
KENAN EROĞLU
Odgurmuş: Dündar Taşer ile ilgili hayali söyleşilerimize devam ediyorum. Önceki yazılarımızda Büyük düşünürümüz Erol Güngör ile Dündar Taşer’i konuşmuştuk. Şimdi konumuza kaldığımız yerden devam edelim.
Erol Güngör Hocam; Bir önceki söyleşimizde ikinci dünya savaşı sonrasında Türkiye’de oluşan gençlik hareketlerinden, O günün iktidarı zamanında bu meydana gelen gençlik teşkilatlarında endişe duyduğu için “Milliyetçiler Birliği” adındaki teşkilatı kapatma yoluna gittiler demiştik.
Hatta 1944 yılında ülkede bulunan milliyetçiler tutuklanmış ve çeşitli işkencelere de tabi tutulmuşlar ve sonunda milliyetçi olmaktan başka bir suçları olmadığı için berat etmişlerdi.
Şimdi konumuza kaldığımız yerden devam edelim. 1960 öncesinde ülkede gençlik hareketleri ve milliyetçilerin durumu neydi?
Güngör: İkinci Dünya Savaşı Türkiye’yi olduğu gibi Türk gençliğini de uzun süren bir uykudan uyandırdı.
O günlere kadar Türkiye Batı’daki gelişmelere büyük ölçüde kapalı kalmış, basın ve diğer ifade hürriyetlerinin çok sınırlı olması yüzünden bütün dünyayı sadece cumhuriyet inkılapçılarının, yani Halk Partisi idarecilerinin gösterdiği şekilde tanımışlardı. İlk defa savaşla birlikte demokrasi, faşizm, komünizm, ırkçılık, kapitalizm, milliyetçilik kavramlarına sırada kitaplarda rastlanan soyut mefhumlar olmaktan çıktı, modern insanın hayatında etkili birer güç halinde görünmeye başladı. Özellikle iki büyük şehirde, İstanbul ve Ankara’da üniversite gençleri dünya meseleleri içinde Türkiye’nin meseleleri tartışıyorlar, bunların arasında çeşitli tavırlardan birini veya öbürünü tutan gruplar meydana geliyordu. Bu gruplar daha yaşlı fikir önderlerinin etrafında toplanmış, az sayıda ve küçük tirajlı yayın organlarıyla kamuoyuna da açılmıştı. Bu devirde gençlik bir siyasi-ideolojik gruplaşma hareketi olarak kendini gösterdi. Hareketin siyasi ve ideolojik niteliği o günkü dünya olayları ile sıkı sıkıya ilgiliydi. Türkler savaşı daha çok kendi açılarından, yani Rusya ile Almanya’nın çatışması olarak ele alıyorlar ve tavırlarını buna göre ayarlıyorlardı. Küçük bir grup Sovyetlerin dünya proletaryasını temsil ettiğini söyleyerek onların galip gelmesini istiyor, Sovyet cephesinin hürriyet ve eşitlik cephesi manasına geldiğini söylüyordu. Bunların karşısında daha büyük bir kalabalık ise Almanların zaferinden çok Sovyetlerin yenilmesiyle ilgiliydi. Ve bu tavır Türkiye’nin Sovyetler karşısında bağımsız kalabilmesi ile doğrudan doğruya ilgili olduğu için -tabii geçmişten gelen hissi sebepler de var- daha çok taraftar topluyordu. Türk hükümetinin kararsızlığı bir müddet bu iki cereyanın da serbest -zamanın şartları çerçevesinde- yayılmasına imkân verdi, fakat savaşın sonlarına doğru Almanlar Rusya’dan çekilmeye başlayınca milliyetçilere karşı şiddetli bir ceza ve yıldırma kampanyası açıldı. Milliyetçilerin liderlerinden çoğu ağır suçlamalarla hapse atıldı, işkencelere uğratıldı. Hükümetin şiddetli müdahalesinin görünürdeki sebebi, Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan beri ilk defa büyük bir gençlik kitlesinin Ankara caddelerinde bir bakan ve bazı görevlilere karşı protesto yürüyüşü yapması, yani ilk defa eylem halinde bir gençlik hareketinin başlamasıydı.
Odgurmuş: İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra ne gibi gelişmeler olmuştu. Türk hükümeti savaşın gidişatına göre mi ülke içindeki gençlik hareketlerine tavır alıyordu?
Güngör: Almanların yenilmesinden sonra Türk hükümeti Sovyetler Birliğinin toprak istekleriyle karşılaşmış, çok kritik günler yaşamıştı. Türkiye’nin bağımsızlığını korumanın tek yolu Batılı demokrasilerle iş birliği yapmaktı. Böylece Dünya haritasının yeniden çizilmesinde Türkiye Batı bloku içinde kalınca, hükümet Rus yanlısı Marksistlere karşı eski yumuşaklık ve müsamahasını bıraktı., onları da çeşitli şekillerde baskı altına aldı.
Odgurmuş: Daha sonra mecburen çok partili hayata geçildi. Bu arada gençler ise İnkılapçı düşünce ile yetişmiş olmalarına rağmen demokratik hayatı pek de kabullenmemiş görünüyorlardı. Halkın iradesini kabullenmeme gibi bir eğilimleri vardı.
Güngör: Böylece, 1940-50 devresinde ortaya çıkan ve daha çok genç kitleyi hedef alan iki ideolojik hareket fazla genişlemeden dondurulmuş oluyordu. Ancak 1946’dan itibaren çok partili bir demokrasi tecrübesine girilmiş olması, memlekette değişik görüşlerin mücadelesine gençliğin de kendi gücü ve imkanları ile katılmasını kaçınılmaz hale getiriyordu.
Cumhuriyet içinde doğmuş ve onun içinde tam bir inkılap eğitimi alarak yetişmiş gençlerin ortaya çıkması bu devrelere rastlar. Gariptir ki bu çağda yüksek tahsil gençliğinin veya tahsilini yeni bitirmiş olanların büyük çoğunluğu Türkiye’deki geleneklere karşı Batı toplumunun değerlerini temsil ettikleri halde demokrasinin aleyhinde olmuşlar, halk kitlelerinin ülke idaresinde söz sahibi edilmesini hazmedememişlerdi. Bu tavır Cumhuriyet inkılapçılarının kendilerine bağlı bir gençlik kitlesi yetiştirmekte çok başarılı olduğunu göstermektedir. Gerçekten demokrasi ile inkılapçılık bir arada gitmezdi ve hiçbir inkılapçı rejim halkı kendi hakkında oy kullanmaya bırakmamıştı. İnkılapçı gençler demokrasinin okumuşlar yerine cahilleri söz sahibi yapacağını, inkılapların elden gideceğini düşünüyor ve böylece demokrasiyi ancak Batılı ülkelerin zoruyla kabul eden inkılapçı partinin yanında yer alıyorlardı. Bunların aralarından çıkmış bir grup olan Marksistler ise zaten serbest seçimler yerine bir tek -Komünist- partinin işleri düzeltebileceğine inanan bir doktrini tutuyorlardı. Böylece Türkiye’de inkılapçı gençlik Türkiye’nin modernleşmesine karşı çıkan bir reaksiyoner grup haline geldi. Bunların siyasi tavırları da esasında gençliğe mahsus bir ideoloji karakterini taşımıyordu. Çünkü yaşlı neslin temsil ettiği bir hareketin yanında ve onun destekçisi durumundaydılar.
**
Odgurmuş: Bütün bu gelişmeler olurken 27 Mayıs Askeri darbesi gerçekleşmiş, ordu idareye el koymuş ve kısa sürede seçimlere gidilerek iktidarın CHP ve genel başkanı İnönü’ye devredilmesi düşüncesinde olan subaylar vardı. Bu arada darbeyi yapan 38 subay arasında 14 subay çeşitli sebeplerle cunta idaresinden çıkartılarak çeşitli yurt dışı görevlere atandılar. Bu bir nevi sürgün cezası idi. Taşer de bu sürülerden birisi idi.
Güngör: Dündar Taşer iki yıllık bir sürgün ve arkasından bir yıllık tedavi devesinden sonra Türkiye’ye döndüğü zaman iktidarda bir koalisyon hükümeti vardı. Demokrat Partiyi kendi usulünce saf dışı eden Cumhuriyet Halk Partisi yine onun yerini alamamış, ancak seçim sisteminin değiştirilmesi neticesinde Demokrat partinin mirasçısı partilerle bir ortaklığa girerek sayıyı tutturmuştu. Demokrat Partinin tasfiyesi ile birlikte devletin bütün kademelerinde Cumhuriyet Halk Partisinin elemanları yerleşmiş bulunuyordu. Bu arada bazı kuruluşlar önce lağvedilmiş, sonra Halk partisinin seçtiği elemanlarla doldurularak özerkliğe kavuşturulmuş, üstelik bunlara ebediyen kendi kendilerini üretip devam ettirmelerini sağlayacak bir statü verilmişti. Halk partisinin politikası ile uyuşmayan herkes, o günlerin havası içinde, “Sabıklar”, “Sakıtlar”, “Kuyruklar” gibi tahkir ve tezyif edici tabirlerle derhal susturuluyor, muhalefet yapan gazeteler öğrencilere taşlatılıyordu. Bu arada Ankara’da Adalet Partisinin genel merkezi polisin ve diğer güvenlik görevlilerinin gözü önünde tahrip edildi, tahripçilere hiç kimse müdahale etmedi. Söylendiğine göre bu saldırının başında sivil elbise giymiş birtakım polis ve subaylar bulunuyordu.
Odgurmuş: Adalet partisi Genel merkezinin tahrip edildiği sırada bazı gazetelerin bulunduğu binalar da tahrip edilmiş, gazeteler sokağa dökülerek yakılmış hatta Tercüman gazetesinin bir muhabiri de yaralandığı için hastaneye kaldırılmıştı.
Güngör: Bu arada Cumhuriyet Halk Partisinin çağdaş meseleleri çözemeyecek kadar eski ve köhne olduğunu ileri süren inkılapçı gurupların öncülüğünde Marksizm legal olarak teşkilatlanmaya başlamıştı. Önce herkese cazip görünen bir “Sosyal adalet” veya “İktisadi bağımsızlık”, “Milli petrol” vs. gibi sloganlarla giren bu cereyan kısa zamanda sosyalizme ve oradan Marksizm’e ulaştı. Birkaç yıl içinde eski inkılapçılardan bu cereyana kapılmayan kimse kalmamış gibiydi. Yeni sloganlar esas itibariyle gençlik kitlesine cazip geldi. Gün geçmiyordu ki Ankara ve İstanbul caddelerinde kalabalık öğrenci gurupları bu sloganlardan birini veya birkaçını bayrak yaparak gösteri yürüyüşüne çıkmasın. Türkiye’nin kurtuluşu artık sosyalizme bağlanmış, şimdiye kadar Amerika’nın bir sömürgesi olduğumuza karar verilmişti. Gençler bir kurtuluş savaşı havasına girdiler. Fakat asıl 1968 yılında bütün Avrupa’yı saran talebe hareketleri sonundadır ki Türkiye’de gençler kendi başlarına bir hareket geliştirecekleri ve bunu sonuna kadar götürebilecekleri Kanaat’ına vardılar. Bundan sonra sosyalist gençlik hareketi artık dünyanın başka yerlerindeki Marksist hareketlerin paraleline girmiş, silahlı hareket haline dönüşmüştür. Daha önce gençleri (Yani önce inkılapçı sonra Marksist) kendi yönlerinde pekâlâ kullanabilen siyasi çevreler ise artık gençleri yöneteceklerine, onlara hoş görünmek suretiyle desteklerini alma yoluna girdiler.
Odgurmuş: İnkılap eğitimi ile yetişmiş olan inkılapçı gençlik giderek sosyalizme ve ardından da Marksizm’e doğru yol almaya başlamışlardı bile. Batıdaki gençlik hareketleri giderek sönükleşirken bizdeki genlik hareketleri giderek anarşiye da karışmışlardı.
Güngör: Türkiye’de silahlı gençlik hareketlerinin cesaret aldığı özel bir durum da vardır. Avrupa’nın hiçbir yerinde gençlik eylemleri hükümetleri düşürecek boyutlara varmamış, hatta hükümetlerin kararlı tutumu karşısında yenilmişti. Fakat bizde bir 27 Mayıs hareketi vardı ki gençlerin çoğu o zamanki hükümet darbesinin arkasında ne gibi güçlerin bulunduğunu bilmiyorlar. Hareketi kendilerinin eseri sanıyorlardı.
Marksist öğrenci gurupları ilk olarak en kuvvetli oldukları bölgelerde, yani yüksek öğrenim müesseselerinde işgallere girişerek buraları işlemez duruma getirmek, sonra derece derece öbür kesimlere yönelmek yolunu denediler. Bir yandan da buralardaki karargahlarda yetişmiş lider takımından olanları Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde bir silahlı hareket başlatmak üzere oralara sevk ediyorlardı. Devrimci parti bunları yakın zamana kadar kendi emelleri için kullanmaya alışık bulunduğundan, yeni giriştikleri hareketlerde de onlara karşı bazan sempatik bazan mütereddit görünüyor, fakat hiçbir zaman karşı çıkmıyordu. Böylece Marksist devrimci partinin sol kanadı ile ortak bir cephe meydana getirdi. Nihayet bunlara eklenen üçüncü bir grup, birtakım profesyonel darbecilerle onların kendi saflarına aldıkları bazı devlet görevlileri, solcu bir darbe teşebbüsüne kalkıştıkları sırada Türkiye 12 Mart dönemine girdi.
Odgurmuş: Dündar Taşer işte bu günlerde ortaya çıktı ve siyasi hayatta kendini göstermeye başladı. Aslında o siyaset yerine çeşitli kültürel çalışmaların adamıydı. Hatta diyebiliriz ki o kültür adamıydı.
Güngör: Taşer bu oyunun bozulmasında en büyük rolü oynamış olanlardan biridir; hatta onun rolü çok uzun vadeli etkiler yapmak bakımından başkalarınınkiyle kıyas edilemeyecek ölçüde büyük olmuştur.
Taşer Türk gençlerini milliyetçi hareket bayrağı altında toplamaya çıktığı zaman manzara tıpkı Mustafa Kemal Paşanın Nutuk başlangıcında anlattığı Türkiye’nin durumuna benziyordu. Memleket devrimci teröristlerin ve onlarla müşterek cephede bulunan iktidar heveslisi siyasi grupların karşısında bölünmüş, dağılmış, sinmiş durumdaydı. Bu halkın elindeki tek kuvvet dört yılda bir seçim sandığına attığı oydan ibaretti. Her seçimde zafer kazandığına inanıyor, fakat onun kazandığı zafer Ankara’da tez zamanda yenilgiye dönüştürülüyordu. Tahsildeki evlatlarının bir kısmı bu terörist grupların eline düşmüş, büyük çoğunluğu ise hakaret, dayak ve silahla susturularak okuma hakkından bile mahrum bırakılmıştı. Ellerinden tutacak ve yol gösterecek kimseleri bulunmayan bu gençler tıpkı müstevli bir kuvvetin ağır baskısı altında gitgide özümlenmeye başlayan, hüviyetini kaybetme tehlikesiyle karşılaşan azınlıklara benziyordu. Bütün bu olup bitenler karşısında milletin hakkını koruyacak, onu layık olduğu huzur ve sükunu sağlayacak herhangi bir müessese de görülmüyordu. Taşer bu manzarayı şöyle tasvir etmişti “Ben Ankara’dan İstanbul’a gitmek zorundayım, fakat eşkıya yolu tutmuş kimseyi bırakmıyor. Hükümete başvurup yolu açmasını istiyoruz, bir şey yapamıyor; o halde biz kendi yolumuzu açalım diyoruz, bu defa bize engel oluyor.”
Odgurmuş: Taşer bu işleri nasıl yaptı, nasıl başardı. Türk gençliğini bir çatı altında toplamayı nasıl başardı. Bütün bu nasılları nasıl yaptı diye soracak olursak yanlış bir cümle kurmuş olmayız herhalde.
Güngör: Taşer eşkıyanın tuttuğu boğazı tek tek geçmeye kalkanların orada ezileceklerini gördü ve eşkıyanın saldırmaya cesaret edemeyeceği bir güç kurmanın yollarını aradı. Bu işi düşünürken tıpkı bir tarihçi, bir sosyolog, bir psikolog gibi hareket ediyor en yakın hadise ile en uzak tarih arasındaki bağları müthiş bir zihin kudretiyle seziyor, kararlarını hep bu bilgi ve tecrübenin ışığında alıyordu.
Yapılacak ilk işin gençliği toparlamak olduğunu düşündü. Bu toparlanmanın şekli ve muhtevası ne olacaktı? Taşer’in kendisi bir siyasi partinin üst seviyede yöneticisi idi ve politikayı kendisine iş olarak seçmişti. Akla ilk gelen şey, partinin gençlik kesiminde örgütlenmesini sağlamaktı. Fakat o daha işin başlangıcında bu yolu reddetti. Bir defa, kendini bir siyasi parti yöneticisi olmaktan ziyade bir Türk milliyetçisi olarak görüyordu; kendisine kolay mevki sağlayacak başka partiler bulunduğu halde o ancak bu konuda anlaşabildiği tek siyasi lider olan eski silah arkadaşının davetini kabul etmiş ve onunla birlikte adeta siyaset-dışı bir siyasetçilik yapmaya başlamıştı. Gençliğin de siyasi kadrolar ve programlar peşinde değil, fikirler ve ülküler etrafında toplanması gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden gençlik çalışmalarını parti çalışmalarından ayırdı. Milliyetçi gençler kendi derneklerini kurmalı, bir dernekler konfederasyonu teşkil etmeliydiler. Bunlar büyüdükçe fikirleri de yayılacak, onlara kaba kuvvet kullanmak isteyenler ise artık cesaret bulamayacaklardı.
Odgurmuş: Nitekim ülkede bulunan tüm milliyetçileri bir çatı altında toplama düşüncesini tahakkuk ettirmiş be bu konu üzerinde yoğunlaşmıştı. Neticeye ulaşmış, ülkede çeşitli islâmî gruplar olduğu halde birkaç tane milli grup kalmamıştı.
Güngör: Asıl iş bu hareketin muhtevasını tesbit etmekte düğümleniyordu. Bugünkü gençler Türkiye’de milliyetçiliğin daha önce nasıl hizipler halinde parça bölük kaldığını görmedikleri için bu meselenin önemini pek kestiremezler. 1960’tan sonra milliyetçi harekete kadar Türkiye’de milliyetçi gençler çeşitli liderlerin etrafında toplanıp dağılan küçük gruplar oluştururlardı. Liderler birbirlerini beğenmezler, onların cemaatları da kendi aralarında geçinemezlerdi. Eski Türk Milliyetçiler Derneği görüşünü kesinlikle belirlemediği ve belli bir lider etrafında billurlaşmadığı için o kadar çok kimseyi barındırabilmişti. İşte Taşer’in başarısının büyüklüğü burada da ortaya çıkmaktadır. Türk milliyetçiliği tarihinde ilk defa onun çalışmaları sonucudur ki bütün milliyetçi gençler tek bir bütün haline gelmişler, dağılmaktan ve ezilmekten kurtulmuşlardır. Bugün sağda değişik gençlik grupları vardır, ama iki ayrı milliyetçi grup yoktur.
Taşer her şeyden önce kendini bir derviş mahviyeti içinde tutmayı bildi. Onun gençlik hareketinde kendini bir lider olarak ortaya attığını veya öyle düşündüğünü hiç kimse söyleyemez. Taşer gençlerle bir arada oturup dernekçilik de yapmadı. O sadece bütün çalışmaların önünde bir ışık gibi duruyor, çıkan her ihtilafta hakem oluyordu. Gençler iki şey öğretti: Birincisi Türk tarihinin yeni bir yorumu, ikincisi bu tarih içinde çağdaş Türk gençliğinin yeri ve vazifesi. Başarısının fikri bakımdan sırrı işte bu noktada yatar. Onun getirdiği yorum şimdiye kadar milliyetçilikte ihtilaf konusu olan bütün noktaları bertaraf etmiş. Herkesi birleştirmiştir.
Odgurmuş: Peki bu kadar zor bir işi Taşer nasıl başardı. Yeni bir milliyetçilikle mi, yeni bir tarih görüşü ile mi, yeni bir ekonomi programı ile mi? İşin asıl sırrı nerde?
Güngör: Fikirlerin yanında şahsiyetine ait vasıfları hesaba katmazsak onun başarısını yine açıklayamayız. Kendisini görme imkanını bulamayan gençler işte bu yüzden onun yaptığı işi kolaylıkla anlayamayacaklardır. Taşer bizim tarihimizdeki “Veli” ve “Alp” tiplerinin her ikisinin özelliklerini de üstünde taşıyordu. Gençler -Ve tabii yaşlılar- onu kendilerine bu kadar yakın bulurken, efsane devirlerinden bugüne kalmış bir kahraman gibi ona bütün benliklerini bağlarken bu vasıfların tesiri altındaydılar.
Bugün Türkiye’de istikbalimizin temeli ve garantisi olan milliyetçi gençlik kitlesi vardır. Bu gençlik her türlü zulmün, iftiranın, işkencenin, en akla gelmez şirretliklerin karşısında tarihi misyonunu yerine getirmek üzere dimdik yürüyor. Gönlü yabancı topraklarında, vicdanı yabancı ellerde değildir. Sadece Türk milletini düşünüyor. Onun felaketine ağlıyor, onun saadetine seviniyor, onun imanını taşıyor, onun büyüklerini rehber ediniyor ve hepsinden ötede, hiç parçalanmadan yürüyor. Bu yüzden bu gençlik Türk Milleti’nin gözbebeği bugünün ve yarınının en büyük teminatıdır. Ölümü hiçe saydığına göre milletini selamete çıkaracak azmi ve kudreti taşıyor demektir.
Bu yapının büyük mimarının hatırası önünde bir defa daha eğilelim.
Odgurmuş: Güngör hocam sizin anlatımlarınızla Dündar Taşer hakkında çok önemli değerlendirmeleri öğrenmiş olduk. Eğer bizler Taşer’i anlayabilseydik hareket olarak bugünkü sersefil duruma düşmez, her kafadan bir ses gelmezdi. Onun bilhassa tarih konusundaki görüşleri elbette çok çok önem arz etmektedir.
Verdiğiniz bu bilgi ve değerlendirmeler ve lütfettiğiniz bu hayali söyleşi için çok çok teşekkürler ederim.
***
Kaynak: Erol Güngör, Töre Dergisi, Bimaş Matbaacılık Ltd. Şti, Ankara Haziran 1979, sayı: 97, sayfa: 12-16


