Halaçoğlu: “Başbakan, grup konuşmasında “Türkmenistan’da Sultan Alparslan’ın türbesini restore ediyoruz.” dedi. Ama daha sonra da Sayın Bekir Bozdağ, araştırdıklarını, 5 ayrı yerde olduğunu tespit ettiklerini ifade etti. Burada da hâlâ ne deniyor: “Bulunup yeniden inşa edilecek.”
Türk dediğimiz insanlar uzaydan mı geldiler?
MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun bugüne kadar Türk tarihine, diline ait ciddi eserler kazandırdığını ifade etti. Ancak bunların ucuz fiyattan verilmesine rağmen kimsenin bunların farkında olmadığını belirten Halaçoğlu, bu kurumların çalışmalarının takip edilmesi gerektiğini söyledi.
Halaçoğlu, “Bu iki kurumun daha rahat çalışacağı bir ortamın sağlanması gerekir. Çünkü bu iki kurum devletten para almadan kendi kaynaklarını kullanmaktadır. Bu iki kurumun kanununun tamamen değişmesi lazım. İhtilal döneminden daha kötü bir kanundur bugünkü kanun. Onların rahat çalışmasını sağlayacak bir kanunun çıkarılması lazım” dedi.
Halaçoğlu’nun konuşması şu şekilde:
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna bağlı olmak üzere Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu üzerinde, onun bütçeleri üzerinde konuşacağız ki her iki kurumumuz da devlet bütçesinden yararlanmayan, Atatürk’ün İş Bankası’ndaki mirasından yararlanmak suretiyle görevini yerine getirin iki kurumdur. Bu iki kurumun görev ve durumları hakkında sizlerle bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, hemen her ülkede bilimsel birtakım kuruluşlar vardır, akademiler vardır. Bu akademiler yaptıkları çalışmalarda tamamen bağımsız, bilimsel çalışmalar yaparlar. Ama, ne yazık ki, bizim Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kanunu olarak çıkarılan kanunda aynen şunlar ifade edilmektedir: “Yüksek Danışma Kurulu” adı altında bir organ oluşturulmuştur ve bu organ kimlerden meydana geliyor, buna bir bakalım: “Yüksek Danışma Kurulu, Başbakanın veya ilgili Bakanın başkanlığında, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Dışişleri Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı, Millî Eğitim Bakanı ile Başbakan tarafından belirlenecek diğer bakanlar, Yükseköğretim Kurulu Başkanı, Cumhurbaşkanınca Yüksek Kurumun görev alanına giren konularda özgün bilimsel araştırmalarıyla tanınan bilim adamları arasından üç yıllığına seçilen üç üye ile Yüksek Kurum Başkanı ve Kurum Başkanlarından oluşur.” 2 kurum başkanı, 1 yüksek kurum başkanı, 3 tane de bilim adamı yani aslında, Danışma Kurulu 6 bilim adamından oluşuyor, diğerlerinin hepsi siyasetçi ve bakan. Dolayısıyla böyle bir danışma kurulunun bir bilimsel kuruluşun en üst düzeyindeki yüksek danışma kurulunu oluşturması, aslında, onun ne kadar objektif çalışma yapıp yapamayacağının da göstergesidir. Dolayısıyla, her şeyden önce, yasadaki bu maddenin değiştirilmesi gerekir. Gerçekten objektif -diğer ülkelerde de olduğu gibi- bir akademi hâline getirilmek isteniyorsa bu kurum, bilimsel çalışma yapılması gerçek anlamda isteniyorsa, öncelikle kanunda büyük bir revizyona gidilmesi gerekir çünkü vicdan sahibi her kim olursa olsun, buna baktığı zaman, siyasi mülahazalardan uzak bir bilimsel çalışma yapılmasının mümkün olmadığını görecektir. Nitekim, mamafih, şunu da söyleyeyim: Bizde artık herkes tarihçi olmuştur, bilim adamı olmuştur.Mesela, işte, bir zat çıkmıştır, demiştir ki: “Tarihte aslında Türk diye bir şey yoktur, bir sentezden ibarettir.” ama ne yazık ki, şunu görmezden gelmektedirler: Bugün, Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda kaç yıldız vardır? 16 yıldız vardır. Bu 16 yıldız neyi temsil eder? 16 büyük Türk devletini temsil eder. Ortadaki güneş neyi temsil eder? Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eder yani 16’nın üstüne bir de 17’yi eklersiniz. Peki, bunların ismi nedir? Türk devletleri, Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda…
Dün, Sayın Başbakan da burada bayrak için “Türk Bayrağı” dedi. Peki, öyleyse “Türk” dediğimiz insanlar uzaydan mı geldiler? Bu devleti oluşturan insanlar uzaydan mı geldi? Burada başlıyor mesela her şey.
Diğer taraftan, yine enteresandır, dün bize bir kitapçık dağıttılar, Sayın Başbakanın konuşmalarını içeriyor ve aynen şöyle ifadeler var tarihle ilgili: “Türkmenistan’ın tarihî Merv şehrinde yer alan Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan’ın türbesinin bulunup yeniden inşa edilmesi için çalışmalarımız süratle sürüyor.”
Değerli arkadaşlar, Merv şehri 3 tanedir. Birincisi modern Merv şehridir, ikincisi eski, diğeri de yeni Merv şehridir yani Merv şehirlerinin içerisinde bugün Sultan Sencer’in türbesinin bulunduğu yeni Merv’dir. Eski Merv ise aşağı yukarı 1 kilometre sahaya sahip olan köhne Merv şehridir, Mari’dir. Dolayısıyla, bunların hangisinde türbeyi arıyorsunuz? Hangi kaynaklara dayanarak arıyorsunuz? Yeni Merv dediğimiz yani Sultan Sencer’in türbesinin bulunduğu Merv şehri aşağı yukarı 10 kilometre çapında bir yerdir. Nerede bulacaksınız?Cengiz zamanında dümdüz edilmiş, herhangi bir kalıntısı, görüntüsü yok. Nerede buluyorsunuz? Ama bu zat onun nerede olduğunu biliyor. Yani Sultan Alparslan’ın mezarının yerini de biliyor, babası Çağrı Bey’in mezarının da yerini biliyor. Destek olmak için söyledim ama beni dışlıyorlar, “Sadece yerini söyleyin, biz yapacağız.” diyorlar. Şimdi, bilim ahlakına uymaz bu, dolayısıyla, önce bunu ortadan kaldırsınlar.
Şimdi, ama ilginç olan şey burada şu: Sayın Başbakan, grup konuşmasında “Türkmenistan’da Sultan Alparslan’ın türbesini restore ediyoruz.” dedi. Ama daha sonra da Sayın Bekir Bozdağ, araştırdıklarını, 5 ayrı yerde olduğunu tespit ettiklerini ifade etti. Burada da hâlâ ne deniyor: “Bulunup yeniden inşa edilecek.”
Bakın, önce şu kavram kargaşasını ortadan kaldırmamız lazım. Yani, herkes tarihçi geçiniyor diyorum ya, Sayın Başbakan şunu söylüyor bir de: “Makedonya’da Kocacık köyüne gittik. CHP’ye, MHP’ye sorun, bilmezler. Kocacık köyü Gazi Mustafa Kemal’in babasının doğduğu, büyüdüğü köydür.”
Arkadaşlar, onu ben çok daha önceden, Tarih Kurumu Başkanlığım zamanından biliyorum. Ama şunu söyleyeyim, evin yıkıldığını da biliyorum, yerine önceden bir beton blok atıldığını da biliyorum, hepsini biliyorum. Ama Başbakanın yanıldığı şey şurada: Daha Atatürk’ün babası doğmadan önce, dedesi Kızıl Hafız Ahmet Selanik’e gitmiştir ve iki ay sonra Rıza Efendi Selanik’te doğmuştur. Yani Kocacık, doğup büyüdüğü bir yer değildir.
Kocacık kimdir? Kocacık Yörükleri, bugün, Ankara’yla Konya arasındaki bir Yörük grubudur. Bunlar o tarafa, Rumeli’ye gönderilmiştir, evlâdı fâtihan olarak orada bulunmaktadırlar. Daha istiyorlarsa bilgi verebilirim.
Ama şunu özellikle belirtiyorum, yine Başbakan diyor ki: “Sultan Alparslan’ın, Sultan Melikşah’ın, Selahaddin Eyyubi’nin, Nureddin Zengi’nin, Sultan Kılıç Arslan’ın orduları, dikkatinizi çekiyorum, sadece Türklerden oluşan ordular değillerdi. Evet, bu ordularda Türkler vardı, Türk komutanlar vardı ama bu ordularda en az Türkler kadar kardeşleri olan Kürtler, Araplar vardı, bölgenin diğer tüm halkları vardı.” Milliyet, 31 Ağustos 2013. İlginçtir ki, Sayın Başbakan bu ordularda kimlerin olduğuna kadar biliyor, böyle derin bir bilgiye sahip ama ne gariptir ki, benim yaptığım araştırmalarda niye onun söyledikleri yok, niye o zamanki tarih kitaplarında bunlar yazmıyor, nereden çıktı? Sultan Kılıç Arslan, kim? Anadolu Selçuklu Sultanı, haçlılara karşı savaşan insan. Anadolu Selçuklu Devleti’nin sınırları hiçbir zaman güneydoğuya gitmiyordu, o zaman orada başka Türk beylikleri vardı. Kılıç Arslan’ın ordularında Türklerden başka herhangi bir kimse yoktu. Siz Sultan Melikşah’tan bahsediyorsunuz. Sultan Alparslan’dan bahsediyorsunuz. Romen Diyojen’in ordusunda Franklar vardı, Normanlar vardı, Slavlar, Gürcüler, Abazalar vardı, Ruslar vardı, Ermeniler vardı, Peçenekler ve Türk olarak da Uzlar vardı ama Alparslan’ın ordusu 40 bin kişiydi, zaten 20 bini Ermeni, 10 bini Kürt, Türk yoktu zaten. Şimdi, öylesine, saçma sapan konuşmalar yapılıyor ki, hayretler içinde kalırsınız. Yahu, hiç olmazsa, Tarih Kurumunun çıkardığı Sultan Alparslan’la ilgili kitaba bakın, Malazgirt’le ilgili kitaba bakın, bu konularda dünya kadar bilgi var. Ayrıca, sadece ille Türk yazarları kabul etmiyorsanız, Giovanni Boccacio’ya bakın, ondan sonra, Ermeni olan Mathew Edessa’ya bakın, yine, John Franzce’a bakın, bakın arkadaş, daha birçok yerde var bunların kayıtları, Bizans kayıtlarında da var. Ya, bir defa, ileri geri konuşuyorsunuz ama bunun temelleri maalesef olmayınca rastgele, saçma sapan sonuçlar ortaya konuyor. Artık size kalmış. Konuşulan şey boşsa söylenecek başka bir kelime yoktur onun yerine oturacak. Herkes yerli yerine oturur.
O zaman, beni tenkit edene kadar bunu söyleyenleri tenkit edin, konuşmasınlar. İnsanlar bilmedikleri şeyi konuşmazlar ama bilmeyen kişiler konuşuyorsa bence tenkit edilmesi gereken kişiler bilmeyenlerdir. Onun için ayet-i kerime boşuna inmemiştir “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu.” diye. Bilmiyorsanız susarsınız.
Değerli arkadaşlar, şimdi açık ve net olarak bir şey söylemek istiyorum. Dil Kurumu ve Tarih Kurumu. Tarih Kurumu 1931 yılında kurulmuştur, Dil Kurumu 1932 yılında kurulmuştur. Her iki kurumumuz da bugüne kadar Türk tarihine, diline ait çok güzel ciddi eserler kazandırmıştır, büyük, güzel çalışmalar yapmıştır, şu an belki 1.500’e ulaşmıştır yayınları her ikisinin, üstelik de ucuz fiyattan verilmesine rağmen ne gariptir ki hiç kimse bunun farkında değildir. Bana söyler misiniz 550 kişilik milletvekili grubu arasında bundan kaç kişinin haberi vardır? Orada çıkan kitapların ne kadarı arkadaşlarımız tarafından bilinmektedir? Dolayısıyla, bu kurumların yaptıkları çalışmaları lütfen takip edin.
Ama ben şunu özellikle belirtiyorum, bu iki kurumumuz, Atatürk ‘ün İş Bankasındaki hisselerinden faydalanmak suretiyle önemli bir gelir kaynağına sahiptir, her iki kurumumuzun da bugün bütçelerinde -miktar vermeyeceğim başkanlar- çok önemli, ama çok önemli meblağlar bulunmaktadır.Dolayısıyla, devletten yardım almadan kendi personelinin ücretini de veren özellikle bu iki kurumumuzun daha rahat çalışabileceği bir ortamın sağlanması gerekir.
Az önce söylediğim gibi, yüksek kurum kanununu, Sayın Arınç gitmemiş olsaydı ben ona özellikle söylemek istiyordum; rica ediyordum, istirham ediyordum, bu iki kurumun şu anki kanununun yeniden değişmesi lazım, tamamen değişmesi lazım.
Sayın Bakan, inanın ki -arkadaşlarımız da şahittir buna, içinde çalışan insanlardır- bakın, ihtilal döneminin kanunundan daha kötü bir kanundur bugünkü kanun. O zaman çok daha rahat çalışabildikleri, çok daha rahat harcama yapabildikleri bir kanun vardı. Bugün, inanın ki hepsinin eli kolu bağlanır bir vaziyete gelmiştir. Ben on beş yıl orada Başkanlık yaptım. Bunu herhangi bir siyasi sebeple söylemiyorum bakın, iyi çalışması için onlara o hoşgörüyü, o rahatlığı verecek bir kanun çıkarmanız gerekiyor. Bana verin imkânı, arkadaşlarımla iş birliği yapayım, size dört dörtlük bir kanun çıkaralım. İşte, bakın, size örnek veriyorum, dört dörtlük bir kanun çıkaralım ve bu kurumlar gerçekten birikimli kurumlardır, en güzel şekliyle bu kurumların kanunları çıkar, yoksa, bakın, burada alınan kararların… Şöyle deniyor bakın: “Yönetim Kurulu, Yüksek Kurum Başkanının başkanlığında, Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek iki üye ile Başbakan ve ilgili Bakan tarafından seçilecek birer üye ve kurum başkanlarından oluşur. Yönetim Kurulu, en az ayda bir kez olağan toplantısını yapar. Gerekli hâllerde Başbakan veya ilgili Bakan, Yönetim Kurulunu olağanüstü toplantıya çağırabilir.” Efendim, ne alaka Başbakanın veya ilgili bakanının yönetim kurulunu çağırması? Ne alaka? Ne için çağırır Başbakan, niçin yönlendirir? Bilim objektiftir, bakanın veya bilmem neyin isteğiyle olmaz ilim, ilim tamamen objektiftir. Ayrıca, enteresan bir şey, burada, alınan kararların Resmî Gazete’de yayınlanacağını söylüyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Resmî Gazete’de yayınladığınızda, bu iki kurumun yaptığı bütün çalışmalar resmî ve taraf bilimsel çalışmalar hâlinde düşünülür ve hiçbiri kabul edilmez yurt dışında, yapılmaz böyle bir şey. Bu bir sadece… İnanın ki devam ettirilmesi ihanettir. Böyle bir şey olamaz, yazık yani. Bu kurumların ellerinde çok önemli meblağlar var; burs versinler, projelere destek versinler ama kendi bilim adamlarıyla klasik yöntemin dışına çıkıp çok rahat araştırma yapabilirler; yurt dışında bir enstitü açılabilir, doktora, master yaptırabilirler burada, oradaki Türk gençlerine ve Avrupa’ya akademisyen yetiştirirler aynı zamanda, bu yapılabilir. Yine, Türkiye’de öğrencilere burs verilebilir istenilen konularda araştırma yapmak üzere, yurt dışında yabancı uyruklu öğrencilere burs verilebilir. Bunlardan istenilen konularda, bunlardan elde edeceğiniz fayda şudur: Bir, projelerinize çalışır. İki, bunlardan gerekirse uzman olarak kurumlarda istihdam edersiniz, sözleşmeli, kadro karşılığı olmaksızın. Ondan sonra ne olur? Bunlar kendi ülkelerine gittiği zaman bizim elçimiz olur, orada bilimsel akademilerde yer alacakları için. Türkiye’de de çok ciddi, yurt dışında doktorasını yapmış, üst seviyede doktora yapmış bilim adamları üniversitelerimizde yer alırlar, onlara kaynak teşkil edersiniz. Yani, bakın, yapılacak o kadar şey var ki ama bunları nasıl yapacaksınız bu kanunla? Mümkün değil çünkü ne mastır yaptırabilir ne doktora yaptırabilir bunlar. Sadece belli ölçüde bir para verecekler, o da belli, çizilmiş çerçeve içerisinde çünkü yasa buna müsait değil. Dolayısıyla, her iki kurumun, yüksek kurum kanunun değiştirilmesi suretiyle diğer kurumları da katarsınız, bir akademi hâline getirirsiniz, gerçek bir akademi ama. Bakın, Türkiye’de TÜBA var, Türkiye Bilimler Akademisi. Parası olmayan ve sadece çalışma imkânı olmayan bir kurum oluşturmuşsunuz. O teknik alanlarda çalışsın, bu da sosyal bilimlerde çalışan bir akademi olsun. Bakın, yurt dışına gidin, buralarda görürsünüz bunu.
Rusya’ya gittiğimde şunu gördüm: Rus Bilimler Akademisinin arşivi Saint Petersburg’tadır. Biliyor musunuz, arşivde 500 bin dosya var, 500 bin dosya; hem Rusya için hem de yurt dışı ülkeler için hazırlanmış dosyalar. Bu kurumlar ülkenin dış politikasının temelini teşkil edecek bilgileri sahip olacak bir araştırmayı ortaya koyabilirler. Ondan sonra “Efendim, ben Irak’ta ne yapacağım?” demezsiniz, “Suriye’de ne yapacağım, Orta Doğu’da ne yapacağım?” demezsiniz. Bunlar sizin elli yıllık, yüz yıllık gelecekteki politikalarınızın temelini oluşturacak bilgileri ihtiva ederler. Bunu yapmak istiyorsanız, Türkiye’nin geleceğine de çok iyi bir kaynak ve temel atmak anlamına gelecektir.
Dolayısıyla, ben bu bütçe çerçevesinde, bu kurumumuzun, yüksek kurumun kanununun yeniden ele alınarak siyasetçilerden arındırılmış, tamamen sivil bilimsel çalışanları, uzmanları içinde ihtiva eden bir akademi hâline getirilmesini teklif ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.