Ağustos, Türkiye Türkleri’nin zafer ayı. “Bizler halis Müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz” diyen Sultan Alparslan’dan, İstiklâl Savaşı’nın Gazi Kumandanı’na kadar şehid, gazi, veli hükümdarların yazdığı Anadolu tarihi, Türk’ün bu coğrafyanın tapusuna hangi şartlar altında sahip olduğunu anlatır.
Nil’den Tuna’ya, Aras’a derken üç kıtada devasa bir devlet kuran Türkler, geçtiğimiz yüzyılın başında Anadolu’ya sıkışmak zorunda kaldı. Vatan bilip sonra da bırakmak zorunda kaldığı bu topraklarda bakiyeler bırakarak ricat edildi. Sınırların hemen dışından başlamak üzere milyonlarca kilometrekarelik topraklarda on milyonlarca Türk kaldı.
Eski vilayetler ayrı birer devlet oldular irili ufaklı. Bu ülkelerin ortasında ise son bağımsız Türk devleti ve onun başında son muharip devlet başkanı vardı. Yüzyılların savaş yorgunu bu devletin başkanı, Çin sefirine “bir gün sizinle Çin Seddi önünde karşılaşacağız” diyecek kadar Türkler’in fütühat ruhuna sahip idi. Hatta onun da gayreti ile fakir Türkiye’yi zengin Fransa’ya tercih eden Hatay halkı sayesinde ilk büyüme olmuş 35 sene kadar sonra da Akdeniz’deki en büyük uçak gemisi diyebileceğimiz Kıbrıs’ın kuzeyi ele geçirilmişti.
Belki de sıra bizim anavatanla birleşmemizde, düşünceleri dışarıda kalmış öksüz Türkler’i umutlandırıyordu. 90’larda Şam’da görüştüğüm bir Türkmen, oğlumun adı Mete, inşallah Türk ordusunda askerlik yapacak, diyordu.
Ancak Türkiye Türkleri, zamanla hasletlerini kaybettiler. Damarlarında dolanan kanın asaletinden şüpheye düştüler. Düşmanının başını ezen Türk imajı, yılanlara dokunmayan Türk tipine dönüştü. Ne içerideki hainlere ders verildi ne de dışarıdaki düşmanlara hak ettikleri cevap.
Kızıl Ordu’ya karşı savaş veren Türk Milliyetçilerini 2000 yıllık mazisi olan Türk Ordusu’nun başındakiler, zindana tıkıp, darağacında sallandırdılar. Namusu uğruna kan dökülen halk ise gözlerini kapadı, kulaklarını tıkadı.
İhanet bununla kalmadı. Bugün kadim Türk coğrafyasında oluk oluk kan dökülüyor. Sahipsiz, umutsuz, bîçare Türkler eziliyor, kırılıyor, ocakları dağıtılıyor. Türk medeniyetinin önemli merkezlerinden Kaşgar’da kandaşlarımız sokakta infaz ediliyor. Ahıska Türkleri oyuncak olmuş top gibi oradan oraya sürülüyor. Kırım’ı Rus emperyalizmi yeniden işgal etti. Batı Trakya’da Türkler evinin damını tamir ettiremiyor, Yunan’ın atadığı imamın arkasında namaz kılmaya zorlanıyor. Balkanlar’da Türkçe demokratik yollardan! siliniyor. Güney Azerbaycan’da “haray haray men Türkem” çığlıkları ile sesini Anadolu’ya duyurmaya çalışan Türkleri Fars faşizmi eziyor. 1200 yıllık Türk yurdu Türkmeneli’nde Türklerin kanına ekmek doğranıyor. Suriye’de Halep’ten Golan’a mezhep iktidar savaşlarının arasında kıyılan yine Türkler.. Anadolu’da yaşayan, maddenin, dünyevi zevklerin esiri olmuş Türkler ateşin düştüğü yerde göğe yükselen feryatları duymuyor, dağlanan ciğerlerin kokusunu almıyor, akan kanı görmüyor.
Türkiye Türkleri bugün tarihe, damarlarında akan kana, inandıklarını ikrar ettikleri dine ihanet içinde sıranın kendilerine gelmesini farkında olmadan bekliyorlar. Yarın Kürtçüler Aydın’da onları evlerinden çıkarıp sokağa attıklarında, Eskişehir’de evlerine girip namuslarını ayaklar altına aldıklarında, Vehhabiler Anadolu’da sahabe, evliya türbelerini yıktığında, semah yapanları cariye diye sattığında, Boğaziçi’nde yalılarda oturanların kafasını kesip, kelleden kule yaptığında Türkiye Türkleri’ni de duyan, el uzatan olmayacak.