
Ali BADEMCİ
alibademci@gmail.com
SMS:0542.311.1564
İşte böylece Ötüken ile yollarımızı ayırdık; elbet bir başka dala konacağız! Konacağımız yerin ölçülerini verdik; çalışmalarımız kütüphane raflarında eskimez, aksine değer kazanır! Kimse kimsenin kulu değildir! Şahsen âlimlik iddiamız yoktur; o bambaşka bir iştir; sade bir gazeteci emeklisiyiz! Bu bakımdan bir miktar saldırganlığı elbette kabul ederiz.
“Ötüken Neşriyat”ın bizim kuşak üzerinde derin hâtıraları vardır; şimdi her biri ayrı fikir ve zikirde olsa da kuruluşundaki tevazuu ve iyi niyet bizleri pek etkilemiştir. Kurucuların müşterek tarafı milliyetçi ve idealist olmalardır; bizler her zaman buna saygılı olduk! Sanıyorum milliyetçilerin sahiplenmesi ve iyi bir idare, bu müesseseyi bugünlere taşımıştır. Müesseseye karşı tenkitler sürekli olarak, kurucu kuşağın yetiştirmeleri olduğumuz için hep karşısında bizleri bulmuştur. Ötüken’in son yıllarda sür’atle yazar kaybetmesi, gelen kitapları hiç de nazik olmayan tarzda reddetmeleri, yetersiz editörler ve bünyede fikir adamının olmayışı onlara karşı belli bir öfke oluşturmuştur. Bizler bunları hep göğüsledik! Şu anda Atsız Beğ’in kitapları ile iş yapıyor; önümüzdeki yıl sonunda sözleşmeleri bitecek! Bu kaprisle devam ederlerse sanıyorum tek milliyetçi onlara sahip çıkmayacak; çünkü yayınların çoğunu biliyorsunuz satılmayınca 5 liradan pazarlanıyor!
Şahsen 2008’de Ötüken yazarları arasına katıldım; Korbaşılar ve Enver Paşa ile başlayan muhabbet yeni kitapların ikinci baskıları ile son buldu. “İran’da Türkler’in 1000 yılı” adlı kitabım bir yıl, “Şamanizm’den Kızılbaşlığa Şiiliğin TürkmenYüzü” adlı eserim ise 7 aydan beri bugün ve yarınları oynuyor! Nisan 2016’da iki kitabında sözleşmeleri yapılmıştı! Bunlar hacimli çalışmalardır ve bizzat kendileri çok beğendiklerini beyan etmişlerdir! Küçük bir hatıra kitabı ise en az beş aydan beri ellerindedir! Herşey bu küçük kitapçık ile başladı ve sözleşmesi olmadığı için çektiğimi bir mesaj ile sayın yönetmene bildirdim! Cevap çok ilginç ve kaba: ”Diğer iki kitabı da çekin!” Hoppala, o zaman neden bir yıl bağladınız diye sordum da cevap yok!
Yayınevi’nin eskilerden kalan tek yöneticisi Nurhan Ağabey’i aradım, cevabı çok ilginç: “Çocuklarının ticari işine kefil olmuşsun, bize yazı geldi, böyle şeylere katlanamayız” demez mi? Yani çocuklarıma kefil olmayıp da kime olacağım; üstelik mahkemeleri devam ediyor ki siyasi hınçtan linç edilmişlerdi! Dolayısiyle alacağım varsa gönderilecek, yoksa olmadığına dair iki satır yazı yazılacak! Kaldı ki benim çocuklarım bugüne kadar maddi meseleden kimse ile niza oluşturmamışlardır! Beni de okuyucularım bilir! Büyük oğlum hâlâ “Bayır Dâvâsı” peşindedir; diğer ikisi de o derece şuurludur! Anlayamadık ki Nurhan Ağabey bizi ne sandı! Keşke Nevzat Abi yaşasaydı! Ayıp söylemesi bendeniz “Kösoğlu Armağanı” sahibiyim! İşin daha ilginç yanı bu yayınevine yıllarca yönetmenlik yapmış Erol Kılınç Ağabey’in Kutluğ Yayınları’ndan ötürü icadıyım!
Erol Ağabey sonra işi düzeltti ve “Siyasi yazı yazıyorsun, dilin rahat durmuyor” demez mi? Demek ki mesele çocuklarımın icra meselesi değilmiş! Müstear adlarla da olsa “Ülkücü Kadro”da zülfü yâre dokunan yazılar kasdediliyormuş! Hatta Erol Abi, “Bu işin fikir ve kitaplarla da ilgisi yok” dedi! Anladık ki reddedilmemişiz de kovulmuşuz! Artık kendimize dolandırcı mı diyelim, siyaset bühtancısı mı diyelim doğrusu kestiremiyorum! Geçen ve bu yılki okul mevsiminde 21 üniversite ve kuruma konferansa gittim; pek kıymetli öğrencilerim cebimde beş kuruş olmadığını görmüşlerdir! Esasen benim soyumda kimsenin parası olmazdı; anam soğan babam sarımsak, dedelerim çoban! Dolayısiyle kimse bize suiistimalcı gözü ile bakamaz! Fikirlerimiz de ortadadır, beğenilmeyen şey satın alınmaz! Dünya kadar okuyucum benden kaç aydan beri bu kitapları sorarlar! Kurumlar toplu alışlar yapar, Kültür Bakanlığı da öyle!
Elbette Ali Bademci ülkücüdür; bu görüşlerden geri adım atması mümkün değildir! Siyaset mi, tabii ki içindedir! Fakat bu konumu devlet kurumları karşısında onu itici kabul etmemizi gerektirmiyor; yoksa eğitim kurumlarına nasıl girer! Elbette bazılarının gözüne batan görüşlerimiz vardır; mesela tarikatçı değiliz ve siyasi İslâmcı olamayız! Kim ne derse desin Atatürkçü ve Cumhuriyetçiyiz! Elbette nezaket kuralları dahilinde siyaset yapacağız; çünkü aynı zamanda MHP’liyiz! Kim derse desin!
İşte böylece Ötüken ile yollarımızı ayırdık; elbet bir başka dala konacağız! Konacağımız yerin ölçülerini verdik; çalışmalarımız kütüphane raflarında eskimez, aksine değer kazanır! Kimse kimsenin kulu değildir! Şahsen âlimlik iddiamız yoktur; o bambaşka bir iştir; sade bir gazeteci emeklisiyiz! Bu bakımdan bir miktar saldırganlığı elbette kabul ederiz! Biliyoruz ki “ Yarım hekim candan yarım hoca dinden eder.” Herşeyi kendinden menkul sananlara söyleyecek başka söz var mı?
Muhabbetle.