HALKIMIZA sesleniyorum…
Açın gözünüzü artık, iktidarı iyice seyredin…
AKP’ye oy verirseniz ülkede hırsızlığın, uğursuzluğun, yolsuzluğun, rüşvetin, nüfuz ticaretinin, yalanın, talanın, işsizliğin, açlığın ve ayrıştırmanın sürmesine katılmış olursunuz…
Bunlara ortak olmaktan kaçının…
Allah’tan korkun ve iman sahibi olarak size yakışmayacak ve günahkâr hale getirecek tasarruflardan uzak durun; AKP’ye kesinlikle oy vermeyin!
Ne yaparsanız yapın ama ülkeyi soyup soğana çevirenlerle aynı çuvala girmeyin!
Vebal altında kalırsınız…
Dost uyarısı!
Ergun KAFTANCI
* * *
İnternete düştü, oradan da gazete sütunlarına…
17 Aralık Operasyonu yapıldığı sırada Erdoğan ile vakıf kurucusu mahdumu Bilal arasında yapılan telefon konuşması hayli ilginç ifadelerle doluydu…
Deşifre edilen konuşma sonradan Başbakanlık tarafından yalanlandı.
Konuşma evde bulunan paraların bir şekilde gizlenmesine ilişkindi.
Okuyamamış olabilirsiniz; yalanlandığı için ayrıntılı olarak sütunuma alamıyorum.
Yalnız şu kadarını söyleyim; yalanlama, “Evlât, paraları sakla” bâbındaki babadan oğula verildiği iddia edilen talimatıkeen-lem yekûn hale getirmiyor, yani çürütüp geçersiz kılmıyor, aksine zihinlerde oluşan kuşkuyu artırıyor.
* * *
Söz konusu diyalog iktidara göre çakma yani uyduruk; teknik ifadeye sığınarak söyleyim, montaj…
Kılıçdaroğlu “Öyle değil” diyor ekliyor:
-Görüşmeyi kaydedenler ellerinde buna ilişkin görüntülerin olduğunu da söylüyor…
Başka iddialar da var…
Mesela eski Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener‘in söyledikleri…
Şener bir dönem Erdoğan’ın en yakınındaki isimdi, ayrıldı; şimdi öğretim görevlisi. “Telefonun ucundaki ses Tayyip Bey’in sesiydi” diyor.
İçerisinde paraya ilişkin talimatın olduğu bir konuşmayı insan rastgele birisiyle yapamayacağına göre telefonun öteki ucundaki ses de herhalde Bilal Erdoğan‘a aitti…
Bana gelince…
Erdoğan’ın bu konuşmayı yapacak kadar patavatsız olduğunu sanmıyorum…
Ülkeye telekulak uygulamasını getirmiş, bu amaçla TİB gibi bir kurumun oluşturulmasını sağlamış ve ofisinde böcek yakalatmış bir başbakan hiç, bile bile lades der mi!
“Beni de dinliyorlar, bari daha iyi dinlesinler diye şu para işlerini telefonda konuşayım” diye düşünür ve ahizeye sarılır mı!
Hadi sarıldı, o lâfları eder mi!?
Gelin de gülmeyin!
* * *
Sansasyon yaratmak için değişik yöntemlere başvurarak iktidarı sarsmaya kalkmanın âlemi yok…
Hırsızlık, uğursuzluk, yolsuzluk, kayırmacılık, ayrıştırmacılık ve teröristlerle kucaklaşmak bu iktidarı neredeyse yerin dibine soktu; daha neresinden tutup yerden yere vuracaksınız ki…
Kaldı ki bütün demokratik kurumlarda kıyım yapan, darbe evhamından bir türlü kurtulamayan, içeride ve dışarıda saygınlığını yitirmiş ve cilâsi bozulmuş duruma düşen iktidar, meşruiyetini zaten kaybetmiş durumda.
Düşmüşe tekme vurmak Türk’ün kitabında yok ki…
Ona oy vermek de!
KAPILAR YÜZÜMÜZE KAPANIYOR
——————————
DIŞ dünya kapıları yüzümüze kapatmaya başladı…
Batılıları geçtik, Arap ülkeleri bile sırtını dönüyor…
“Dünya lideri” safsatasıyla yüceltmeye çalıştıkları Erdoğan‘a bugüne kadar “Kadîm dost” diye sarılanlar, AKP iktidarının otokratik yapı haline geldiğini görünce yelkenleri suya indirdi…
İpleyenimiz kalmadı…
Dostluğumuza beslenen güveni de yitirdik; siyasal değerimizin muhammen bedeli neredeyse sıfırlanma yolunda…
* * *
Andrew Duff, Avrupa Parlamentosu’na mensup bir parlamenter…
Etkili biri…
AKP iktidarının, Erdoğan’ın ellerinde otokratik bir yapı haline geldiğini, bu nedenle AB ile Türkiye arasındaki müzakerelerin kesilmesi gerektiğini açıkladı…
Müzakereler bugün yarın askıya alınabilir…
Peki nereye kadar?
Onu da yanıtlıyor Duff:
-Erdoğan’ın, AKP’deki etkisi kaybolana kadar…
Avrupa Birliği‘ne tam üye olmak istiyorsak adamları bekletmeyelim ve 30 Mart’ta AKP’yi sandığa gömelim.
Olabilir, “AB’ye girmek istemiyoruz” diyenler ağır basabilir ve yeniden AKP’yi sandıktan çıkarır. O takdirde oy verenlerin ilerleyen zaman içinde “Vah geldi başımıza” diye dövünmeleri de beyhude olur!
BEN ÇARESİNİ BULDUM
——————————
YEDİ bin insanın dinlendiği doğruysa durum vahim…
Dinlemeler savcılık kararlarıyla yapılmış dahi olsa anayasal bir suç olarak kabul edilmeli. O kadar insanın özel hayatına böylesi tasallut, demokratik sayılabilir mi, hukuk, hak ve adalet çerçevesine sığdırılabilir mi?
“Dinlemeler yapılırken neredeydiniz” diye soranlara, görevli kılınan Arınç yanıt veriyor:
–Buradaydık ama bilemezdik…
-Geçen seçim sürecinde çakma kasetlerle hasımlarınız teşhir edilirken ve adaylıkları engellenirken neredeydiniz?
-O zaman da buradaydık ama onu da bilemezdik…
-Avrolar, dolarlar, liralar ayyakkabı kutularına konurken neredeydiniz peki?
-Tabii ki buraydık ama nereden bileceğiz ki…
Kes, yeter!
Zaten siz, suç ortaklığından başka neyi bilirsiniz ki!
* * *
Bütün bunlar yaşanırken siz, vatan haini, kumpasçı, çete, dış mihrakların maşası filan diye karaladığınız, önceki gün de ABD Başkanı Obama’ya jurnallediğiniz Fethullah Gülen ve yandaşlarıyla ortak hareket etmiyor muydunuz?
O grubun oylarını aldığınızı, her isteklerini yerine getirdiğinizi Erdoğan ve Arınç Beyler ikrar etmemiş miydi!
Fethullahçı polis, savcı, yargıç, bürokrat diye yakalarına yapıştığınız insanları o görevlere atama kararnamelerini altında sizin imzanız yok muydu?
İnsanları dinlettiren, takip ettiren, özeline girmeye kalkan ve yasa dışı uygulamaları yaptıran kimdi, siz değil miydiniz!?
İkide bir “Okyanus ötesi”ne selam çakan rahmetli babam mıydı!?
* * *
Çaresini buldum dediğim de şu; dinlenme ihtimaline karşılık telefon cihazımı değiştirdim, dış kapının mandalı noktasındaki bir yurttaşın adına yeni numara aldım.
O cihazla yeni numara üzerinden konuşuyorum…
Paliyatif de olsa bulduğum çare bu…
Pis iş dediğim dinlenmekten, ancak bu yolla kurtulmaya çalışıyorum…
Size de öneririm!