih çekmek değil, Hak ile beraber zikretmektir.” (s.184) ifadeleriyle açıklamakta ve “Hak ile Beraber zikretmek ise, Hakk’ın rızası ile [Allah’ın kendisinden başka yarattığı diğer] kulu[nu] düşünmekle mümkündür.” (s.184) diğergam olmayı, başkalarına iyilik yapmayı ancak bu işleri Allah’ı hatırlayarak ve her daim O’nunla olduğunu bilerek O’nun rızasını kazanmak için yapmak gerekir.
Mahir İz Hoca kitabı “Din ve Cemiyet”te öyle bir dil kullanmış ki anlamamak mümkün değil. Su gibi akıcı bir lisan, anlaşılır bir dil, pürüzsüz bir Türkçe ile sanki günümüz Türkçesinin süzülmüş en fasih haliyle yazmış. Uydurukça denilen sonradan türetilmiş kelimeler kullanmadığı gibi yabancı kelimelere de sanki hiç yer vermemiştir.
Şirazesi şaşmış toplumumuzun en azında 50-60 yıl önceki İslam anlayışından ne kadar saptığını görmek için Mahir İz Hoca’nın “Din ve Cemiyet” kitabıyla “Tasavvuf” adlı kitaplarını okumalı okutmalıdır. Mümkünse evlerinde çolukçocuğuyla bu kitapları bir kez olsun mütalaa etmeliler.Hayata atılmaya hazırlanan gencin önce Ali Fuat Başgil’in “Geçlerle Başbaşa” kitabını okuması daha sonra da gençlikten sonraki hayatının el kitabı olacak Mahir iz Hocanın “Din ve Cemiyet” kitabını okuyarak öğrenmiş olduğu Kur’an-ı Kerim okuma bilgisi ile günlük hayatını İslam’a göre düzenlemekte lazım olacak fıkıh bilgisi olan ilmihal bilgilerini nasıl doğru ve toplum faydasına kullanacağını öğrenmesi gerekir.
Mahir İz Hoca’nın “Din ve Cemiyet” adlı bu kitabı İmanın ve İslam’ın şartlarından ziyade buamellerin hikmetlerini, dini ve sosyal faydalarını ele almakta olduğundan ilmihal bilgisi birlikte okuyan her Müslüman daha şuurlu bir İslami yaşantıya kavuşacak ibadetlerini ilmihal bilgisi ile nasıl yapılması gerektiğini bilerek yaparken “Din ve Cemiyet” kitabıyla da bireysel ve toplumsal faydalarının farkında olarak daha şuurlu bir şekilde yapacaktır.

