Sevgili dostum, yarım yüzyıllık ülküdaşım İbrahim Metin bey telefon etti: Zeki Sofuoğlu ağabeyimiz vefat etmiş, İstanbul, Zincirlikuyu Mezarlığı mescidinde namazı kılınarak toprağa verilecekmiş…
Gözlerimin önüne bir avuç milliyetçi aydının, İsmet İnönü diktasına karşı Türk Milliyetçiliği düşüncesini savunma mücadelesi geldi. Bizim nesil, o mücadeleyi yaşayanlardan dinleyerek, yazılanlardan okuyarak öğrenmiştir. Komünistlerin Rusya’ya hâkim olmalarından ve Türk yurtlarını işgal etmesinden sonra, bunlara karşı sadece basın yoluyla mücadele edebilen Türk aydınlarını sindirmek için mevcut hükümet ve onun başı İsmet İnönü Türkiye’de bir terör estirmeye başladı. Mücadelenin öncülerini tabutluk denen işkence odalarına doldurarak, işkence edilerek, bir kişinin ayakta sığabileceği yerlerin tepesinde bin voltluk lambalar yakarak, tırnaklar sökerek sindirmeğe çalıştı. Bu kişilerin çoğunu ben hayatta iken tanıdım ve dinledim. İşte bu mücadele adamlarından biri de Zeki Sofuoğlu ağabeyimizdi. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
***
KURT TARIK ÖZHAN
Ne olursa, hangi fikir olursa olsun, bir fikre, bir ideolojiye gerçekten ve samimi olarak bağlanan kişiler, yaşı ne kadar geçkin olursa olsun, ne kadar sıkıntı çekerse çeksin bağlandıkları, benimsedikleri bu düşüncelere her zaman hizmet etme gayreti içinde olurlar. Anlatacağım Kurt Tarık Özhan da bunlardan biridir.
Gazetede küçük bir haber: Eski milliyetçilerden Kurt Tarık Özhan vefat etti. Cenazesi Çengelköy’de toprağa verildi… Hepsi bu…
Evet, Türk Milliyetçileri sessiz yaşarlar. Gösterişi sevmezler. Kimseden iltifat beklemezler. Onlar sadece “ Din için, Devler için, Millet için” çalışırlar. Gerisi zaten milletin bileceği iş…
1966-69 yılları arasında partinin tek siyasi organı olarak Millî Hareket dergisini yayınlıyordum. Derginin ilk yayınlanmağa başladığı sıralarda, pek çok kişi yazı vermeğe çekiniyordu. İstediğimiz seviyede, fikrimize uygun yazıları bulmakta zorlanıyordum. Zannediyorum, beş altı sayı sonra bizim yayınevine orta yaşlı biri geldi. Kendini yanıttı: Kurt Tarık Özhan. Ben yazılarından dolayı kendisini isim olarak tanıyordum. Tanıyamadığım için özür diledim kendisinden. “Normal, dedi, ben pek ortalıkta dolaşmayı sevmem.” Gelirken yeni yayınladığı bir broşürü de getirmişti. Verdi. Broşürün adı “Sovyet İmparatorluğu yıkılacak, esir Türk yurtları kurtulacak” idi. O sıralarda Sovyetler en güçlü zamanlarını yaşıyorlar, bütün dünya ülkelerini komünistleştirmeğe çalışıyorlardı. Türkiye de bu tehdidin altında idi ve biz bu tehlikeyi önlemek için, pek çok tavizler vererek NATO’ya girmiştik. Ama Kurt Tarık bunları hiç önemsemiyor, her Türk milliyetçisi gibi Turan idealini yazılarıyla genç nesillere aktarmağa çalışıyordu. Kendisine dergide yazı yazmasını teklif ettim. Hiç nazlanmadı. Yorulmadan her sayıya Kuzguncuk’taki evinden gelerek bize yazı getirdi. Yazıları elbet büyük idealimiz olan Türk yurtlarının kurtulması ve Türkiye’nin birlik ve beraberliği üzerine idi. Ben ne kadar sert olursa olsun, yazılarının tek kelimesine bile itiraz etmezdim… Neden itiraz edeyim? Tamamı Türk Milliyetçilerinin fikirlerini yansıtan yazılardı bunlar. Yazıların bazılarının başlıkları şöyle idi: Eski Türk Yurtları Rusya Değildir, Türklük Aleyhine Neşriyat, Kürtler Özbeöz Türktür, Ne Zaman (Azerbaycan’ın kurtuluş kavgası için), Kremlin Yıkılmalıdır.
Başlık ismini verdiğim son yazı yayınlandıktan bir süre sonra Türkeş beğ ile, İstanbul’a geldiği bir gün, her zaman yaptığımız gibi dergi üzerine konuşuyorduk. Türkeş ciddi bir tavırla: “Karabacak, dedi, Tarık beyi ben severim. Ama son yazdığı yazı son derecede partimiz adına sakıncalı. Biz yarın iktidar olunca Sovyetler Birliği ile de temas kuracağız. Bu çeşit yazılar bizim siyasî hareketimize zarar verir.” Ben şaşkın bir şekilde Türkeş’in yüzüne bakıyordum. Şaka mı ediyor diye düşündüm. Baktım çok ciddî… Türkeş, milli bakiye’den kazanılan ve çoğu aynı fikirde olmayan beş-on milletvekili ile meclisteydi ve iktidara gelmekten bahsediyordu… Aldığımız rey ile iktidar uzak bir hayâl bile değildi…
Türk milliyetçileri her zaman, en zor zamanlarda bile hayâllerini ve umutlarını kaybetmezler. Kurt Tarık Özhan, Sovyetlerin en güçlü olduğu bir zamanda Türk Yurtları mutlaka kurtulacak diyordu. Siyasî hareketin lideri ise, o sırada doğru dürüst bir teşkilâtı olmayan partinin bir gün iktidar olacağına inanıyor, tedbir alıyordu… Zaman içinde ikisi de haklı çıktı: Sovyetler dağıldı ve Türk yurtlarından çoğu kurtuldu, ileride diğerleri de kurtulacak. Türkeş’in partisi gün geldi koalisyon ortağı olarak devleti idare etti. İleride bu daha da mutlu günlerin geleceğinin habercisidir. Türk milliyetçileri on yıl, yüz yıl, bin yıl sonrasını da düşünen ufukları geniş insanlardır…
***
SABRİ TÜRKMENOĞLU
Gene bir gazete haberi: “Kastamonu’da yaşayan 103 yaşındaki ahşap oyma ustası halen çalışıyor.”
1973 yılı milletvekili seçimlerinde Kastamonu milletvekili adayı olarak bir macera yaşamıştım. Bunun detayını “Üç Hilâl’in Hikâyesi” adlı kitabımda genişçe anlattım. Fakat oyma ustası Sabri Türkmenoğlu’nu ne yazık ki hatırlamamışım. Gazete haberi kendisini hatırlattı.
O seçim döneminde elbette pek çok kişi ile tanıştım ve bir çoğu ile sağlam dostluklar kurdum. Seçim çalışmaları sırasında her akşam, gece yarılarına kadar toplantı yapıyor, ertesi günkü çalışmalarımızı plânlıyorduk. Pek çok partili bu toplantılara katılıyor, fikirlerini söylüyordu. Bu toplantıların 50-55 yaşlarında iki müdavimi vardı. Hiçbir toplantıyı kaçırmıyorlar, sessizce konuşmaları dinliyorlar, sonra da sessizce gidiyorlardı. Bunların ikisi de güçlü, kuvvetli, beyaz sakallı oraya has halk tipi insanlardı. Dikkatimi çeken bunları parti yöneticilerine sordum: Sabri Türkmenoğlu eskiden marangozmuş. Sonra bir hevesle ahşap oymacılığa başlamış. Diğeri ise, pek hatırlamıyorum ama, galiba esnaftan biri imiş. Bana, biraz sinirli halleri var, dediler. Kavga gürültüden korkmazmışlar…
Bir gündüz vakti ikisi beraber partiye geldi. Sabri usta; “Biz, dedi, parti için çalışmak istiyoruz. Fakat ne yapacağımızı bilmiyoruz. Nasıl hizmet edelim?” O sırada partiye hizmeti, dinî bir ibadet olarak gören bir grup vardı orada. Said-i Nursi Kastamonu’da sürgünken orada epey talebe yetiştirmiş. Bunlardan biri de Kastamonu âlimlerinden Mehmet Fevzi efendi imiş. Kendisi ile tanıştım ve defalarca sohbet ettim. Türkeş beyin Kastamonu’ya gelince mutlaka ziyaret ettiği gerçek bir âlimdi ve Said-i Nursi’yi falan çok aşmıştı. Talebelerine devamlı Türklerin faziletinden bahseder, Türkiye’yi idare edecek olanların Türklük şuuruna sahip olmaları gerektiğini talebelerine aşılamağa çalışırdı. İşte Sabri usta ve arkadaşı bu cemaatten idi. Epey sohbet ettik kendileriyle. Biraz sinirli oldukları söylendiği için insanlarla kavga ederler diye korkuyordum. “Bakın, dedim, burada bizim partimizi anlatan bir kitapçık var. Bunları, kendinizi de fazla yormadan, kimse ile münakaşa etmeden dükkânlara ve evlere dağıtın. Bu büyük bir hizmettir bizim için.” O günden sonra bu iki arkadaş, seçim sonuna kadar, benim İstanbul’da bastırdığım bu kitapçığı Kastamonu’da seçim sonuna kadar dağıttılar.
Sabri usta bir gün dükkânına davet etti. Şeyh Şaban-ı Veli cami-türbesine giden kale yolunun sol tarafında büyük bir atölyesi vardı. Muhtelif yerlerden çıkardığı Selçuk ve Osmanlı motiflerinin kalıpları ile ceviz ağacı üzerine oymalar yapıyordu. Türkeş ve Diyanet işleri başkanlığına tamamen ceviz oymalı masalar yapmış ve hediye etmişti. Bugün Kastamonu ve ilçelerinin pek çok cami kapısı mimber ve mihraplar Sabri ustanın elinden çıkmıştır. Vefa göstermişler, TRT onunla ilgili bir program yapmış. Onu görünce eski günleri hatırladım. Yaşlı halinde halâ oymacılık yapan Sabri Türkmenoğlu gerçek bir kahramandır. Allah hayırlı ömrünü daha da uzatsın.