
Ahmet B.KARABACAK
Bütün toplumlarda vardır; bazı kişiler bir kültürün, bir düşüncenin adamıdırlar. Okurlar, yazarlar. Fakat toplumun içine girip onların fiili hareketlerine pek katılmazlar. Yazdıklarını, söylediklerini yeterli görüp, görevlerini yerine getirdiklerine inanırlar. Bazıları ise sadece hareket insanıdırlar. Gene bunlar da topluma karşı görevlerini yaptıklarına inanırlar, fakat fikir ve kültür yanıyla pek fazla ilgilenmezler. Öğrendikleri, duydukları ve belki gazete haberleriyle hareket ederler. Bu iki davranış da benim düşünceme göre eksiktir. Bilen, öğrenen adam gerçekten hizmet etmek istiyorsa toplumla iç içe olmalıdır. Diğerleri ise davranışlarının, hareketlerinin sebeplerini çok iyi öğrenmeli, hatalara düşmekten kendini kurtarmalıdır. Geçmişe bakıyoruz; bu iki insan karakterini kendinde toplayan kişiler mensup oldukları topluma gerçek hizmeti hakkıyla verebilenlerdir. Onlar yaşadıkları, hatta ileriki yıllara damgalarını vurabilmişlerdir…
***
Çok iyi hatırlıyorum; 1966 yılında idi. Millî Hareket dergisinin kapağını bastırmak için sık sık bizim o zamanki Eminönü ilçe başkanımız Şevket Alparslan’ın matbaasına gidiyordum. Şevket beyin matbaası sanki partinin ilçe merkezi gibi idi. O, matbaasında kendi bastığı partiye giriş beyannamelerini masasının üzerinde bulundurur, gelen ahbap ve müşterilerine önce partinin amaçlarını anlatır, sonra önlerine giriş beyannamesini koyarak onları partiye katılmağa davet ederdi. Çok gördüm; onu dinleyenler içtenliğine kapılarak imzayı atarlardı.
Matbaaya gelen bir genç görüyordum; sohbetlere katılıyor, genç yaşına rağmen büyük bir olgunlukla Türkiye’nin meselelerini derinlemesine anlatıyordu. Denizli’den gelmiş, hukuk fakültesine girmiş, aynı zamanda gazetelerde muhabirlik ve yazarlık yapıyormuş. Tanıştık ve o günden sonra birbirinden ayrılmayan iki dost olduk.
Sakin Öner benim her gence örnek olarak gösterdiğim biri idi. Samimi ve davasına sımsıkı sarılmış sadık biri. Daha çok gençken yerel basında şiirler ve yazılar yayınlarmış. Edebiyatın cazibesi onu hukuktan ayırarak edebiyat fakültesine götürdü. O günleri bu günkü gençler bilmezler. Okullar bölücü komünistlerin sanki propaganda alanı idi. Vatansever gençler bunlar tarafından dövülüyor, vurularak şehit ediliyor, okullara sokulmamağa çalışılıyordu. Sakin, bütün bu kargaşa altında okuluna devam ediyor, ülkücü gençlerin hiçbir hareketinin dışında da kalmıyordu. Hatırlıyorum; pek çok defa ölüm tehditlerine maruz kaldı. Fakat o hem hareketin öncülerinden oldu, hem de okulunu başarı ile bitirdi.
Bir hareket adamıdır Sakin Öner. İstanbul’da Ülkü Ocakları’nın teşkilâtlanmasında birinci derecede rol alan biri idi. Hem yönetimde bulunur, hem de diğer gençlere fikir ve hareketleriyle öncü olurdu. Düzenlediğimiz konferans ve seminerlerin, hatta parti toplantılarının bir numaralı ismi idi. Açılışı ve takdimleri yapar, çok sevdiği Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü şiirini okumaktan büyük zevk alırdı. Onun büyük bir desteğiyle kurduğumuz Millî Hareket yayınevinin can damarı idi. Dergiye yazılar yazar, hazırlanmasına yardım ederdi. İleriki yıllarda kurduğumuz Türk Gençlik Vakfı’nın Genel sekreterliğini yaptı. Sadece yaptı demek zannımca eksik olur. Vakfın bütün yükü hemen hemen onun omuzlarında idi. Bir gün dahi “yeter artık” demedi.
O yıllarda, İstanbul’a sık sık gelen Türkeş ile tanıştı; onunla zannediyorum bir röportaj yaptı. Gazeteye, giren bu yazı onun işine son verilmesine sebep oldu. Buna hiç üzülmedi Sakin. O, davasını her yerde savunabileceğine inanan biri idi. Türkeş’in, onun genç yaştaki olgunluğundan etkilendiğini biliyorum. Benimle konuşurken Sakin’i sorar, “onu kaybetmeyelim” derdi. Bir de ona “Çakın” ismini yakıştırdı. Sen Sakin değil, Çakın ol derdi.
Bu uzun yıllar içinde müşterek pek çok hatıramız var. Onlardan bazılarını anlatmak istiyorum: Henüz öğrenci olduğu yıllarda idi. Türkeş’in il merkezine geldiğini duyduk ve beraber gittik. Hemen hemen kimse yoktu partide. Bir süre sohbet ettik. Türkeş, Büyük Ada’ya gideceğini söyledi, Galata köprüsünde olan iskeleye beraber gitmemizi teklif etti. Üçümüz Cağaloğlu’ndan yürüyerek Sirkeci, oradan da köprüye geldik. 1966 yılı idi. Pek çok insanın arasından geçmemize rağmen ileriki yıllarda Türkiye ve dünyada milyonların tanıyacağı Türkeş’i kimse tanımamıştı. İskeleye varınca Sakin gene becerisini gösterdi; Türkeş’e hemen bir tabure buldu oturttu, havanın sıcaklığını düşünmüş olmalı ki, bir şişe de gazoz getirdi…
Belki gene o yıllarda idi. Daha henüz Türkiye’den ihtilâl havası kalkmamıştı. Bir pazar günü sabahı, onunla Beyazıt’a “Çınar Altı”na gidip, hem sohbet etmek, hem de bir çay içmek için Sakin’in pansiyoner olarak oturduğu Aksaray’daki eve gittim. Kapıyı açınca “Haydi Sakin, ihtilâl oldu, Ankara’ya gidiyoruz” dedim. Evinde ne radyo vardı ne de telefon. Hiç itiraz etmedi. Serinkanlı bir şekilde giyindi; sokağa çıktık. Caddedeki sakinliği görünce “ağabey, hiç ihtilâl havası yok” diye gülmeğe başladı. Şaka yaptığımı anlamıştı. O, inandığı kimseye, tehlikeli bile olsa, sadık kalan biridir.
Yazı yazmak, kitaplar hazırlamak Sakin Önerin büyük tutkusudur. Genç yaşta pek çok kitaplar hazırladı ve yayınladı. Türkeş’in adıyla çıkan Dokuz Işık kitabının da mimarı, arkadaşlarıyla beraber Sakin Öner’dir. Gazetelerde çalıştı, Anadolu’da öğretmenlik yaptı, İstanbul, Millî Eğitim müdürlüğünde uzun süre müdür yardımcılığında bulundu. Gene İstanbul’un en prestijli okullarından olan Vefa Lisesi ve İstanbul Erkek liselerinde müdürlük yaptı. Vefa lisesinde yaptıkları ise her zaman övgüye değer. Bu asırlık okulu sanki yeniden kurdu, modernleştirdi. İstanbul Erkek Lisesinde ise bir yıl kadar müdürlük yaptıktan sonra emekli oldu. Bu kadar çalışma içinde önce mastır, sonra doktora yaptı. Galiba orta öğretimde görev alıp edebiyat doktoru olan tek kişi odur. Peki Sakin Öner, çok kişinin yaptığı gibi, emekli olup köşesine çekildi mi? Elbette hayır. O bir fikir ve edebiyat adamı olarak, aksiyoner kişiliğinin gereği bir gün bile köşesine çekilmedi. Bütün milliyetçilerde olmasını arzu ettiğim gibi, milliyetçiliğin emekliliği olmaz düşüncesi ile gene yazmayı, kitaplar hazırlamayı sürdürüyor. Gene konferanslara konuşmacı olarak, gene derneklere idareci olarak gidiyor. O bir örnek adam. Sevgili dostumun bereketli ömrünün uzun olması en büyük dileğim…
SAKİN ÖNER’İN MİLLETVEKİLİ ADAYLIĞI
Sakin Öner Denizli’de öğretmenlik yaparken oranın parti yöneticilerinin teklifi ve Türkeş’in talimatı üzerine, öğretmenlikten istifa ederek milletvekili adayı olmuş. Kazanamayacağını bildiği halde, görevden kaçmasının imkânsız olduğunu bilerek kabul etmiş. 1977 yılı seçimleri idi. Bana telefon etti, konuşacak bir hatip istedi. Telefon ettiği sırada, onun çok emek verdiği Millî Hareket Yayınevinin merkezi sayılan Beyaz Saray 41de oturuyorduk. Tesadüfe bakın ki yanımızda o sırada İstanbul’da olan ağabeyimiz, büyük mücadele adamı Osman Yüksel Serdengeçti vardı. Bir arkadaşımı, o zamanlar Topkapı’da olan otobüs terminaline göndererek Denizli’ye bilet aldırdım. Akşam yayınevinden çıktıktan sonra birkaç kişi ile beraber Osman ağabeyi Topkapı’ya götürdüm. O işin farkında değil. Oraya niçin gittiğimizi bile bilmiyor, her zaman olduğu gibi bizim eve gittiğini sanıyor. Denizli otobüsünün yayına gidince “hadi ağabey bin” dedim. Ne oluyor diye sordu. “Sakin milletvekili adayı, ona yardıma gidiyorsun” dedim. Otobüse bindi, halâ inanamıyor. “Yahu Karabacak, şaka etmiyorsunuz değil mi? diyor. “Ne şakası ağabey, dedim, sen Sakin’i seversin. Göster bakalım sevgini.” Rahmetli Osman ağabey otobüs kalkana kadar gideceğine inanamadı. Seçim sonuna kadar da beraber çalıştılar…