Sert Adımlarla Ama Güleryüzle…
Şükrü Alnıaçık
Bir süredir yazmak istiyorum. İzmir’den sonra fırsat buldum şimdi yazıyorum.
Ülkücü Hareketin mensupları, ideolojik hayatları itibariyle ister istemez bir kavganın içine doğmuş insanlardır. Gözümüzü kavgaya açtık. Gençliğimiz geldi geçti kavga bitmedi, orta yaş olgunluğuna eriştik. Baktık etrafta yine milli değerlere saldırı, yine kavga var, yüz yıllık, bin yıllık hesapların üzerimize düşen bedeli var.
“Vur de Vuralım” Bir Disiplin Arzı ve Kararlılık Beyanıdır
Adımlarımızı yine sertleştirdik, yüz hatlarımız yine gerildi ve iş vurup ölmeye kadar vardı. Tabii ki burada vurma- kırma yok sadece “emrindeyiz“in mübalağa sanatıyla sloganlaştırılması var ama gel de bunu Mehmet Ali Şahin’e anlat. Öcalan”Misak-ı Milli” dedi diye kendisini milliyetçi zanneden akil profesörlerin olduğu bir Türkiye’den bahsediyoruz. Oysa satır aralarında verdiği mesajlarla, adamın derdi Kuzey Irak’la bütünleşip, Dicle-Fırat su havzasını İsrail’e peşkeş çekmek…
Psikolojik olarak şöyle ayağımızı uzatıp biraz gevşeyelim derken 2002 itibariyle terör yeniden azdı ve gevşeyen yüz hatlarımız yeniden gerildi. Medyanın da etkisiyle vatandaş bize yine “komandolar” gözüyle bakmaya başladı. Bundan gocunmayız amaönümüzde yoğun bir seçim süreci var. MHP’nin “sert muhalefeti ve savaşçıtarafı,” muhtemelen milli haysiyeti, teröristin önüne paspas yapmaya çalışan AKP siyaset amigolarının en çok öne çıkaracağı yönümüzolacaktır.
Süreç asık suratlı da olsa, gündem kahredici de olsa demokratik bir siyasi hareketin mensubu olanların düşmanı korkutmak için bile olsa suratlarını asmamaları gerekiyor. Esnafın kitabında “gülmeyi bilmeyen dükkân açmasın” gibi anlamlı bir söz vardır ve bu söz, Halkla İlişkiler açısındansiyaset işin de geçerlidir.
İzmir Yüzümüzü Güldürdü
İzmir bize önemli bir müjde vermektedir. Bundan sonra diğer şehirlerimizin ve sonuçta bütün Türkiye’nin bizim kararlı duruşumuza teveccüh ederek meydanları dolduracağından ve yüzümüzdeki mağrur tebessümü korumamızı sağlayacağından hiç şüphemiz yoktur. Bundan sonra adımlarımız aynı sertlikte ama yüzümüz daha güleç olmalıdır.
Kavgamız Millet İçindir
9 Mart 2011 tarihinde kaleme aldığımız “MHP’nin 2010-2011 Siyaseti” başlıklı 5 bölümlük makalemizde, 12 Eylül öncesinde burçları yükselen MHP’nin siyasi kalelerinin “Medreseli Selçuklu kentleri” olduğunu gündeme getirmiştik. 70’lerde bu kentlerin, Alparslan Türkeş hareketine itibar etmesinde Selçuklu-Osmanlı merkez ideolojisi olan Sünniliğin etkisinden bahsetmiştik. Ayrıca aynı yıllardaki “oynak milliyet algısı” yüzünden Milliyetçi Hareketin Ege’yle ve büyük kentlerle buluşmasının zorlaştığını ifade etmiştik. “Oynak milliyet algısı” dediğimiz mesele, Sünni Zazaların “Türk” olarak merkeze alındığı, Alevi Türkmenlerin ise “Kızılbaş” olarak ötekileştirildiği,kültürel Osmanlı ümmetalgısından başka bir şey değildi. Böyle kara düzen bir milliyet algısı üzerine milliyetçi siyaset oturtulamazdı. Nitekim bu kaleler, içinde epeyce imam hatipli bulunan bir siyasi hareket gördükleri zaman cübbenin altına bakmadan taraf değiştirebiliyorlardı.
MHP’nin Yeni Kaleleri
MHP, “1000 yıllık kardeşlik” sloganıyla vatandaşlığa ve “dindaşlıklayoğrulan uluslaşmaya” vurgu yaparken 2000’li yıllarda “cumhuriyet değerlerine” net bir söylemle sahip çıkarak,Türk Milleti’nin son yüz yıl içindeki modernleşmesine de sahip çıkıyor ve böylece Sevr haritasıyla örtüşen Anadolu Selçuklu sınırlarının dışına çıkarak yeni kaleler kurmaya başlıyordu. MHP’nin 2010 referandum siyasetinin, Türklere Ege’yi kazandıran “ikinci bir Miryokefalon Zaferi” olduğunu düşünüyorduk.
Aynı yazıda MHP’nin anayasa referandumundaki kesin tavrıyla ortaya çıkan, 2010-2011 yıllarındaki “teoriyle barışık” Milliyetçi siyasetin, 2015’e kadar bize yeni kaleler getireceğini, İzmir’in debunlardan biri olduğunu iddia etmiştik. İzmir’deki tablo, yanılmadığımızı ortaya koymuştur. Mesele CHP’den rol çalma, şu veya bu partinin oyunu alma meselesi değildir. Milliyetçi Hareket, aradaki engelleri kaldırarak milletiyle buluşmaktadır.
Tarih yapan Türkler, Malazgirt’ten sonra Anadolu’ya iki ana koldan girdiler. Bir kol kuzeyden Kars, Erzurum, Gümüşhane, Erzincan, Sivas, Tokat, Kayseri, Ankara, Konyahattı üzerinden yürüyerekyeni kaleler kurmuş ve bu kadim kentlerin çevresineyerleşmiştir. 1243’e kadar medrese kurarak örgün din eğitimi alan ve Ermeni’yle Rum’la kaynaşıp asimile olmaktan korunan bu kitlede Sünni İslam, baskın ideolojik damardır. 70’lerde Solun Aleviler üzerindeki provokatif çalışmaları, bu Anadolu Selçuklu kentlerini doğal olarak Ülkücü hareketin ve MHP’nin oy potansiyeli haline getirmiştir.
Diğer kol ise güneyden Kerkük-Halep üzerinden Anadolu’ya giren Toroslar koludur. Bu kolun Türkmen-Yörükleri, Miryokefalon’dan itibaren Moğol istilasından önce ve sonra iki dalga halinde Toros dağlarını takip ederek Ege’ye ve güney Marmara’ya yerleştiler. Bu gecikmiş göçebelerin kuzeydeki ucu, Bilecik- Bolu-Zonguldak-Çankırı hattında kuzey kolunun Oğuzlarıyla birleşmiş ve Kastamonu’da düğümlenmiştir. Bir misal olarak, Türk nüfus oranı rekortmeni ve Osmanlı’nın asker deposu olan Kastamonu’yu, Selçuklu kenti olmadığı halde MHP’nin kalesi yapan sebep burada yoğunlaşan Türklüğün siyasi gündeme uyanışıdır.
En Derin Sinir Ucumuz
İzmir, Türkiye’nin sadece ilk ihracat limanı değil, tarihi olayların etkisiyle oluşan uygar, laik, hoşgörülü ve güleryüzlü kent kültürüyle Türk kamuoyunun en derin sinir uçlarından biridir. Eğer ideolojik bir refleks, İzmir ve hinterlandı olan Ege’den yurda doğru bir elektrik yayıyorsa bilin ki sürtüşmelerden dolayı daha yüzeye çıkmış olan sinir uçları, milli hissiyatı bir volkan gibi püskürtmeye hazırdır. İzmir’de başarılı olan bir siyasi hareketin memleketin başka bölgelerinde başarısız olma şansı yoktur.
Türk Türkleştikçe, MHP, Türk Milliyetçiliği siyasetindeki kararlılığını korudukça kalelerin sayısı hızla artacaktır. Yeter ki moralimizi yüksek tutalım ve sert adımlarla ama tebessümü yüzümüzden eksik etmeden çalışalım.
Güneş ufukta doğmaktadır.