Doğa yeşilleniyor, umutlar baharla çiçekleniyor. Mektupçu Agâh ne hoş, ne hisli, ne manalı söylemiş: “Bahar, ağaçların gelinlik mevsimidir.”
Bahar doğanın renk renk yayılan düğünü, solan ve çoraklaşan toprağın sökülen düğümüdür. Bahar uyanış ve diriliştir.
Sonbahar ağaçların göç mevsimi, kış ise sükût dönemidir. Peki, huzur göçerse, şeref ve haysiyet gömülürse hal nice ve nasıl olacaktır?
Güzel bir davranış, doğru bir söz petekten damla damla sızan bala benzer. Dürüst ve samimi bir mizaç ruha lezzet katar, yüreğe heyecan verir
Sahte, sanal, yalancı ve yapmacık yüzlerin milliliği, millilik istismarı söğüt ağacından meyve ummak kadar abestir, zaman ve emek israfıdır.
Toprak çölleşirse çare sudur. Çimenler-çayırlar kurursa çözüm yine sudur. İrade kuruyup milli duygu ve aidiyet çatlarsa deva yoktur.
Hz. Mevlana; “Gülün dibindeki toprak gül kokar” der. Ya rüşvetin, ihanetin, rezilliğin duldasında boylu boyunca uzanıp yatanlar ne kokar?
Yeni Türkiye sözleşmesi yapıyorlar, yeni yargı stratejisiyle göz boyuyorlar. Geziyorlar, yiyorlar, içiyorlar, haramdan harcıyorlar.
Malum çevreler aldatıyor, saptırıyor, ahlaktan sapıyor; insaniyet, hamiyet ve adalet inkarıyla yozlaşmanın dipsiz kuyusuna iniyorlar.
Millilik edebiyatı yapan yurtsuzlar Oslo-Kandil-İmralı arasında mekik dokuyorlar, yeni ihanet seferleri için gece gündüz mil topluyorlar.
Milliliğin görkemli bahçesinde dal olamayanlar terörün ve bölücülüğün pis kokan koruluğuna bekçi durmaya özeniyorlar. Vah zavallılar!
Merhum A.Nihat Asya demiş ki; “Vazoyla saksının farkını sen söyleme, çiçeklerden sor.” Kim milli, kim müptezel bırakalım da millet söylesin.
Dil ile söylenen kalben tasdik edilmezse, kalben haykırılan insanı halden hale sokamazsa her söz boş olacak, her ifade riyayla anılacaktır.
Bıktırırcasına konuşanlar, garezle dolup taşanlar, harıl harıl dolaşanlar, dolandıranlar Türkiye’nin baharını çoktan kışa çevirdiler.
Bunlar, bir bakıyorsunuz sülalesiyle uçakta, bir bakıyorsunuz efradı ve yalakalarıyla bisiklet üzerinde. Millet düşüyor, bunlar biniyor.
Yetkilerini çiğneyip hukuku karartanlar, helali öğütüp haramı yüceltenler millet kesesinden seyahati marifet ve kabiliyet sayıyorlar.
Derler ki; “Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir. Ve kendi yolunu bulamayan, bütün yolları boşuna yürür.”
Evliya Çelebi “Seyahat Ya Resûlullah” dedikten sonra 51 yıl boyunca gezip dolaştı. Doğuya, batıya, güneye, kuzeye gitti, yedi iklimi tanıdı.
Geriye muazzam bir eser ve hatıra demeti bıraktı. Havalardan inmeyen, yabancı diyarlardan gelmeyen 17-25 rumuzlu kişi millete ne kazandırdı?
Gulliver desek itiraz edecektir; Marco Polo’ya özeniyor desek karşı çıkacaktır; İbn-i Batuta’yı örnek alıyor desek ilgim yok diyecektir.
Kendisini ve yedi sülalesini gezdiren, uçuran, gün aşırı konuşup sinirleri bozan bu seyyah durmayı ve susmayı ne zaman deneyecektir?
Altın kaçakçıları heveslenmesin, fakat söz gümüşse sükût altındır. Taş yerinde ağırdır. Ağır taşı ne yel alacak ne de sel kaldıracaktır.
Cesaret ve gayretle bozgun kervanı dağıtılacaktır. Dua ve destekle kötü kalpliler, kandan ve menfaatten beslenenler yenilecektir.
Umuda az kaldı, hilalin aydınlığına ramak kaldı; Yarabbi bize milletimizin zafer günlerini müyesser eyle, himmetini üzerimizden esirgeme.