Aldatıcı bir güneş var. Soğuğun ısırır gibi yapıştığı nemli bir gün. Kışın ortası, 2014 Şubat ayı başları. Gök yüzünde seyrekte olsa beyaz bulut kümeleri uçuşuyor, Yassıada, Sivriada tarafına doğru, güney batı yönüne koşar adım arkalarında kovalayan var gibi gidiyorlar.
Deniz sakin sayılır, hafif bir çırpıntı var.
Bostancı’dan Adalara gidecek vapur tarifesine bakacağım. Balık pazarından iskeleye doğru yürüyorum. Sahil boyunca üç iskele var; başta Şehir Hatları’nın kalktığı Bostancı Vapur İskelesi’nden saat 12 ile 18 arasında sadece iki vapur seferi var. Güzel ama sanki göstermelik! Özel sektöre ait Mavi Marmara’dan ise kış tarifesi ve hafta içi olmasına rağmen nerede ise saatte bir tekne kalkıyor. Diğer iskele ise İDO’nun.
Zaman olarak bize uyan Mavi Marmara; motor mu, tekne mı ne demek gerekirse onunla gidiyoruz. Özellikle iyi havalarda “500 kişi tam kapasiteli” olarak giriş salonunda yazılı olsa da bu sayı bu tekneye fazla. Ama şimdi görünen 200-250 yolcu mevcut.
Tekne kalktı. Köprüüstüne çıktım. Kaptanını, serdümenini, daha neyi varsa görmek istiyordum. Merak bu ya! Adettendir “Allah selamet versin!” diyerek çevreme bakındım. Tekne Bostancı Mendireği’ni (Dalga Kıranı’nı) çıktı, seyrediyor. Sancak baş omuzluk boyunca iri inci taneleri gibi Kınalı, Burgaz ve Heybeli dizili…
Köprüüstünde üç kişi vardı. Biri iskele tarafta alabandaya yakın, diğeri sancakta ufka bakıyorlardı. Ortada, kontrol mevkiinde joystick ile dümen ve gaz kolunu kullanan, 30 yaşlarında hafif sakallı kaptanlık görevini yapan kişi oturuyordu.
Kendi içlerinde GPS’in nasıl daha ucuza temini edilebileceğini ve teknede köprüüstüne montesini konuşuyorlardı. Ki orada iki GPS vardı. Belki de başka bir tekne için fikir yürütüyor olmalıydılar.
Ekrana baktım, Bostancı-Büyükada gidiş mesafesi 5.4 deniz mili, rota (pruva) 159, sürat 9.1 d. milini gösteriyordu. İskele alabandaya yakın oturan 60-65 yaşlarındaki zinde, ak saçlı kişi, “Gemi bizim, bu da oğlum; yok yok çantadan yetişme, biz yetiştirdik.” dedi. Sormuş olmak için dönüp sakallı gence: “Heybeliada – Büyükada iskeleleri arası mesafe ne kadar?” dedim. Önündeki ekrana baktı, lütfeten cevap verir gibi yarım ağızla: “Bir deniz mili civarında” dedi.
Tekneyi iyi kullanıyordu. Büyükada ve Heybeli iskelelerine düzgün yanaştı. Bilinçliydi. Ama gördüğüm kadarıyla eğitimi de, deniz ehliyeti de yoktu. Güvenlik konularında bir kriz anında ne yapacağı belli olmazdı. Bir çarpışmada, bir yangında ne kadar başarılı olurdu, işin orası meçhuldü.
HEYBELİ’Yİ SEVMEK BAŞKA BİR ŞEYDİR
Adaları sevmek, Heybeli’yi sevmek başka bir şeydir, o bir tutkudur. Burada yaşarsanız, havasını suyunu kullanırsanız size kendini tutku ile bağlar. Seyrek gitseniz bile benim gibi yazları ayrı, kışları ayrı geçmişinizden izleri, hatıraları takip edersiniz.
Tekne Heybeli’ye yanaşıyor, yolculardan çıkışa ilerleyerek bir gurup oluşturan 10-15 talebenin başlarındaki öğretmenin konuşmalarından bu adada inecekleri anlaşılıyordu. Mevsim olarak uygun olmasa da şubat yarıyıl sömestre tatilinden istifade ile Ankara’dan geldiklerini söylüyorlardı. Tek duyup bildikleri Papaz Okulu idi. Ses tonları ve meraklı konuşmalarından anlaşılan bu idi. Zaman dardı, rehber öğretmen tanışmanın ardından yaptığı kısa konuşmasında kendisinin ne yapabileceğini sordu. Ben de: “Heybeliada yarım günde gezilmez, hele hele ayaküstü 10 dakikada hiç anlatılamaz,” dedim. Rıhtıma çıkmıştık, “Mesela bu adanın tarihinde İngiliz General Towsend var. 29 Nisan 1916’da Irak’ta (Kut ül Ammare’de) esir alınarak bu adaya getirilmiş. Sonradan Heybeliada Sanatoryumu’nun yapıldığı yerde o zamanlar Çam Limanı’na bakan bir binada yaşamını sürdürmüş. Trafalgar deniz savaşı galibi İngiliz Donanması Çanakkale Boğazından geçerek 1807’de Heybeli önlerine birinci, 1878’de de Yeşilköy önlerine kadar gelen Rus istilacılarına karşı sözde bizim yanımızda yer almak için gelip Heybeli önlerinde ikinci defa demirlemiş. Bunları az insan bilir.
1829’da Heybeliada’da ölen Rus esirlerin kırık dökük bir anıtı var görmek gerek. Ayrıca meşhur, tarihe mal olmuş Papaz Okulu, Yetim Okulu, Elen Ticaret Okulu, Deniz Lisesi (Deniz Harp Okulu) ve Sanatoryum. Bu kurumların şimdi bazıları yok, bazıları başka yerlere taşındı veya kapandı.
Bir de bu adada yaşamış, ömür sürmüş ünlüler var. Bazılarının hâlâ evleri mevcut. İsmet İnönü ve Hüseyin Rahmi’nin yaşam mekanları şimdi müze yapıldı. Ahmet Rasim, Hazım Körmükçü, Aziz Nesin, Dr.Kriton Dinçmen, Zahit Atakan’da…Heybelili’dir.
Rehber öğretmene: “Siz önce Papaz Mektebi’nin çevresinde Değirmen Yolu’nu (Papaz Turu’nu) takiben bir dolaşın, sonrada Büyük Turu düşünün; Çam Limanı’nı, Aya Yorgi Manastırı ve Değirmen Burnu’nu görmeden gitmemeye çalışın. Bunları yapacağınızı ummuyorum, çünkü hem kalabalıksınız hem de zamanınız yok. Çünkü 17:35’te akşam oluyor, hava kararıyor.
Heybeli kış akşamlarında erken sessizliğe bürünür. Yaşam çok durgunlaşır, çok sakinleşir.
Gençsiniz, yokuş çıkabilirsiniz. Keşke Refah Şehitleri Caddesinden eski adı ‘Kara Vasil’ şimdiki adı ile ‘Müstecip Onbaşı Sokağı’ dan Hüseyin Rahmi müzesine, bilahare Değirmen Tepe’sine çıkmanızı, oradan da bütün çevreye; Burgaz’a, Büyükada’ya, Yassıada’ya, Kaşıkadası’ na tepeden bakmanızı sağlık verirdim,” deyip ayrıldım.
Ekim ile mayıs ayları arasında bütün adalarda olduğu gibi Heybeli’de de hayat durur. Ölü sezon başlar, her şey ilkbahar sonunda gelecek yazlıkçıların adalara ayak basması ile onların yaratacağı mevsim rüzgarına odaklanır. Kış aylarında İstanbul’la bağ daha zayıftır. Ayrıca ulaşımı sağlayan vapurların lodos ve sis engeline takıldığı günler olur, bazen iki – üç gün çalışamazlar. Böyle zamanlarda adalar ulaşıma kapalı bir köy olur çıkar.
Heybeli’nin en büyük özelliği, İstanbul’un güneyinde Marmara’da nemi düşük, çamlar arasında hayat fışkıran bir cennet olmasıdır. Geçmişte uzun yıllar hizmet veren Sanatoryum bunun canlı delilidir.
Hayata bağlı, zinde, beyni çalışan biri olarak mı yaşamak istiyorsunuz? Bunun için: yürüyüş, yüzme ve bisiklet, her üçünün de bulunmaz has mekanı Heybeliada’dır.
Yürümekle düşünmek, sağlıklı bir hayat sürme arasında sıkı bir bağlantı var. Uyumakla yatak, su ile susuzluk gibi.
Ne zaman adaya ayak bassam yürürüm. Sahilin eski havasını bozan, çirkinleştiren 4 iskeleyi (Şehir Hatları, İDO, Mavi Marmara ve Prenstur’u) seyrederek 2 tur atar, Ayyıldız Caddesi’nden yukarıya Refah Şehitleri Caddesi’ne veya eski Panaroma Oteli önünden Değirmen Yolu’na (Papaz Turu’na) koyulurum.
Zaman fazla ise Aya Yorgi Manastırı önünden geçen eski adı Yesari Arif Arsoy yeni adı Çam Limanı Yolu, Müslüman ve Rum Ortodoks Mezarlığı önünden geçen Küçük Tur (Aşıklar Yolu’nu) tamamlarım. Veya Çam Limanı, adanın en batısı Alman Koyu’ndan Alp Görüngen Yolu ile Deniz Lisesi Hazırlık Bölümü’nün önüne çıkar, devamla iskeleye uzanarak büyük turu tamamlarım.
Şimdi mevsim kış, hava suhuneti 10 derecenin altında, ama güneşli. Üç günde yukarıdaki turları tamamladım. Yürüyüşlerime sıkıntılı bile başlasam mutlu bitiririm, daha iyi daha sağlıklı düşündüğümü görür ve anlarım.
Yürümekten hoşlanan kişiye ayaklarından gelen itici güç, vücudunda, beyninde olumlu, artı değerler oluşturur.
Kış mevsiminde Heybeli’nin bir spor aracı, mutluluk şırıngası daha var; o da bisiklet. Çevrenizden geçen gençlere katılabilirseniz veya bisikletin müthiş bir spor aracı olduğunu kabul edip ona gereken değeri verirseniz, o iki tekerlekli araç sizi mükafatlandıracaktır.
Yürüyüş keyiflidir. XIX yüz yıl çevre uzmanı, filozof, şair ve natüralisti Henry D. Thoreau. “ Yürüyüp ayaklarım hareket etmeye başladığı an düşüncelerim akmaya başlar.” der.
Mevsim gereği sokaklar boş gibi; günlük yürüyüşümüz sürüyor. Martıların birbirleri ile cilveleşir gibi bağrışmaları, yaklaşan mart ayına adeta hazırlık, bol kedi miyavlaması ve kavgası, çamların hışır hışır sesi, sahil bandından gelen dalgaların tatlı gürültüsü, istisnaen de geçse faytoncuların çaldığı zil ve kamçı sesleri… Bu kadar tabii güzelliği bir düşünün, kaç yerde gördünüz ve yaşadınız?
İnsanlar en güzel cümleleri yürürken ve uyurken buluyorlar.
Müsait gördüğünüz her yerde yürür veya bisiklete binebilirsiniz. Ama Heybeliada bu konuda diğer mekanlardan farklıdır. İnanın size kendini sevdirecektir, mevsim kış bile olsa! Buna “Ada Hastalığı” veya “Adalı Olmak” denir.
Dikkat edin, Heybeli veya adalar yaşam kalitesi olarak farklıdır. Cennetin yeryüzündeki bu izdüşümleri herkesin ortak mirası, herkesin sevgilisidir. Çağımıza, günümüze uygun davranalım, onları sevelim ve koruyalım. Bu da ülkünün, vatan sevgisinin başka bir çeşididir.