
“Türkçülük” Türk Milliyetçiliğinin özel adıdır. ”Ülkücülük” ise siyasetteki isimlendirmedir. Yani her “Türkçü” mutlaka “Ülkücü” olmak zorundadır. Öyle bir takım tahminlerle işi başka yönlere çekmek çok anlamlı değildir. Türkçülüğün ideoloji olma şerefi Cumhuriyet dönemine aittir. Bu dönemde bizzat Mustafa Kemal tarafından iki adlandırma da kullanılmıştır. Çünkü Osmanlı’nın son dönem Türkçüleri ve Türk dünyasından Türkiye’ye sığınan Türkçülerinin bu dönemde Gazi’nin etrafında olduklarını iyi bilmekteyiz. Bu sebeple aslında “Atatürkçülük” de aynı deyimleri ifade eder. Daha sonradan Türkçülüğü aşırı bulanlar tabii olarak Mustafa Kemal’in binlerce beyanına açıp bakabilirler.
Gazi’nin ölümünden sonra hangi sebeplerle olursa olsun 1944’de Türkçülerin, görüşlerinden ötürü yargılanması tabii olarak devletin asli görüşlerden ve “Atatürkçülük”ten çark ettiğinin en açık delilidir. Her ne kadar Demokrat partinin ortaya çıkışı bu mesele ile ilgili değilse de Cumhuriyet’in Türkçü şahsiyetleri sırf CHP’ye takoz olsun diye bu partide yer aldıkları ve Milliyetçilerin de onları desteklediği bir gerçektir. Lakin DP de bu işi becerememiş ve Atatürk’ün görüşlerini hakkıyla ortaya koyamamıştır. CHP de, sürüklendiği sol serüvende “Atatürkçü” olduğuna ne yazık ki kimseyi inandıramamış, sırf bu sebeplerle Osmanlı’nın son döneminde Atatürk’ün önünü kesmek isteyenler devlete tırmanmıştır. Böyle bir gelişme bile ordunun dahi bu işi ciddiyetle kavrayamadığının mücessem bir örneğidir.
Bütün bunlara karşılık “1944 Türkçülük Olayı”nın başkahramanı Nihal Atsız bey ilk olarak “Ülkücülük” adını telâffuz etmiş,27 Mayıs’tan sonra siyasete giren, aynı dâvânın mazlumlarından Albay Alparslan Türkeş bu görüşleri siyasete taşımıştır. İşte “Ülkücülük”ün kısa tarihi bu safhalardan geçmiştir. Tabii olarak bu noktalara gelinmesi elbette kolay olmamıştır. 12 Mart “Ordu”nun sol üzerinde bir denemesi idi. Ancak 12 Eylül’ü davet etmesi de gecikmemiştir. Ne yazık ki 1980 İhtilali, Türk Milliyetçiliği adına yapılmış olmasına rağmen en fazla ülkücüleri ezmiş ve bölücülük ile köktendinciliğin ekmeğine yağ sürmüştür. Hiç kimse “Atatürkçü” görüşlerle yola çıkan cuntacıların böyle bir ideali bir santim bile ileriye taşıdıklarını söyleyemez. 2000’ler Türkiye’sinin bal gibi Cumhuriyeti ve Atatürk’ü tasfiye etmek gibi siyasi görüşleri bulunduğu hususunda artık ne bir ikaza ne de tarife gerek kalmamıştır. Ülkenin bölünme noktasına gelindiği on yıl sonrası “Yalnız Türkiye” portrelerinden aşikâr bir vaziyette görülmektedir.
Gerçekte 1990’lardan sonra dünyada çok büyük gelişmeler oldu. Asırlardan beri sıcak denizlere inmek ve Türkiye’yi içine kalan “Komünist Çarlık” kurmak isteyen “Sovyetler” darmadağın oldu. Yıllardan beri Türkçüleri dış Türkler hususundaki hassas davranışlarından ötürü suçlayan pembe solcular, bir nebze de gerçeği görebildiler.. Bugün hâlâ örtülü olarak “Sovyet” egemenliğinin sürdüğü Türk Cumhuriyetlerinde devam eden anti-demokratik idareler yine de vaziyete hâkim olmaktadırlar. Gerek Tatar ve Başkurt özerk bölgeleri ve gerekse Özbekistan-Kazakistan-Kırgızistan-Türkmenistan-Azerbaycan’da Türklük tıpkı bir abide gibi ayakta durmaktadır. Her yıl Türklük üzerine yapılan çalışmalar dalga dalga Türk dünyasına yayılmaktadır. Yarın diktatörler öldükten sonra manzarayı seyredin. Ya İran? Bugün Tebriz’de Türklük coşkusu Türkiye’den çok daha yüksektir.
12 Eylül zindanlarından canını sağ olarak kurtaran ülkücüler bugün derin bir şevk içindedirler. Şahsi geleceklerini düşünmeyen bu insanlar sağlam bir kütle oluşturmuşlardır. Hemen hemen herkes geçmişini ve geleceğini biliyor. Siyaseti anlamış vaziyette. İstediği kadar provokatörler rahat bırakmasın! Edinilen tecrübelerle artık bu oyunların da aşılmış olduğunu tahmin ediyorum. Ülkücülük şu anda kuru kalabalık değil şuurlu bir aydınlar-gençler-siyasiler cephesi oluşturmuşlardır. Hiç kimsede para-pul sevdası ve can korkusu yok. Her gün bir adım daha ileriye; yılmadan, usanmadan.. Mutlaka herkesin düşüncesini rahat ifade edeceği, ideallerini paylaşabileceği güzel günler gelecektir. Yeniden Mustafa Kemaller, Enver Paşalar, Atsızlar, Alparslan Türkeşler ve hepsinin ötesinde mübarek şehitler dirileceklerdir. Görüşleri ile, şahsiyetleri ile, dünyaları ile.. İşte özlediğimiz günler bu günlerdir. Yanmaya devam eden meş’alenin yanında güneş ziyası sönük kalıyor. Bunları fark etmemek için âdeta kör olmak gereklidir.
Alevi dedeleri ”Solcu olmanın bize çok zararı dokundu” diyorlar. Gerçekten Türk Aleviliğinin herkesin kullana kullana kirli çaput haline getirdiği solculuğun şemsiyesine ihtiyacı var mı? Alevilik başlı başına bir Türklük terennümü ve Türk İdeolojisi değil mi? Yani Hacı Bektaş’ın görüşlerine ne gibi ilaveler yapacaksın ki ondan şık düşsün! Aşık Veysel solcu muydu? Zaten Yunus Emre-Pir Sultan-Hallacı Mansur’a böyle bir şırınga yapmaya kalkarsanız adamlar cinnet getirir.
Kalın sağlıcakla..