
Milliyetçi Hareketin Milli Manevra Alanları
Şükrü Alnıaçık
Ülkücü mücadele kültürü, teorisiyle ve pratiğiyle “soğuk savaş dönemi“nde oluşmuştur. Bu kültürün ortaya çıkmasında demir perdeyle “kapatılmış” bir toplumu demir yumrukla idare eden sevimsiz komünist yapılara gösterilen reaksiyonun etkisi göz ardı edilemez. Ülkücü insan tipi ve Ülkücü duruş, Çar’ın vahşi kazakları karşısındaki Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’in duası ile Çin sarayını kırk kişiyle basan Bozkurt yürekli Kürşat’ın narası arasındaki bir noktada vücut bulmuştur.
Kremlin’in kazakları ile Çin Sarayının Mankurtları karşısında ağır bir savaş veren Bozkurtlarla Kartallar, savaştan sonra koyun pazarlarında ve tavuk çiftliklerinde ne kadar itibarlı olabilirlerse Ülkücüler de sivil toplum sürecinde o kadar sempatik olabilmişlerdir. Milli kahramanlar olan Ülkücülerle ilgili antipatik algının oluşmasında iletişim ve neşriyata hakim olan solcu kalem ve kamera sahiplerinin etkisi de sanılandan daha büyüktür.
Kitlenin Özallı yıllardan itibaren birey ve bencillik yolunda hızlı bir değişim sergilemesi, Ülkücüleri birbirine daha da yaklaştırmış; haklı olarak birbirlerinin işine karışan büyük bir ailenin evlatları haline getirmiştir.
Her parti, siyasetinde kendi tabanının baskısını hisseder; bu doğaldır. Ancak parti yönetimine olan güven ve lidere saygı ile sağlanan teşkilat disiplini sayesinde lider, siyasi manevraların tabandaki tepkilerini makul bir seviyede tutabilir. Bu konuda MHP yönetimi, özellikle Başbuğ’dan sonra, mesela koyunları ve keçileri değil de Bozkurtları ve Kartalları yönetmenin zorluğunu daima hissetmiş ve hiç yüksünmeden yaşamıştır.
Gülü seven dikenine katlanır misali, demokrasinin erdemi de farklı düşüncelerden istifade edebilmektir. Ancak bu kadar yakından yani kendi ailesinin içinden takip edilmek ve sürekli kardeş diliyle yaralanma ihtimali, bazen de MHP’nin siyasi manevra alanının daralmasına yol açmaktadır. Daha dün Devlet Bey’in “Kerkük’te Bayram namazı” programına gösterilen afaki tepkinin kitlede yol açtığı çalkantı, unutulmuş değildir.
Çok kritik bir dönemde iktidardan 11 yıl uzak kalan MHP’nin, dış Türklerle ilgili olarak elinde “devlet gücü” olmadan yapabileceği işler son derecede sınırlıdır. Bu durumda Türk Milliyetçilerinin, devlet gücü kimin elindeyse hassas bir “manevrayla” onu bu yöne kanalize etmesi, bunun için de hükümetle dış Türkler konusunda “dost olmasa bile kavgasız olması” gerekiyor.
Böyle bir hükümeti, Türk dünyası ve esir Türkler konusunda milli davranışa zorlamanın bize göre iki yolu bulunuyor:
1-Bugün olduğu gibi gayri milli politikalara karşı sert bir muhalefetle ciddi bir iktidar alternatifi konumunu muhafaza ederek, hükümetin MHP’nin elindeki kozları almak için de olsa Milliyetçi hamleler yapmasını sağlamak. Başbakanın manevra yaparken zaman zaman Moğolistana kadar gittiğini ve Zerdüştlerinden bile tepki almadığını hatırlayalım.
2- Kerkük, Suriye Türkmenleri, Karabağ, Doğu Türkistan gibi “acil” konularda, meselenin aciliyeti oranında ılımlı olmak, gerektiğinde işbirliğine gitmek ve hükümeti, olumlu çabalara teşvik etmek…
Bu konular, partiler üstü “milli manevra alanları“dır ve “önce ülkem ve milletim” diyen Ülkücü irade, bu manevralarda yalpa yapmayacak, partisine küsmeyecek kadar güçlüdür.
Dış politika, tabiatıyla iç politikadan çok farklıdır ve daha önemlidir. Dahiliyede bugün Anayasa bile değişse yarın “üçte ikiyi bulup” eski haline getirir, rehabilitasyonla ülkeyi sağlıklı günlere geri döndürebilirsiniz. Eğitim hamleleriyle yeni nesilleri kazanabilirsiniz. Ancak Dışarıda kardeşlerinizin katledilmesine karşı bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü harekete geçiremezseniz yarın herkes için çok geç olabilir. Savaşla bile süreci tersine çeviremezsiniz; ne yaparsanız yapın ölenleri geri getiremezsiniz.
Türk Milliyetçilerinin acil gündemi olan Suriye Türkmenleri’nin iç savaştan en az zararı görmelerini temin ettikten sonra iki ihtimalli bir siyaset yürütmek gerekmektedir. Öncelikle hükümeti, yegane kalıcı müttefik’in Türkmenler olduğu konusuna inandırmak gerekiyor. Buna bağlı olarak da en güçlü yardımın Türkmenlere yapılmasını sağlamak gerekiyor. Bu yöndeki çabalarımız yetersizdir.
Bu kardeşlerimizin “Esad sonrası” dönemde haklarını alması için çaba göstemek ne kadar milli bir görevse, muhtemel bir “Esad zaferi“nden sonraki intikam savaşının dışında tutulması da o kadar önemli bir milli gayrettir. Burada da partiler üstü anlayışın muhafaza edilmesi gerekir.
İsrail’in, “eğer Esad düşerse çok bomba harcamamız gerekecek” ifadesi, hem Esad’ın kalıcı olabileceğinin; hem de giderse Suriye’nin kolay kolay huzura ermeyeceğinin delillerindendir.
Rusya bugün yaptığı açıklamada Esad yönetiminin Cenevre Konferansına katılacağını bildiriyor.
Bugüne kadar “Arap baharı“nın hiç bir kurbanı, BM daimi temsilcisi iki ülkenin (Rusya ve Çin) veto takviyeli desteğini, taze ve denetimsiz bir nükleer gücün (İran) açık desteğini ve alel umum Amerikan karşıtlarının (Venezüela, Kuzey Kore, Yemen vs.) sempatisini yanına almayı başaramamıştır.
ABD’nin tek kutuplu dünya planını sekteye uğratacak bir “ikinci kutup” Suriye krizi ekseninde oluşmak üzereyken ABD ve İsrail’in, yerine gelecekleri sağlam tayin etmeden “Esad gidecek” ısrarını sürdüreceğini varsaymak, doğru bir stratejik analiz değildir.
Dolayısıyla ikinci ihtimal karşısında Türkmenlerin içine düşeceği kritik durumu ciddi ciddi düşünmek zorundayız. Milliyetçi Hareketin, Suriye’de Türkmenler adına Esad’la acil temas da dahil olmak üzere bütün seçenekleri gözönünde bulundurması ve gerektiğinde sağlam inisiyatif alması, milli bir manevra alanı olarak karşımıza çıkabilir.
AKP’nin Esad’a ve Türkmenlere, CHP’nin de hiç kimseye güven vermediği bir ortamda Esad’ın düşmemesi halinde Türkmenlerin sorumluluğu, zaten doğal olarak MHP’nin üzerine kalacaktır. Başbakanın “sınır güvenliğinin Bozkurtlara yakışacağını” teslim ettiği şu günlerde…
İktidarla birlikte kalması dileğiyle; arz ederim.