Kara Budun Kafası
Şükrü Alnıaçık
Tarihte Türk hükümdarların başının belası olan “isyancı kara budun” kavramına olumlu bir anlam yükleyebilmemiz için devlet umurundan, yönetim sorumluluğundan ve soylu düşünceler olan şanlı ülkülerden epeyce uzaklaşmış olmamız gerekiyor.
Türk tarihinin “kara budunlu” yıllarında, eli silah tutan her Türk atlı asker sayıldığı için halkı itaat altına almak, bugünkünden çok daha zordu.
Bu askeri toplum, bir senyör şatosunun 5 kilometre ötesinde, toprağa bağlanmış da değildi.
Türkler, boylar halinde yaşıyorlardı ve bir vergi memurunu, bütün maiyetiyle birlikte kovalamaya amade elli-yüz adam her zaman mevcuttu.
Bilge Kağan Kitabesinde “başlıya baş eğdirmek – dizliye diz çöktürmek” şeklinde özetlenen otoriter siyasi düstur, işte o yıllarda ortaya çıkmıştır.
Arabi İslam terminolojisine, Kapitalist başvuru kitaplarına veya Marksist literatüre itibar etmeyerek kendi tarihi ve kültürel motiflerinden beslenen Ülkücü muhayyilesinin “kara budun” ve “isyan” kavramlarına olumlu bir anlam yükleyebilmesi için gerçekten de büyük bir değişim geçirmiş olması gerekiyor.
Kara budun, midesiyle düşünen ve asla soylu Ülkülerden beslenmeyen halkı ifade eder. Mesela Türkiye’nin bugünkü aktif Kara budunu, Marksist proleter söylemlerle tahrik edilmiş, güneydoğu yoksulları yani BDP seçmenleridir. Sınıf jargonu kullanmaya asla tenezzül etmeyen Ülkücü hareketin içinden her hangi bir kesimi “kara budun” olarak vasıflandırmak ve onu isyana teşvik etmek, bize yakışan bir davranış değildir.
Kara budun, tefekkürden, edebiyat ve estetikten uzaktır. Bu yüzden de genellikle sövme, dedikodu, iftira, ağır hakaret gibi ucuz yöntemler kullanır. Son Kurultay döneminde görevini yapan ve düşüncesini kağıda aktaran Ülkücü yazarlara bir “disiplin” kelimesi üzerinden bile namuslarına dil uzatılacak kadar saldırılması, şeref ve haysiyet kaygısı taşımayan “kara budun isyancılığı“nın bünyemize nasıl bulaştırıldığını bize açıkça göstermiştir.
Bundan bir yıl kadar önce “Ülkücü Proletarya” kavramını ortaya atarken yetki ve sorumluluk makamına gelen bazı Ülkücülerin dışarıda kalanların halini unutarak ötekileştirdiğini, bunun da yapay bir “sınıflaşmaya” yol açtığını esefle belirtmiştik.
Merkezden uzaklaştıkça yetkisiz ve etkisiz kalan Ülkücüler, ideolojik tabiatları gereği yerlerinde duramıyorlardı. Memleket tablosu karardıkça mevcut yönetim kadrolarına yönelik eleştirel söylemler, zamanla bir “kara budun” isyanına dönüşüyordu. Devlet beyin ifadesiyle “Başkanlar duvarı“nı aşamayarak “küstürülen değerler” de bu idealist topluluğa katılıyor, hatta iç siyasetin kızıştığı dönemlerde muhalefete aktif veya pasif destek vererek isyana fikri omurgası olan bir “ihtilal” görünümü kazandırıyorlardı.
Türkiye’nin nereden nereye götürülmeye çalışıldığını pek çok Ülkücüden önce fark eden Devlet Bey, herkesten önce bu tehlikeyi de görmüş ve adını da kendisi koymuştu. O’nun, “değerler mezarlığı” olarak tavsif ettiği bu bölgenin yeniden harekete geçirilebilmesi için önce merkezle çevrenin arasında yükselen “başkanlar duvarını” yıkmak gerekiyordu.
Ülkücü harekette hasbelkader bir başkanlık makamı işgal etmiş ve başka da hiç bir mesleki başarıya imza atamamış ne kadar “reis” varsa tabii kontenjan senatörleri gibi yeni bir sınıf oluşturuyor ve kendi sosyal yaşantısını, hatta mali bilançosunu bu gasp edilmiş yetkiyle kolaylaştırmaya çalışıyordu.
Sabık başkanlarla genellikle onlar tarafından küstürülmüş değerlerin ve değerleri isyan bayrağına tuğ yapmaktan başka bir kaygısı olmayan kara budunun el ele vermesi halinde ise hareket güç kaybediyordu.
Kara budun, öyle zannedildiği gibi tepedeki menfaatlerden uzak, “dervişane” bir Ülkücülüğün ifadesi değildir. Kara budun, sosyeteden, Paris’ten ve Pera’dan uzak bir “Anadolu çocuğu” yaşantısını da ifade etmez.
Kara budun kafası, neden yürüdüğünü bilmeden yürüyen, neden koştuğunu bilmeden koşan, neden yaşadığını bilmeden yaşayan ve neden öldüğünü bilmeden ölen komünal bir düşüncenin tarihten yansımasıdır.
Kara budun kafası, “…Bilmediğin için, yanıldığın için çokça öldün!..” diye haykıran Bilge Kağanın “başının belası“dır.