BAŞKANLIK MODELİ Mİ?
PARLAMENTER DEMOKRASİ Mİ?
Prof. Dr. Semih Yalçın
Yeni anayasanın yazımıyla ilgili çalışmalar sürerken öne çıkan en önemli konuların başında rejim tartışmaları gelmektedir. Özellikle AKP sözcüleri tarafından başkanlık sisteminin Türkiye’nin sorunlarına çözüm getireceğine dair iddialar ortaya atılmakta, kamuoyu rejim değişikliğine alıştırılmaya çalışılmaktadır. Rejim değişikliğini savunanlar, daha önceki dönemlerde de aynı tartışmaların yaşandığını hatırlatarak, Türkiye’nin ancak başkanlık modeliyle rahatlayacağı iddiasını ileri sürmektedir. Siyasi liderler arasında Alparslan Türkeş, Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in de vaktiyle başkanlık modeli üzerinde durdukları doğrudur. Lakin bu liderlerin başkanlık sistemini istediği yıllar, Türkiye’nin koalisyonlar yüzünden hükümet krizleri yaşadığı, zaman zaman sistemin tıkandığı dönemlerdir.
Bu dönemlerin siyasi iktidarları, mevcut tıkanıklıkları aşmak ve kendi erklerini güçlendirmek için hangi sistemin çıkarlarına uygun olduğunu araştırmışlar, başkanlık modelini tartışmaya açmışlardır. Ellerinde tuttukları siyasi erke hizmet edeceğini düşündükleri bu rejim tarzını halka benimsetmeye ve empoze etmeye çalışmışlar, ancak ortaya attıkları tezler, sathî söylemlerden ve öze inemeyen kısır tartışmalardan ibaret kalmıştır.
MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş’in başkanlık sistemini savunması meselesi ise diğerlerinden ayrı değerlendirilmelidir. Alparslan Türkeş’in sistemle ilgili ilk fikirleri, hem ideolojik ayrışma ve parçalanmaların siyasî bunalımları tetiklediği, hem de Türkiye’de radikalizm fırtınalarının estiği bir konjonktürde ortaya çıkmıştır. Türkeş’in başkanlık modelini ortaya attığı 1960’lı yıllar ve o yılların kendine özgü şartları hayli geride kalmıştır. Alparslan Türkeş’in o dönemde başkanlık modelini savunmasının altında, 1961 Anayasası’yla millî hâkimiyetin parçalanarak siyasî ağa ve dayılara, anayasal kimlik kazandırılan bürokratik kurumlara taksim edilmesi yatmaktadır. Nitekim Dokuz Işık’ta “Senatonun kaldırılması” savunulmakta, “Tek Meclis” istenilmektedir. 1980’de Senato zaten kaldırılmış, Türkiye “Tek Meclis”li parlamenter sisteme dönmüştür. Yani merhum Alparslan Türkeş’in maksadı hâsıl olmuştur.
Bu nedenle Alparslan Türkeş de 1997’de vefatına kadar bir defa olsun başkanlık sistemini gündeme getirmemiştir. Aksine 1985’te tahliye olduktan sonra Turgut Özal’ın başkanlık rejimi arzularına karşı çıkmıştır. Alparslan Türkeş, piyasa ekonomisinin ön plana çıktığı 1985 sonrasında partisini “merkez sağ” olarak tanımlamıştır. Bundan sonra Türkeş başkanlık sistemini ağzına almamış, fakat Dokuz Işık kitabının yeni baskılarında eski fikirleri yer almaya devam etmiştir.
Bütün bunlar göstermektedir ki Türkiye’de siyasi rejim tam oturmadığı için, siyasi liderler konjonktüre göre sistem tartışması yapmışlardır. Bu tartışmaların bir türlü bitmemesinde demokrasiyi inkıtaya uğratan askerî darbelerin rolü büyüktür. Buna rağmen yıllar içinde Türk siyasetinin edindiği birikim, ideolojik parçalanmışlıkların aşılmasına katkıda bulunmuştur. Böylece Türkiye’de sağın ve solun parçalanmışlığı aşılmış, rejimin taşları yerine oturmuştur.
AKP, 2002 ve 2007 Seçim Bildirgeleri’nde “parlamenter sistem”in devamından yana olduğunu ilan ederken, sonradan başkanlık sistemini tartışmaya açmıştır. AKP sözcülerinin ve bilhassa Başbakan’ın beyanlarından, iktidar partisinin ve liderinin konjonktür rüzgârının sarhoşluğuna düşerek tek adamlık hevesine kapıldığı anlaşılmaktadır. Burada amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Hattâ bağcıyı kovup bağı rejim ve üniter yapının düşmanlarına taksim etmektir.
Başbakan Erdoğan’ın başkanlık hayalleri, AKP milletvekillerinden biri tarafından kitaplaştırılmış ve kamuoyuna sunulmuştur. Başkanlık sistemini savunan kitapta iktidar partisinin hayata geçirmeye çalıştığı başkanlık sisteminin hükümdarlığa benzediği itiraf edilmektedir. Kitapta, parlamenter rejimin artık tarihî misyonunu tamamladığı ve bu sistemin dünyanın hiçbir bölgesinde kitaplarda yer alan şekliyle uygulanmadığı da iddia edilmektedir.
Bu eserde, Amerikan sisteminden farklı, Fransa’daki yarı başkanlık sistemiyle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tam başkanlık sisteminin karması bir model önerilmektedir. Bu modelde Fransız sisteminin üniter yapısıyla ABD’deki başkanın yetkilerinin buluşturulması öngörülmüştür. Böylece hem üniter yapının korunacağı, hem de tam başkanlık yetkileri kullanılabileceği görüşü ileri sürülmektedir.
Yani AKP’nin önerdiği sistem, bir siyasi çorbadır. İçinde her şey vardır. Tam da Sayın Başbakan’ın “seçilmiş krallık” arzularına uygundur.
Sayın Başbakan Başkanlık sistemi hakkında şunları söylemiştir: “Başkanlık sistemini tartışıp, faydalı yanlarını alalım, öyle çalışalım ki Türk sistemi olsun. Ben illa ABD sistemi olsun demiyorum. Öyle çalışalım ki Türk sistemi olsun. Çok farklı sistemlerin bize faydalı yanlarını alalım, kültürel ve toplumsal yapı farklılığı nedeniyle uygulayamayacağımız yanlarını ayıklayalım. Katılımcı karar alma sistemi oluşturalım, tartışalım. Bugün biz Cumhurbaşkanımız ile uyum içindeyiz ama yarın aynı sıkıntı olmayacağı nereden belli.”
Bir kere rejimin bir Türk yönetim tarzı olmasının birinci şartı, üniter devlet yapısının ve millî egemenlik ilkesinin korunmasıdır. Anayasa’dan Türk adını ve millî egemenlik vurgusunu kaldırmaya çalışan, millet kavramının içini boşaltan bir zihniyetin Türk milletinin dokusuna ve Türk kültürüne uygun bir başkanlık sistemi oluşturacağına inanmak safdilliktir.
Tayyip Erdoğan, yetiştiği zihniyetin öteden beri diktatörlükle suçladığı Atatürk’e özenmektedir. AKP kurmayları bilmelidirler ki fikirlerine hiç katılmadıkları, dünyaya bakışını ve temellerini attığı Cumhuriyet’i benimseyemedikleri Atatürk’ün tek adamlığı diktaya değil, demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla yerleştirilmesine ve ulus devlet anlayışının benimsenmesine adanmıştır.
Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı yıllarında, henüz meclis açılmamışken, gazeteci Yunus Nadi’ye, “Önce Meclis, sonra ordu” diyerek, istiklal mücadelesini başarmak için silaha veya güce değil, millete dayanmak gerektiğini vurgulamıştır. Atatürk daima millî iradeye ve millî hâkimiyete önem vermiştir. Nitekim savaştan sonra da kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı güçlü bir demokratik sistemin temelleri atılmaya çalışılmıştır.
Başkanlık ve Yarı Başkanlık Modeli ve
AKP Sistemi Arasındaki Farklar
AKP tarafından önerilen sistem, söz konusu kitapta dile getirilen yarı başkanlık sistemine uymamaktadır. Çünkü bu sistemin temel ayaklarından biri, halkça seçilmiş ve güçlü anayasal yetkilerle donatılmış bir başkan ise, diğer ayağı da parlamentoya karşı sorumlu bir başbakan ve bakanlar kuruludur. Oysa AKP önerisinde hükümetin güvenoyu mekanizması yoluyla parlamentoya karşı sorumluluğu yer almamaktadır.
AKP önerisi ABD’deki siyasi rejimine göre de farklılıklar arz etmektedir. AKP’nin teklif ettiği başkanlık modelinin Amerikan başkanlık sisteminden ayrıldığı temel nokta, başkana, başkanlık kararnameleri ile yönetme imkânı tanınmış olmasıdır. Kuvvetler ayrılığına tümüyle aykırı olan böyle bir yetki ABD’de yoktur. ABD Anayasası başkana, kanun niteliğinde kararname çıkarma yetkisi vermemiştir. Başkan sadece, anayasa uyarınca kanunları sadakatle uygulamakla yükümlüdür. Görevi çerçevesinde, kanunların anlamını açıklayacak ve yürütme organının uygulamalarına yön verecek nitelikte “yürütme emirleri” çıkarabilir. Bunun dışında kongre de, açık bir anayasa hükmüne dayanmamakla beraber, başkana bazı alanlarda yetki devrinde bulunabilir. Ancak bu yetkiler de dış politika icraatında temerküz etmektedir.
Bazı Latin Amerika ülkelerinde zaman zaman kararnamelerle yönetim uygulamaları görülmektedir. Bununla birlikte kararname tasarrufu, başkanla yasama organı arasında çatışmaya ve anayasa krizlerine yol açabilmektedir. Böylece ortaya çıkan bir tabloda, başkanlık sistemini dejenere eden bir dikta eğiliminin renkleri göze çarpmaktadır. Uzmanlar, başkana yasama organını feshetme yetkisinin verilmesini ise, sert kuvvetler ayrımına dayanan başkanlık sisteminin özünden radikal bir sapma olarak değerlendirmektedir.
AKP önerisini Amerikan modelinden ayıran bir başka fark atama yetkisiyle ilgilidir. AKP teklifinde başkana kamu görevlilerini, büyükelçileri ve bazı yüksek yargı mensuplarını atama yetkisi verilmiştir. Buna karşılık ABD’de başkanın bu yetkisi, Senato’nun onay şartına bağlanarak dengelenmiştir. AKP teklifi senatolu bir modeli öngörmediğine göre, istenen tek adamlıktan, padişahlıktan başka bir şey değildir.
Amerikan modeli ferdiyetçidir; birey hak ve hürriyetlerine öncelik vermektedir. Siyasi iktidar; keskin kuvvetler ayrılığı ve çoklu güçler dengesiyle sınırlayan bir siyasi kültür üzerine bina edilmiştir. Amerikan modelinde temel öncelik, devletin iktidar alanını genişletmek değil, tersine birey hürriyetlerini güvence altına almaktır.
Amerikan başkanlık modelini farklı kılan unsurlardan biri de federal devletin kuruluş safhasında kendini gösteren özgün süreçtir. Amerika Birleşik Devletleri 1774’de İngilizlerle savaş kararı alan 13 sömürgenin iki yıl sonra Filadelfiya Kongresi’nde bağımsızlıklarını ilan etmesiyle teşekkül etmiştir. ABD’de diğer eyaletler de birliğe sonradan katılmıştır. Dolayısıyla, eyaletlerden oluşan Amerikan federal “union”ı, Türkiye’nin kuruluş şartlarından farklılık arz eder. Türkiye’nin kuruluşuna mesnet teşkil eden olgu, millî birlik esasıdır. Türkiye’yi kuran Millî mücadele Kurmayları, Anadolu coğrafyasında vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü savunarak Amerikan sisteminden farklı bir model üzerinde ilerlemişlerdir. Bu itibarla AKP’nin başkanlık modeli kabul edildiği takdirde, Türkiye’nin vücuduna yanlış aşı zerk edilmiş olacaktır. Yanlış aşı, aksi tesir yapmakla kalmayacak; yekpare bir dokuyu, millî birliği parçalayacaktır.
Amerikan modelinin bu ülkenin dışında bir uygulaması da yoktur. Zira çoklu güçler dengesine dayanan bu sistem, ancak ABD gibi ekonomik açıdan güçlü liberal bir ülkede uygulama zemini bulabilmektedir. Diğer ülkelerdeki başkanlık sistemi örneklerinin hepsi demokratik niteliklerden yoksun modellerdir.
Dünyada, parlamenter modelle yönetilen demokratik ülke sayısı, başkanlıkla yönetilenden daha çoktur. İngiltere, Almanya, İtalya, Japonya, Hindistan, Avustralya gibi ülkeler parlamenter demokrasiyle yönetilen ülkelerdir. Ayrıca herhangi bir ülkedeki demokrasinin seviyesiyle başkanlık sistemi arasında doğrudan bir ilişki bulunduğunu gösteren hiçbir delil, hiçbir bilimsel veri yoktur.
ABD’de Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler, Avrupa ülkeleri ve Türkiye’deki siyasi partilerden disiplin açısından farklılık arz eder. Bilhassa ABD sistemin belirleyici özelliği, partiler üstü siyasal liberalizm anlayışının hâkim oluşudur. Amerikan partileri arasında ideolojik ayrılık yoktur. ABD’de partiler, politikalarını parti grup kararlarıyla belirlemedikleri için, Kongre çoğunluğu Başkanın partisinden olmasa bile yasamayla yürütme arasında işbirliği sağlanabilmektedir. Böylece güçler dengesinin kurulması ve korunması mümkün olmaktadır. Türkiye gibi parti disiplininin toplumsal ve bireysel hakların önüne geçtiği ülkelerde ise başkanlık sisteminin halk egemenliğini sağlaması mümkün değildir. Parti disiplininin egemen olduğu bir siyasi hayatta, bırakınız başkanlık rejimi denemelerini, başkanlığı çağrıştıran otoriter yöntemler bile askerî darbelere yol açmıştır.
Başkanlık sistemi, uzmanlarca sınırlı bir monarşi rejiminin cumhuriyete dönüştürülmüş biçimi olarak tanımlanmaktadır. Bu evsafıyla Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulanmasının mahzurları çok fazladır. Çünkü Bu sistemde, yasama ve yürütme organlarının başı olan başkan doğrudan halk tarafından seçilmektedir. Seçmenlerinin önemli bir kısmı sadaka ve iane kültürüne alıştırılmış, geniş çaplı sosyal yardımlarla sürekli devlet desteği beklentisine sokulup şartlandırılmış olan ülkemizde gerçek siyasi tercihlerden sapma ve sarfınazar edilmesi mümkündür. O takdirde seçim sonucunun sağlıklı çıkmayacağı, hükümdarlık hülyalarına sahip kimselerin tek adamlık koltuğuna oturması beklenmelidir.
Öte yandan, başkanlık sisteminde başkan ve yasama organının çoğunluğu ayrı partilerden olduğu takdirde, rejim çok ciddi tıkanıklıklara ve krizlere maruz kalabilecektir. Türkiye gibi demokrasisi tekâmül sürecini tamamlamamış; siyasi, sosyal ve psikolojik açıdan bu modele hazır olmayan ülkelerde başkanlık gücü bahşedilen kimsenin keyfi uygulamalara yönelmesi kaçınılmazdır.
AKP’nin önerdiği başkanlık sisteminde başkana yüksek yargı atamaları da dâhil, bütün yüksek kamu görevlilerini atama yetkisi verilmektedir. AKP’nin yeni anayasa çalışmaları çerçevesinde yargı erklerini tek çatı altında toplama niyeti de başkanlık modelinin altyapısını tamamlama gayesine matuftur. Böyle bir model, başkanı her türlü denetimden uzak mutlak ve sorumsuz bir otorite hâline getiren antidemokratik bir sistemdir. Böyle bir sistemde Türk toplumu ve kamu kurumları, evet efendimciler korosuna dönüşecek, “Padişahım çok yaşa!” atmosferi yeniden teşekkül edecektir. Yani başkan, halk tarafından “seçilmiş padişah” konumunda olacaktır. Nitekim ünlü siyaset bilimci Maurice Duverger, başkanlık sisteminde yürütmenin başını “seçilmiş kral” olarak nitelendirmiştir.
Kamuoyunda Başkanlık Sisteminin Yankıları
Hâlbuki Türkiye’de rejimin esas sorunu, ülkenin güçlü bir başkan tarafından yönetilmemesi değil, iktidar partilerinin manipülasyonları yüzünden yasamanın görevlerini tam anlamıyla yerine getirememesidir. Başkanlık sistemi yasamanın sorunlarını çözmeyeceği gibi, Türkiye gibi ülkelerde sadece yürütmeyi güçlendirecek, parlamentoyu etkisizleştirecektir. Millî egemenliğin yerini, parti ve çıkar gruplarının, cemaatlerin ve ideolojik kutupların hâkimiyeti alacaktır.
Hiçbir ülke, anayasasını yaparken başka bir ülkenin sistemini aynen kopya etmemelidir. Hem, her sistem içinde ülkeden ülkeye farklar bulunmaktadır. Ayrıca başkanlık sistemi arayışları, Türkiye’nin parlamenter rejimle edindiği deneyimleri ve ödediği bedelleri yok saymaktadır. Zaten kamuoyunda da bu yönde bir olumsuz algı mevcuttur. Başkanlıkla padişahlığın pek de farkı olmadığını düşünenlerin sayısı bir hayli fazladır. Başkanlık modelini isteyen AKP’nin gerçekteki niyetinin bu model üzerinden padişahlık sistemine geri dönmek olduğu aşikârdır.
Ancak iktidar partisinin bu tür örtülü manevralarına rağmen Türkiye’de Başkanlık modeliyle ilgili yapılan kamuoyu araştırmaları, halkın bu sisteme destek vermediğini göstermektedir. Bir süre önce SONAR Araştırma Şirketi tarafından yapılan bir kamuoyu yoklaması, başkanlık sistemine yönelik desteğin düşük olduğunu ortaya koymuştur. SONAR’ın anketinden çıkan sonuçlara göre, halkın yüzde 52’si başkanlık sistemine karşı çıkarken, yüzde 27’si desteklemektedir. Yüzde 21’lik bir kesim ise konuyla ilgili bir fikri olmadığını söylemiştir.
Bu araştırmadan çıkan ilginç bir sonuç daha vardır: Ankete katılan AKP seçmenleri arasında başkanlık sistemini destekleyenlerin oranı ise yüzde 32 civarında çıkmıştır. Demek ki AKP seçmeninin çoğunluğu Başkanlık sisteminin getirilmesine karşıdır.
Şurası bir gerçektir ki bir ülkedeki hak ve özgürlüklerin durumu, demokrasinin sağlıklı işleyişi, sistemin türüne değil, nasıl çalıştığına ve tasarlandığına bağlıdır. Bu kanaati destekleyen bir bilimsel araştırma da “Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)” tarafından yapılmıştır. Bu araştırmada, gerek bir ülkedeki yürütmenin başının gücü, gerekse vatandaşların sahip olduğu hak ve özgürlükler ile o ülkedeki hükümet sisteminin başkanlık, yarı başkanlık ya da parlamenter sistem olması arasında doğrudan bir ilişki bulunmadığı ortaya çıkarılmıştır.
Türkiye’nin 137 yıldır süregelen demokrasi kulvarında ilerlerken alacağı daha çok mesafe ve kat edeceği sayısız etap bulunmaktadır. Türk demokrasisi olgunlaşmadan anayasada değişiklik yapılarak başkanlık sisteminin getirilmek istenmesi, demokrasi kervanın önüne çıkarılacak ciddi bir engel olacaktır. Başbakanın dikta ve sultanlık hevesleri, hiçbir demokratik endişe ve gerekçeyle allanıp pullanamaz. Günümüzün ağır şartlarında Türkiye’nin; başkanlık sistemine değil, kuvvetler ayrılığına dayalı çoğulcu demokrasinin kâmilen yerleştirilmesine ihtiyacı vardır.
Genel Başkanımız Sayın Bahçeli’ni de bir açıklamasında belirttiği gibi, “Başkanlık sisteminin şartlarının, ortamının, siyasi ve toplumsal ikliminin oluşması ve olgunlaşması için; otoriter heveslerin, dikta özlemlerinin terk edilmesi, üstelik Türk milletinin bir ve bütünlüğü konusundaki tüm kaygıların giderilmesi keyfiyetten öte bir zorunluluktur.”
Bölücü terörün içeride millî bütünlüğümüzü açıkça tehdit ettiği, global güçlerin bölgesel gelişmeleri bahane ederek Türkiye üzerindeki sinsi planlarını adım adım uygulamaya koyduğu bir dönemde, başkanlık tartışmaları siyasî intihardır. Hele de bölücü teröre taviz üstüne taviz veren, bölücü örgütün siyaset, sokak ve sığınak temsilcileriyle masaya oturmaktan ar etmeyen, onları cesaretlendiren bir yönetimin elindeki başkanlık sistemi, Türkiye’yi yok etmek isteyenlerin oyuncağı olacaktır.
Partimizin başkanlık modeline karşı çıkması üzerine 9 Işık’tan örnekler vererek bu modeli savunmaya kalkan Başbakan Erdoğan, 9 Işık’tan Başkanlık hayallerine uyan kısmını almakta, geri kalan onca değerli bilgiyi ise görmezden gelmektedir. 9 Işık’ta milliyetçilik de tarif edilmektedir. Dokuz Işık’ın temel kaynaklarından birisi budur: Türklük şuuru, İslam imanı, İslam ahlak ve fazileti…”
Bu kitapta şöyle demiştir Alparslan Türkeş: “Türk milleti olarak, bizim millî karakterimizin bir hususiyeti vardır. Biz Türkler ne başkalarına uşaklık etmeyi, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyiz. İnsanlık haysiyetine saygı duymayan, Türk insanına karşı gönlünde sevgi taşımayan, Türk milletini, Türk halkını hor gören zihniyete karşıyız. Dokuz Işıkçılar olarak bizler, Türk halkını, Türk insanını Allah’ın mukaddes bir emaneti telakki etmekteyiz. İdareci ve aydınların milletimizin bütün fertlerine bu anlayış içinde hizmet etmeleri, hangi mevkide olurlarsa olsunlar, mevki farkı, zenginlik farkı gözetmeksizin herkesin hakkına, hukukuna riayetkâr olmaları, ancak gönüllerinin insan sevgisi ve insan haysiyetine sonsuz saygı ile dolu olmasına bağlıdır.”
Sayın Başbakan’ın Başkanlık sistemi için örnek verdiği bir kitabı yazan anlayış, Türk devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, millî ve üniter devlet yapısını esas almaktadır. MHP’nin siyasi görüşü, Türkiye’nin Türklere ait ve bir Türk devleti olduğu gerçeğine dayanmaktadır.
9 Işık Doktrininde başkanlık sistemiyle ilgili değerlendirmeler var ise de, bu, gayri millî kimliği, etnik ayrımcılığı ve kimliksizliği Türkiye’de yerleştirme gayretindeki Tayyip Erdoğan’a uygun bir gömlek değildir. Erdoğan’ın, kendisine beş numara bol gelecek bu gömleği giyebilmesi için, millî bütünlüğü omuzlayan ve ulus devlet olgusunu realite olarak kabul edip sırtlayacak sağlam bir cüsseye sahip olması gereklidir.
AKP ise; Türksüz bir Türkiye inşa etme yolunda ilerlemektedir. Hedefe varmanın yolu, rejim değişikliğinden geçmektedir. AKP’nin başkanlık sistemini getirme isteğinin gayesi, millî ve üniter devlet yapısını, yani rejimi değiştirme çabalarının önünü açmaktır. Böylece Türk milletinin egemenlik haklarını ortadan kaldırmak ve bölünme sürecini tamamlamak için gerekli siyasi zemin hazırlanmış olacaktır. AKP iktidarının adım adım Türkiye’yi dönüştürmeye, federasyonlara bölmeye çalıştığı bir ortamda Başkanlık sistemi, Cumhuriyet’in sağladığı birlik ve bütünlüğü yok edecek, ayrışmayı hızlandıracaktır.
Çözüm Nerededir?
Türkiye’de başkanlık sistemini getirmek için şartlar oluşmamıştır. Gerçek şudur ki başkanlık sistemi, bütün kurum ve kurallarıyla oturmuş, yerleşmiş çoğulcu demokrasilerde; ekonomik, sosyal ve psikolojik tekâmülünü tamamlamış bir ulus devlet olgusu içinde düşünülebilecek yönetim tarzıdır. Türkiye gibi ulus devlet sürecini tamamlayamamış ve bölücü tehdidin her gün polisimizi, askerimizi, sivil vatandaşlarımızı şehit ettiği kurtarılmış bölgeler oluşturmak için toplu saldırılar düzenlediği bir ülkede başkanlık sistemi önce dikta rejimi yaratır, sonra da bölünmeyi, ayrışmayı hızlandırır.
Daha güçlü ve daha az kusurlu demokrasiler kurmak rejim değişikliğiyle değil, demokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla yerleştirilmesi ve özümsenmesiyle mümkündür. O hâlde tartışılması gereken yönetim modeli değil, demokrasimizi güçlendirmenin çarelerini aramaktır. Türkiye’de parlamenter sistem tıkanmamıştır. Sistemin reforma ihtiyacı vardır. Tıkanıklıklar parlamenter sistemden değil, parti disiplini uygulayan iktidarların uygulamalarından kaynaklanmaktadır.
Yüz otuz yılı aşan sancılı bir sürecin sonunda kurulan çok partili demokratik parlamenter sistemi kaldırıp atmak yanlıştır; rejimi daha iyi işletecek çözümler bulunmalıdır. Bu istikamette yapılacak iş, sistemi değiştirmek değil, onarmak ve iyileştirmek olmalıdır. Var olan Parlamenter demokratik sistemin eksikleri giderilirse başkanlık sistemine ihtiyaç kalmayacaktır. Bunun için; kuvvetler ayrılığı güçlendirilmeli, yargı bağımsızlığı tam anlamıyla sağlanmalıdır. Siyasi partiler kanununda değişiklikler yapılarak partilerin daha demokratik bir yapıya kavuşmaları sağlanmalıdır. Dokunulmazlıklar kaldırılmalı, seçilenlerin seçenler kadar denetime tabi olduğu bir sistem oturtulmalıdır. Avrupa Birliği, Gümrük Birliği veya yabancı askerî kuvvetlerin konuşlandırılması gibi egemenlikle ilgili konularda referandum şartı getirilmelidir. Nitekim AB ülkeleri de bu yolu kullanmaktadır.
MHP; Türkiye’de toplumsal bütünlüğü sağlayan çok partili, parlamenter demokrasinin devamından yanadır. Partimiz bu yüzden kuşatma altındadır. Millî birlik ve kardeşliğin korunması kavgasında yalnızdır.
Ortadoğu Gazetesi 18.3.2013