
Halim Kaya
Başlamadan önce Ruşen Eşref Ünaydın hakkında kısaca bir bilgi vereyim. Ruşen Eşref Ünaydın1892 yılında doğmuştur, asıl adı Mehmet Ruşen Ünaydın’dır. Ruşen Eşref Ünaydın Galatasaray Sultanisini ve Darülfünun Edebiyat Fakültesini bitirmiş, Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği o sıcak günlerinde Gazetecilik yaparak savaş hakkında günlük yazılar yazan Atatürk’e yakın bir kişi. Daha sonra siyasete girmiş 3.dönem Afyonkarahisar milletvekili seçilmiş, diplomat olarak Tiran, Atina, Budapeşte, Roma, Londra ve Atina büyükelçiliklerinde Büyükelçi olarak görev yapmış, Türk Dil Kurumunu kuranlar arasında yer almış, Galatasaray Spor Kulübünün kuruluşunda bulunmuş Osmanlıdan Cumhuriyete devrolunan bir aydın. Ruşen Eşref Ünaydın’ın yazmış olduğu eserleri “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ve Çanakkale’de Savaşanlar ile”, “İstiklal Yolunda”, “Atatürk’ü Özlemek”, “Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki”, “Boğaziçi Yakından”, “Damla Damla”, “Ayrılıklar” başlıca kitapları olup, bugün pek baskısı kalmamış Atatürk’le ilgili başka eserleri de vardır.
Ruşen Eşref Ünaydın’in yazmış olduğu “İstiklal Yolunda” adlı bu çalışması Kurtuluş Savaşı sırasında yazmış olduğu günlük yazılarından derlenerek basılmış bir kitaptır. “İstiklal Yolunda” adlı bu kitabın 3. Baskısı Türk Tarih Kurumu tarafından 2023 yılında 158 sayfa olarak 5000 adet basılmıştır. Kitabın yazılarının çoğun seçmiş ve İnceleyip düzenlemesi için Uluğ İğdemir’e göndermiş, hatta “Sana Nasıl Kıyacaklardı?” yazısının da bulunup bu kitaba eklenmesinin kitabın hacmini ve manasını geliştireceğini bir mektup ile iletmiştir. Uluğ İğdemir kitap üzerinde yazıların nerede yayınlandığını araştırıp düzenleme çalışmaları yapar iken Ruşen Eşref Ünaydın 21 Eylül 1959 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir.
Kitap Uluğ İğdemir’in kitabın basılma serüveni hakkında bilgi verdiği “Anı” başlıklı yazısıyla başlamakta, “Ön Söz”den sonra “I,II,III” şeklinde numaralandırılarak üç bölüme ayrılmıştır. “I. Bölüm”de; “Bayrağımız”, “Ramazan Ayı”, “Yol Boyunca”, “Manevi Kuvvetimiz”, “Azim ve İman”, “Ümit”, “Hicret”, “Bayram”, “Gazasını Tebrik”, “İrademiz”, “Yeni Saat”, “İnönü”, “Asker Geçerken”, “Minnet ve Hürmet” başlıklı yazılar bulunmaktadır. “II. Bölüm”de; bu bölüme ayrıca “Londra Seyahatinden Birkaç Hatıra” şeklinde bir başlık konulmuş olup; “Sen Jeyms Günleri:I” de “Müzakereye Giderken”, “Saint James Günleri: II” de “Bir Hatır Sorma”, “Saint James Günleri: III”de “Londra’da Bir Namaz” başlıklı yazılar yer almaktadır. “III. Bölüm”de; “Vatan Geliyor”, “Bursa’ya Zaferle Giriş”, “Cumhuriyet Nasıl İlan Olundu?”, “İlk Müjde”, “Sana Nasıl Kıyacaklardı?” başlıklı yazıları yer almıştır.
Ankara’dakilerin arkadaşları olan ancak Osmanlı payitahtında, İstanbul’da kalan Türklerin “Bunlar oradakiler gibi, elleri ceplerinde ve başları önlerinde bekleşmiyorlar.” (s.4) elleri ceplerinde çaresiz, boynu bükük mahzun ve ne yapacağını nasıl davranacağını bilmediğini ancak Ankara’da Kurtuluş Savaşı yapanlar “Süngülerini -çelikten bir parmak gibi- göğe kaldırmışlar” (s.4) küçük ancak geleceğe umut ile bakan diri ve dinç bir topluk olduğunu, Bayrağın ise Mohaç rüzgârında geçici bir dalgalanma ile dalgalandığını ancak “bir avuç büyük mazlumun direnmesinden doğan İstiklal borası” (s.4) ile daha diri bir dalgalanışla dalgalandığını, bayrağın “cihanın bitmiş sandığı bir yolun başlangıcı” (s.4) olduğunu ifade eden Ruşen Eşref Ünaydın’a göre, Mohaç zaferi bir rüzgar ise İstiklal savaşı bir bora bir Fırtına’dır.
Türk bayrağını dalgalandıramayıp sandıklarda saklamak zorunda kalacak Türk çocuklarının talihsiz olacağını ancak damarlarımızdan dökülerek bayrağa kırmızı rengini veren kanımızın tekrar damarlara geri sokulamayacağı için bayrağın sandıklarda saklanmasının mümkün olmadığını vurgular (s.4). Bayrağa seslenerek “Son neslin başları üstünde de ilk neslin başları üstündeki gibi hür ve kırmızı yaşayacaksın. Ve Türklerden bir son nesil tanımayacaksın, görmeyeceksin! …” (s.5) İstiklal savaşını kazanarak kırmızı al bayrağı göklere yükselten ilk nesil gibi bütün Türklerin çağlar boyunca bayrağı başının üstünde taşıyacaklarını, ezelden ebede hiçbir Türk’ün bayrağı sandıklarda saklamayacağını, dolayısıyla bayrağın kendisini indirip sandığa sokacak bir nesli hiçbir zaman görmeyeceğini, yani Türklerin daim hür olacağını, bayrağında istiklalin sembolü olarak göklerde dalgalanacağını, Mehmet Akif’in “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!” ifadelerinde anlamını bulan bir haykırış ile haykırmaktadır.
Ramazan ayında minareler arsındaki mahyalar, sahurda çalınan davullar, okunan maniler günü süslerken gökyüzünde görülen hilali de “Ay bizim dinden olmuş. Yılda on bir defa mehtap gibi gelip giden o, ramazanda gökyüzünden güya bizi gözeten bir eski bildiktir.” (s.8) ifadesinde olduğu gibi ramazanda daha farklı fark edilen, bizi gözetlediği düşünülen ancak aksine insanların belki diğer aylara nazaran daha dikkatle takip edip gözetlediği bir dönem olarak ramazan ayını kendine aşina bulur. Çünkü Ramazan ve ay üzerine insanoğlu daha çok yazmış daha çok tefekkür etmiştir. Ve Hz. Muhammed’den Çihar yâr halifelerden, Endülüs’ten, Selçukludan haber veriri, kısaca ayın ramazanlarda 1400 kusur yıllık İslam tarihinden şahitliklerini anlatır (s.8).Daha sonra Orta Asya’dan gelen Türklerin Osmanlıyı kurup yeniden şenlendirdiği ramazanlar, tekrar Viyana bozgunu ve geri çekilmeler, Sevr anlaşması ve yok oluşa giden bir düşüşe şahitlik eden kamer, ancak Yahya Kemal Beyatlı’nın “Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi. /Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi. / Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın. / Galib et, çünkü bu son ordusudur İslam’ın.”kıtasında dediğini gibi Ruşen Eşref Ünaydın da “Sen ki bizi ezelden tanırsın; sen ki bizim en son İslam gücü olduğumuz, bir kişi kalsak da cihanı temsil edeceğimizi bilirsin” (s.11) Türklerin İslam’ın son savunucuları olduğunu, Türkler yok olurlarsa “Zira onlar da tebâh olursa (harap olmak), sönükleşen İslam’ı senin (ay, Kamer) ışığın değil; ışığının ışığı bile bir daha aydınlatamayacak!” (s.11) bir daha İslam’ı kimsenin savunmayacağını, hatta aya ışık veren güneş bile olsa bunu başaramayacağını düz bir yazı ile ifade etmektedir.
Ruşen Eşref Ünaydın öyle sadece olaylar olarak Kurtuluş Savaşı anılarını anlatmıyor bu “İstiklal Yolunda” kitabında Aşıkpaşazade ile, Yunus Emre ile, Evliya Çelebi ile, Selçukluyla, Orta Asya Türklüğüyle, Mohaç ile, Viyana ile, Hz. Muhammed ve Çihar yâr halifeler ile, Endülüs ile irtibat kuruyor, onların zamanına bağlayarak bugünü yorumluyor mutlu ya da ders alınacak bir nokta bularak bunu üzerinde o günün Türklerine umut aşılıyor, milli şuur veriyor.
Ruşen Eşref Ünaydın halkın inancı ve halk diliyle halka umut ve savaşma şuuru ile direnme şevki vermeye çalışıyor. “Onun için XIV.hicret yüzyılı Türklerinde de rüya, az çok Aşıkpaşazade’nin Evliya Çelebi’nin tarif ettiği tarihi rüyalara benzerdi. (…) Öğle üstü güneşin keskin ışığına rağmen gökte hilal aşikâr olmuş; içinde de bir yıldız belirmiş.” (s.13) ifadeleriyle Ruşen Eşref Ünaydın rüyaların hicretin 1400’cü yılında tasavvuf ehlinin gördüğü ve yorumladığı rüyalar gibi ilahi mesajlar verdiğini bunu birisinin de gündüz vakti ayın içinde yıldızın belirmesinin Türklerin istiklaline ilahi bir işaret olduğunayorumladığını kendisinin de gördüğü rüyayı söylediği bir rüya yorumcusunun “Sana yolculuk var, millete de şenlik var” (s.14) ancak rüyasının çıkmadığını düşünürken Büyük Taarruzun başlamasıyla kendisinin yolculuğa çıktığını, ve dolayısıyla rüyanın kendisi ile ilgili kısmının gerçekleştiğini “millet şenlik var” şeklindeki ikinci yorumun da inşallah zaferle sonuçlanacağını söylüyor.
Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Tehlikenin artması harp edeni içinden zırhlandırıyor: maddeye ancak ruh karşı koyabilir.” ve “Taşı su yiyip erittiği gibi, çeliği biz aşındırıp usandırdık.” (s.15) satırları Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı şiirindeki “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, /Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. / Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, / ‘Medeniyet!’dediğini tek dişi kalmış canavar?” dörtlüğün ifade ettiği manaya işaret ediyor.
Türk’e ait olanın düşman kalmaması için ne kadar samimi ve milli bir duygu ile sahip çıkıyor.“Türk beldeleri; Türk mimarisi, Türk güzellikleri; Türk şerefi, Türk geleneği, Türk dini; [Türk azmi, Türk imanı (s.30)] dokuz yüz yıllık Türk emeği yabancıya toptan ganimet kalacak!” (s.29) Ruşen Eşref Ünaydın’ın bugüne gönderme yaparak her şeyin Türk tarafından ve Türk’e göre olduğunu, Türkiyeli olmadığını haykırıyor.
Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Hicret” (s.37) yazısında üç yüz yıl süren göçü ve göçmeni, muhacirliği ele alıyor. İnsanların umutsuzluklarını, terk ettikleri refah ve çektikleri yoksulluk ve yoksunluğu tasvir ederek o zamanlar İstanbul’da ikamet eden çocukların gözünden aktarıyor. “Şimdi bizim nesinin daha gençliğinde çektiği acılar o ölen ihtiyarların (Balkan Vs. Göçmenleri) yüz yıla yakın zamanda gördükleri cefanın yekûnunu da aştı: Bizim çocukluğumuzda göçmenler bir şehrin birkaç mahallesini ancak doldurabilirken, şimdi birkaç yılını içinde şehirler şehirlerin içine göçmen geldiler. Bir mülkün yarısı öbür yarısının bağrına muhacir diye çöktü!…” (s.39) Önceden az olan göçmenleri iskân etmek daha kolayken şimdi hepsi göçmen duruma düşen toplumu iskân etmek daha zor.
“Bayram” (s.41) yazısıyla o mesut bahtiyar günlerde kutlanan Bayramlar ile düşman işgalinde kutlana bayramları ve İstanbul’da Harem iskelesinden gemilere binerek hacca giden Kâbe’de dünyanın her yerinden gelen hacılarla hac vazifesini ifa eden hac kafilerini karşılaştırarak özlem ile yeniden kavuşmanın hayallerini kurup milleti o günlerin özlemiyle istiklale sarılmaya sek ediyor.
Ruşen Eşref Ünaydın’ın daha Kurtuluş Savaşı sırasında 23 Eylül 1921 yılında yazdığı yazı ile Mustafa kemal Atatürk’ün Çanakkale savaşlarındaki başarısını görmüş ve Sakarya savaşıyla ikiz kılarak milletin kurtuluşuna vesile olduğunu haykırmıştır. Bugünden geriye giderek değil zamanın içinde birisi olarak Çanakkale savaşları komutanı Mustafa Kemal’in hakkını teslim etmiştir. “Siz, iki defa, böyle büyük manası olan iki kutsal şehrin önünde cenk ettiniz ve şan kazandınız: Bu millet, en büyük tehlike günlerini Çanakkale arkasındaki İstanbul’la Sakarya gerisindeki Ankara’da duydu… Birinde, devletin namusunu kurtardınızdı. Bu sefer de milletin emelini ve istiklalini kurtardınız. Onun için, diyorum ki, Çanakkale ve Sakarya sizi her neslin başları üstünde tutacak iki kanattır…” (s.50)her ne kadar gümüz bazı yazarları “Atatürk Çanakkale’de var mıydı?” diye tartışsa da zamanın içinden bir yazar olarak Ruşen Eşref Ünaydın Mustafa Kemal’in Çanakkale zaferinin kazanılmasındaki rolünü ise “Çanakkale’de dayanmayaydınız, Türk devleti, bir çelik tufanı altında darmadağın olacak, boğulup gidecekti. İstanbul’un ebedi kubbeleri başımıza yıkılacaktı!…” (s.50) diyerek ifade etmektedir.
Bulgar çocuklarını İstanbul’da Osmanlı Sultanisinde meccanen okutulduğu, ve Makedonya Bulgar’ı ile kuzey Bulgarlarını yan yana yürütenin bu eğitim olduğu, Osmanlının kendi düşmanlarını kendisinin yetiştirdiğinden dem vururken “Bizim sınıftakiler [Bulgar Öğrenciler] o kadar zeki değillerdi; çalışmada ağırdılar; fakat sürekli çalışırlardı. Bizlere üstünlükleri de bundan ileri gelirdi…” (s.55) Ruşen Eşref Ünaydın’ın bu ifadelerinde bir hikmet gizli. O hikmet başarının sürekli ve sebatla çalışmayla elde edileceğini gösteriyor. Bir de Allah vergisi zekâ olursa o zaman başarı kaçınılmaz olur. Atatürk’ün dediği gibi “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir.” Ancak sabretmeli ve süreklilik arz eden sürdürülebilir bir çalışma gayreti içinde olmadır.
“Denebilir ki Anadolu savaşının ilk hızı işte bu misilsiz korunmada gizlidir. Zira milli gücümüze güven duygusu, sonsuz istiklale kavuşma isteği o alevde tavlandı.” (s.67-68)Ruşen Eşref Ünaydın’ın bu satırlarda Çanakkale savaşının eşsiz bir savaş olduğunu, benzerinin bulunmadığını, Türk milletine bu savaşın kurtuluş fikrini ve azmini verdiğini alenen söylemekte ancak zımnen Mustafa Kemal’in de Atatürk olma işaretlerini verdiğini, kendini gösterdiğini, Mondros Mütarekesi sonucu yurt dışına çıkmak zorunda kalan Harbiye Nazırı, Osmanlı Orduları Başkomutanı Damat Enver Paşa’ya başkalarının adı geçse de ondan başkasına güvenmez hale gelecek kadar çevresine kurtuluşu ben sağlarım manasında güven verdiğini söylemektedir. Fevzi Çakmak Paşa, Sultan Vahdettin’e Devleti bu istiladan kurtaracak on altı tane paşanın ismini vermiştir, ancak bu isimler arasında Mustafa Kemal’in ismi yoktur.
Ruşen Eşref Ünaydın’ın 10 Ocak 1922 tarihinde yazdığı “Asker Geçerken” balıklı yazıda “Kûtü’l-Amâre” zaferinden bahsetmesi gösteriyor ki bu zaferin unutturulması Atatürk’ten daha sonraki yıllarda olmuş, nasıl oldu ise bu zafer tarih kitaplarından silinmiştir.
Ruşen Eşref Ünaydın İstanbul Hükümeti ile birlikte Ankara Hükümetinin de çağrıldığı ve Serv’de yapılacak değişikliklerin müzakere edileceği Londra Konferansı sırasında gittiği İngiltere’de gördüklerini “Sen Jeyms Günleri: I” başlığı altında “Müzakereye Giderken” (s.85) başlığında yazmıştır. Bu yazdıklarından en önemlisi diyebileceğimiz İngiltere’de karşılaştıkları muameleler ve protokoller yanında “hissediyorum ki şu mühim dakikalarda her zamankinden ziyade Türk’üz ve sayımız gittikçe çoğalıyor… Vücutlarını gördüğüm şu beş on kişinin etrafında, şimdi vücutları görünmeyen insanların hayalinden kocaman bir kafile daha var: Siperlerde bellerine kadar karlar içinde ölümle kucak kucağa olan yorgun, fakat hala dinç Türk delikanlıları gözümün önüne geliyor: Onların vücutları şimdi oralarda, sıcak odalarına ve ailelerinin çehrelerine hasret duyarak nasıl bekleşiyorlarsa, hayalleri de burada kirpiklerimin yaşları arasında titreşiyor.” (s.86)cümleleriyle kendisini orada görünmeyen Türklerin de desteklediğini, şehitlerin varlığını ve sorumluluğunu omuzlarında hissettiğini beyan ile kendilerini bu yüzden az ve yalnız hissetmediğini ifade ediyor.
İstanbul Hükümetini temsilen Londra’ya gelen Tevfik Paşa sözü yani müzakerelerde Türkleri temsil hakkını hakiki ve meşru millet murahhasları olan Ankara Heyetine bırakması, İstanbul ve Ankara Hükümetlerin edeceği kavgadan karlı çıkmak isteyen İngiliz ve Yunan devletlerinin hayal kırıklığına uğratmış ancak “Tevfik Paşa ise bu hareketi ile müzakerelerde birliği saplamış oldu.” (s.94) ve neticede “Anadolu Büyük Millet Meclisi Hükümeti konferansça, yani İtilaf Devletlerince fiilen tanındı.” (s.95)
Ruşen Eşref Ünaydın “Saint James günleri: III” balığı altındaki “Müzakere Salonunda” (s.99) yazısıyla İngiltere Londra’daki “Londra Konferansı” sırasında üçüncü toplantının yapılacağı salona müzakere murahhaslarıyla birlikte kendisinin de gittiğini yazdıktan sonra artık salona gidene kadar etrafında gördüklerini, salona girince masanın pozisyonu ve masada oturanların oturuş şekillerini, duvarlardaki oymalı tahtaları ve resimlerin çizilişinden renklerine kadar muhteviyatını, şöminenin yanışını ve etrafında oturanları, konuşanların konuşmasından başka el kol, kaş göz hareketleriyle jest ve mimikleriyle nasıl müzakerecileri etkilediğine kadar kısaca gördüğü her şeyi bir kamera edasıyla yazıya döküp sanki canlı yayın yapar gibi hiçbir şeyi atlamamaya çalışarak ogün millete aktarırken bugünün de okuyucusuna o günlere dair bilgi vermek için sunmaktadır.
Ankara Hükümeti adına İngiltere Londra’daki “Londra Konferansı” sırasını takip eden Ruşen Eşref Ünaydın tarafından tespit edilen hemen yukarıya aldığımız Tevfik Paşa’nın kendisini İstanbul Hükümeti olarak yetkili görmeyip yetkinin Ankara Hükümetinde olduğunu heyete beyanının yanında İstanbul Hükümetinin ikinci murahhası Bekir Sami Bey de “Sevr Muahedesini Türk Milleti kabul etmekte mazurdur. Zira bu muahede, ruhu itibarıyla bir idam hükmüdür.” (s.107) diyerek Sevr anlaşmasına İstanbul Hükümeti Murahhasları olarak karşı olduklarını ortaya koymuşlardır.
Ruşen Eşref Ünaydın “Londra’da Bir Namaz” (s.113) adlı yazısıyla İngiltere’de hasret kaldığı İslam sıcaklığına ve namaz ibadetinin cemaatle edasına İngiltere’de yaşayan Müslüman Hintlilerin kendi mimarilerinde inşa ettikleri ancak İstanbul’daki bir türbenin binasından daha küçük ‘Woking Camii’ bir mescitte Hintli, Mısırlı, Sudanlı, Güney Afrikalı, Türk, İranlı hatta İngiliz (s.116) cemaat olup ümmetin birliğini yaşamalarını aktarıyor.
Ordunun ilerleyişi ve her şeyin Türklerin lehine yolunda gitmesi Ruşen Eşref Ünaydın’a “Vatan Geliyor” (s.119) başlıklı yazıyı yazdırıyor. Ruşen Eşref Ünaydın Türk milletine zaferin yakın olduğunu, istiklalimize kavuşacağımızı ve bir vatan sabi olacağımız müjdeliyor.
Muzaffer bir kumandanın işgalden ve zulümden kurtarılmış bir şehre girişini ve bu şehrin halkının can-u gönülden kurtarıcılarını karşılamak için yol boyunca dizilerek sevinç gösterilerini bir film şeridi gibi gözlerimizin önüne sererek bizleri o günün kurtuluş sevincine ortak ediyor Rüşen Eşref Ünaydın “Bursa’ya Zaferle Girişi” (s.121) başlıklı yazısıyla.
Rüşen Eşref Ünaydın’ın da bulunduğu Çankaya Köşkünün -köşk tamir görmekte olduğundan- yanındaki küçük dairede Gazi Mustafa Kemal’in verdiği akşam yemeğinde haziruna “Yarın, Cumhuriyeti ilan edeceğiz!” (s.132) dedikten bir gün sonra 29 Ekim 1923 Pazartesi saat 20.30 gösterdiği sırada Türkiye Büyük Millet Meclis coşkuyla “Cumhuriyet” kararını verdi. Rejimin Cumhuriyet olduğunu tespit eden kanun çıkarılır çıkarılmaz aynı gün biraz sonra Cumhurbaşkanı seçimi yapılır. “Cumhurbaşkanı seçiminin isim bildirme (tayin-i esami) olması kararlaşınca, başkanlık kürsüsünün sağ katiplik yerinden alfabe sırası ile seçim yeri belirterek isimleri okudum. Ve oy kutusunda 158 defa Gazi Mustafa Kemal adı saydık…” (s.137) yani “Gazi Mustafa Kemal oy birliği ile ilk Türkiye Cumhurbaşkanı olmuştu.” (s.138) daha doğru bir imla ile Gazi Mustafa Kemal Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu. “Dün akşam, yemekten sonra, birkaç arkadaşına sofrasının başında sohbet olarak açtığı konuyu, milletin iradesi ile bu akşam devletin en kök gerçeği, yeni Türkiye’nin meşru ve kanuni rejimi haline getirmiş olan ilk cumhurbaşkanı.” (s.139) Bu ifadelerden anlıyoruz ki karar verdikten sonra uygulamada gayet titiz ve çabuk bir lider vardır karşımızda, bir gün içinde kanun çıkarıp o kanun emri olan cumhurbaşkanlığı seçimini de akabinde yaparak gayet seri hareket etmiştir.
“Sana Nasıl Kıyacaklardı?” (s.145) yazısı kitabın başından beri olayların içinden anlatılan Kurtuluş hikayesinin zaferden sonra salim kafayla oturup geriye doğru düşünülerek ancak olayların dışından sonradan yazılmış bir yazı. Başlık da Anadolu’da bir kadının vatana bakarak “Sana Nasıl Kıyacaklardı?” içi yangın bir halde söylediği bir söz. Bir muhasebe, bir gözden geçirme bütün yaşanılanları. Başlangıçta yazılara ümit ve ümitsizlik dili hakimken sonunda kesinlik ifade eden bir üslup hakimdir. Bir kitapta anlattıklarını bir yazıda anlatıyor.
Ruşen Eşref Ünaydın “İstiklal Yolunda” eserinde her ne kadar anılarını sadece olaylar ve yaşanılan hayatın hikayesi olarak yazmasa da o geçmişe dönük benzetmelerle tarihi de acı tatlı yönleriyle ders çıkaracak şekilde hatırlatarak yazmış kitabını. Zaferden bahsedip övgü düzeceği zaman geçmişin anlı şanlı tarihinden alıntılarla bir kıyaslama yaparak o günün imkanlarının çokluğu ve bu günün imkansızlığını göz önüne sererek bir başarı yorumu yapmakta, başarısızlıktan bahsedince yine geçmişte yaşanmış başarısızlıkların sonuçlarını yorumlamakta eğer başarısız olursak başımıza geleceklerin o günlerden daha kötü olacağını anlatmakta millet dişini sıkarak istiklal yolunda bu mücadeleye destek vermesini öğütlemektedir.

