19. yüzyıla kadar bilinen tek tarih usulü olan Herodot tarzı “Hikâyeci Tarih,” gözü kara insanların, genellikle de erkeklerin kahraman olarak sunulduğu bir “edebiyat dalı”ydı. Bu tarih, sadece kralların ve savaşçıların hikâyesini anlatarak dinleyicilere ders vermeyi amaçlamıyordu. Kaba kuvvetle şekillenmiş, vahşi zamanlardan kalma gelenekleri sorgulamak yerine yaşananları, yaşanacakların bir öncülü olarak kabullendirme işlevini de üstleniyordu.
Herodot tarihçiliği, saraylar tarafından disipline edilerek önce batıda sonra da doğu dünyasında uysal ve kabullenici bir düşünce sistematiği ortaya çıkardı. Bugün bir bilim olarak kabul edilen modern Tarih ise “neden-nasılcı” ve “sorgulayıcı”dır. Bu sorgulama metodunun kalitesi ve yararı, Tarihçinin bilgi birikimi kadar, zekâsı, özgürlüğü ve cesaretiyle de ilintilidir. Üniversitelerden siyasi çözümlere zemin oluşturabilecek bir tarih tezi çıkmamasının temel nedeni, yine Herodot alışkanlığına bağlı “saray faktörü”dür.
İlk dolaylı üretim aracı ve bireyin ilk mülkü olan ilkel “silahlar”ın av hayvanlarından insanlara doğru yönelmesi, erkek zekâsının ürettiği bir “problem çözme” yöntemiydi. Güçlü olan, güçsüz olanı aradan “çıkarıyor” ve parsayı “topluyor”du. Bu yöntemin, basit toplama ve çıkarma işlemlerinden çarpma, bölme ve cebire doğru gelişmesi, günümüze kadar süregelen savaşları ve askerlik tarihini ortaya çıkarmıştır.
Tarih Öncesinin erkeğe özgü bir vazifesi olan “avcılıkla” meşruiyet kazanan silah kullanma hakkı, “ana yüreği” ile şekillenmiş bir tarihte bu kadar kolay kültürleşemezdi.
Önce yeni avlanma ve barınma alanları, sonra da yeni tarım ve yerleşim alanları için hakimiyet iddiasına girişen insanoğlu, cennetten kovulmanın hakkını verircesine, diğer Ademoğullarını öldürmeye devam etti. Annelik hakkının değer sayıldığı bir toplumda evlat ölümlerine yol açan savaşların böylesine kanıksanması mümkün değildi. Kalleş bir silahlı sonuç alma yöntemi olan terörün bile her iki cinsten insanlar tarafından benimsenebildiği bir dünyada “kadın yüreği”nin etkisini aramak anlamsızdır.
Başından beri avcı, savaşçı ve kahraman olan erkek, Tarih yazılmaya başladığında çoktan kral hatta “tanrı” bile olmuştu. Kraliçe ve tanrıça olabilen kadınlar da vardı. Ancak kadına siyasi itibar getirecek bir cinsel kültür devrimi yaşanmadığına göre kadının siyasetteki konumunun pek de değiştiği söylenemezdi. Tarihin cinsiyetle olan ilgisi ve bu alakanın siyasi sonuçları, bugün bile bilimsel olarak sorgulanabilmiş değildir.
Yunan mitolojisinin, Herodot’u ve Roma üzerinden Hıristiyanlığı da etkileyerek erkek egemen bir kültür üretmesinin arka planında “Yunan coğrafyasının bereketsizliği”nin bulunduğu gerçeği, kadınların batı medeniyetinde olup bitenlere, “neden daha yüksek sesle itiraz etmeleri gerektiği”ne dair sağlam bir ipucudur.
Bu itiraz, basit bir feminen fantezi gibi görülmemelidir. Son iki yüz yılda uygarlık ve demokrasi yönünde yaşanan toplumsal evrimin en önemli iki sonucundan biri, geçmişi özgürce sorgulayabilecek bir “Tarih bilinci”ne ulaşmış olmamızdır. Geçmişi doğruca sorgulamadan sağlam bir gelecek tesis etmek mümkün değildir. Ancak bu sorgulamaya bugün en güçlü ve en savaşçı siyasi yapının mesela ABD’nin başlaması ve tüm milletler tarafından adaletle yürütülmesi gerekir.
Eğer bu bilinçle, Tarihin yanlış başlangıcıyla yüzleşemez ve “savaş, silahlanma, erkek egemenliği” gibi beşeri alışkanlıkları sorgulayamazsak medeniyetten herkes için saadet çıkarmak mümkün olmayacaktır.
Son iki yüz yılın “diğer toplumsal evrim şampiyonu” ise “kadın”dır. İletişim ve teknoloji çağı, “kadın”a büyük bir rövanş fırsatı vermiştir. 21. yüzyılda, erkekle kıyas kabul etmeyen iletişim avantajı, hukukla takviye edilmiş cinsel kabiliyeti ve güç asimetrisini izale eden bir teknoloji kültürüyle gümbür gümbür gelen bir “kadın gerçeği”yle karşı karşıyayız.
Erkeğin silah, kan, gözyaşı, çevre kirliliği, radyasyon ve stres üreterek atmosferin vicdanı sayılan ozon tabakasını bile deldiği dünyaya, şimdi genetik kodlarına uygun koruma, kollama ve muhafaza formasyonuyla “kadının gücü” geliyor.
Gidişata bakarak rahatça söyleyebiliriz ki; “Kadın Yüzyılı”nın başlarındayız. Bir geçiş dönemindeyiz ve bu yüzden de toplumda “kadınsılık” revaç bulmuş görünüyor!.. Kadın perşembesinin gelişi, “geçiş dönemi kadınsıları”nın uzayan iktidar çarşambasında bariz bir şekilde ortaya çıkıyor! Açık toplum, bireyin özgürlüğü, sivil demokrasi gibi askerlik, erkeklik ve savaş karşıtı söylemler, gelişmekte olan genç toplumları hadım edercesine öne çıkarılıyor.
Bu “tarihi dönüşüm”ün dikkate alınması ve “kadın etkin” sürecin, hem “erkek egemen komşuların saldırılarından” hem de “geçiş dönemi kazalarından” korunması gerekiyor.