Çifte Sandıklı Müzakerenin Geçersizliği Üzerine…
Şükrü Alnıaçık
Olaki basiretimiz bağlandı ve elimiz “ihanetin başını ezmeye” varmadı. Diyelim ki; şeytan dilimize vurdu ve “İmralı canisi” söyleminden vazgeçtik… Farz edelim ki
“yüreğimize ak düştü” ve PKK’yla müzakereyi ciddiye aldık, içimize sindirdik… Bu durumda yine bu müzakerenin geçersizliğini milletimize anlatmaya devam ederiz. Bu iki taraflı azgınlık saltanatında yapılan işler, ahlaki, hukuki ve siyasi açıdan tarihi bir hatadır.
İktidar, oyu bol bulmanın rahatlığı ve seçim sandığından aldığı gücün sarhoşluğuyla aşağıdaki gerçekleri gözünden kaçırmaktadır. PKK ise mermiyi bol bulmuş, mermi sandığından aldığı güçle masaya oturmaktadır. Türk tarihi, bu çifte sandıklı zulmün arasında sıkışıp kalmıştır. Bu müzakere her bakımdan illegaldir ve geçersizdir.
Anarşi ve terör, soğuk savaş yıllarında Marksist siyasi mücadelenin bir devrim aparatı olarak ortaya çıkmıştır. Sosyalist ülkelerde en masum bir sendikal harekete, bir öğrenci protestosuna dahi izin verilmezken özellikle gelişmekte olan Sovyet karşıtı ülkelerin anarşi ve terörle karşı karşıya kalması, meselenin köklerine inmemize fırsat veren bir “yaşanmış gerçeklik tablosu“dur.
Sovyetler Birliğinin devrim ihracı için 1945 ile 1990 yılları arasında 500 milyar dolar harcama yaptığı iddiası, bir “hür dünya efsanesi” olsa bile “inandırıcı“dır. Saddam’ın elindeki Scud füzelerinin ve Suriye’deki Sovyet üslerinin bu bütçeye dahil olup olmadığını bilmiyoruz.
Başta Sovyet ajanları olmak üzere Sosyalist Devrimci istihbarat örgütleri, bu 45 yıl boyunca kapitalist ülkelerde istismar edilecek alanları aramış ve bulmuşlardır. Sosyalist Enternasyonalin anası olan Sovyet Rusya’ya bağlı ajanların, farklı milletlerden yandaş bulabilmesi, kapitalist ulusal devletlere göre daima daha kolay olmuştur. Amerika’ya hizmet etmenin ihanet sayıldığı Müslüman ülkelerde bile Sovyetlere hizmet, enternasyonal bir idealizm gibi algılandı. Oysa hizmet edilen yegâne değer, “Rus milli menfaatleri“ydi.
Bugün terör sayesinde adım adım hedefine yaklaşan PKK isimli Marksist devrimci hareket, işte o yıllardan kalmış ve Sovyetçi Hafız Esad’ın diplomasi kilerinde konserve gibi muhafaza edilmiş bir beşinci kol faaliyetidir.
Sovyetler dağıldıktan ve Sosyalizm iddiası rafa kaldırıldıktan sonra örgüt, Türkiye’nin ulusal düşmanlarıyla düşüp kalkan ve eylemleri ne kadar Türkiye’ye zararlı olursa o kadar prim kazanan bir ihanet kimliği edinerek hayata tutunmayı başarmıştır. Soğuk savaş bittikten hemen sonra, başta Yunanistan ve Ermenistan olmak üzere pek çok ülkenin istihbarat birimleriyle iş tutan PKK, nihayet çarşıda her sabah müşteri kalabalığına doğru sallanan AIDS’li bir falçata gibi bizim hacı emmilerden oluşan “çarşı yönetimini” korkutmayı başarmıştır.
Cumhuriyetin ruhunu ve milli güvenlik konseptini bir türlü özümseyemediği için ülkeyi bedava mal bulmuş bir işportacı mantığıyla yöneten AKP hükümeti, işte PKK ile masaya bu korkuyla oturmuştur. Teröristle pazarlığın devlet adamlığına yakışmayan tarihi erdemsizliği ve onursuzluğu bir yana PKK, böyle bir sonucu hak etmemiştir.
İmralı’yla müzakere sürecinin tarihsel geçersizlik nedenleri şunlardır:
1- PKK’nın ve lideri Abdullah Öcalan’ın Kürtleri temsil hakkı yoktur. Bu durum İmralı’yla veya Kandil’le müzakereyi hukuksal açıdan ıskat etmektedir.Marksist PKK, Maocu Kurtuluş fraksiyonunun devamıdır. Kırlardan şehirlere (PKK’dan KCK’ya) doğru devrim stratejisi uygulayan PKK, kendi fraksiyonunun dışındaki KAWA, Ala Rızgari, KUK gibi Marksist örgütlere bile tahammülü olmayan yani asla bölge halkının tamamına hitap etmeyen bir devrimci sol örgüttür. Bu kızıl bayraklı örgütün, üç renkli bir ulusal propaganda bayrağı altına girmesi, bilim, ahlak ve felsefe açısından oryantal bir figürden başka bir değer ifade etmemektedir. Anadolu’da bu tavır, “pilav olmayınca lapaya bozmak” olarak ifade edilir.
2- Kürtler, Irak ve Suriye’de azınlık, 2. sınıf vatandaş iken Misak-ı Milli ‘ye Lozan’a ve Anayasaya göre Türkiye’de majör unsur ve 1. sınıf vatandaştır. Bu durum, etnik temelli bir müzakereyi “esastan” bozmaktadır. Türkiye ırkla değil, Kongreler, Misak-ı Milli, Kurtuluş Savaşı, Lozan gibi tarihi olaylarla kurulmuş bir Ülkede Kürt etnik hakları üzerinden demokrasi edebiyatı yapılamaz. Bu ülkenin 2. 5.ve 8. cumhurbaşkanları Kürt’tür. Zaten BDP ve PKK da sonradan akıllarına gelen “anadilde eğitim” gibi provokatif ve yararsız bir etnik söylemin ötesine geçememişlerdir. Lafın gerisi devrimci siyaset, terörist taktik ve arabesk varoş edebiyatıdır.
3- PKK, kuruluş, söylem ve askere yönelik eylemlerinin niteliği itibariyle demokratik bir iç siyaset dinamiği olmaktan çıkmıştır. Böyle bir müzakere, siyasi teamüller açısından “yok” hükmündedir. PKK soğuk savaş bittikten sonra yabancı istihbarat örgütlerinin kollarında, iyi ya da kötü bir “düşman askeri güç” niteliği kazanmıştır. Böyle bir silahlı kuvvetle TC vatandaşlarının meselelerini müzakere etmek, PKK’yı destekleyen yabancı güçlerin iç işlerimize yaptığı dolaylı bir müdahaledir.
Bütün bunlara rağmen kan dökerek yapılan siyasete prim vermek, demokrasinin ruhuna ve sivil demokratik kurumlara yapılabilecek en büyük hakarettir. Büyük Türk Milletinin, bu tarihi terbiyesizliğe verecek bir cevabı elbette vardır. Er ya da geç…
Ama seçim sandığıyla, ama mermi sandığıyla…
Bu azgınlık bitecektir!..