Canavar ve Kahraman
İsterik Yahudi karısı, bugünkü cihan harbi önünde, uzun tırnaklarile saçlarını yolarak haykırır:
— Medeniyet yıkılıyor, insanlık mahvoluyor, bu ne barbarlık, bu ne canavarlık!
İsterik olmasa bile, kadın olmasa bile, onun böyle düşünmekte ve böyle ayaklamakta neden mazur olduğunu biliriz; fakat harpten evvel Fransa’da, Ingiltere’de, Amerika’da yığın yığın sulh esrarkeşleri yetiştiren ve nihayet Fransayı çökerten bu Yahudi propagandasını TürkIerin ağzından da işitince şeametler sezmiş gibi ürperiyoruz. Hiç bir Türk, şu veya bu harbin, kısaca harbin canavarlık olduğunu ve medeniyeti yıktığını söylemeğe izinli değildir. Çünkü bundan, bütün tarihi fetihlerle dolup taşan Türkün canavar olduğu ve medeniyetler yıktığı neticesi çıkar. İstanbul fethinin beş yüzüncü yıl dönümünü kutlulamağa on bir sene evvelden hazırlanıyoruz, Türk ve Türkiye tarihinde hiç bir zaferi selâmlamağa bu kadar erken başlanmamıştır. Devlet ve millet, ancak Fatihin torunlarına yaraşan bir davranışla, hiç bir işinde on bir sene evvelden göstermediği hassasiyeti bu dâvada iliklelerine kadar duyuyor. Niçin? Fatih bir canavar mıydı? Kokmuş Bizansın bel kemiğine son tekmeyi vurduğu için bir medeniyet mi yıkmış, yoksa Rönesans gibi yeni bir medeniyetin doğmasına lâyık zemini mi hazırlamıştır!Harp insanlık için bir felâketse ve kahramanlık canavarlıksa Türk tarihi baştan başa canavarlık tarihidir: Cengiz’in ve Tirnurleng’in hatırasına işeyiniz, Yavuz’un hâtırasına tükürünüz, Barbaros’un türbesini yıkınız, Fatih’in heykelini yapacağınız yerde sandukasından kemiklerini çıkararak Istanbulun köpeklerine dağıttınız!
Bırakalım, harbin canavarlık olduğunu Fatihin değil, son bizans İmparatorunun torunları söylesin. Bu bir köle felsefesidir: Kahraman, esire canavar gibi görünür. Nerede, ne zaman, niçin yapılmış olursa olsun, her harp bir istifa kasırgasıdır: Çürümüş, mukavemetini kaybetmiş, yıkılmak için sarsıntı bekliyen kıymetleri kökünden söker, boşlukta savurur ve tarihin uçurumuna fırlatıp atar. Zelzeleler de böyledir, buhranlar da böyledir, ihtilâller de böyledir. Bunların hepsi bir istifa zaruretinden, kıymetlerin tasfiyesi zaruretinden doğar.
Tarihin büyük çalkantıları yalnız miskinleri acındırır ve âcizleri kederlendirir. Hakikatte bu ne merhamet, ne keder; bu, korkunun ta kendisidir. Suratına insanlığın maskesini takar ve sesine düzme bir merhametin iniltilerini doldurur. İnsanlığın tarihi büyük çalkantıların tarihidir. Kalbur üstü gelen milletlerin hepsi bu sarsıntıyı ve sarsıntıları geçirmişlerdir. Hiç bir kalbur sallanmadan elemez.Romanın satvetine karşı çıkan hıristiyanlığın merhametinden ne doğdu? Harp, harp, yine harp!
Merhamet bile acımağa devam edebilmek için harbetmeğe mecbur. Çünkü merhamet edebilmek için merhamete muhtaç olmamak lâzım; merhamete muhtaç olmamak için kuvvetli olmak lâzım; kuvvetli olmak için düşman kuvvetleri yoketmek lâzım. Merhametin felsefesi bile kuvvetin felsefesidir.
Ahmak sanır ki harpten galip de, mağlûp da perişan olarak çıkar. İki taraf da kan dökmüştür ve birbirinin ocağını yıkmıştır. Ahmak bilmez ki toprağın üstüne boşalan yağmur suları gibi insan kanı da yepyeni kıymetlerin tohumlarını sular ve ziyan olmaz. Bilâkis yaşamağa liyakatli milletler harbden galip de, mağlûp ta çıksalar yeni bir hayata varırlar. 1870 mağlûbiyeti Fransâyı dürttü ve diriltti. 1918 mağlûbiyeti Türkiye’yi ve Almanya’yı millî inkılâplarına kavuşturdu. Misâller yığın yığın. Eğer harp ve medeniyet birbirinin düşmanı olsaydı bugüne kadar ya harp medeniyeti yahut medeniyet harbi ortadan kaldırmış olacaktı. Ne biri oldu, ne öteki. Bilâkis, harbin medeniyete verdiği taze hamlelere mukabil, medeniyetin de harbe daima yeni teknikler ve metotlar hediye ettiğini görüyoruz. Çünkü medeniyet yalnız konforun değil, mücadelenin de vasıtalarında bir tekâmül ifade eder. Tarih, bize milletlerin nasıl uyuduklarını ve horladıklarını nasıl kaşındıklarını anlatmağa tenezzül etmiyor; bilâkis bize gösteriyor ki refah bile, konfor bile yeni bir mücadele için şart olan enerjiyi biriktirmeğe vasıtadır. Her şeyin mümkün olduğu böyle günlerde hakikî canavarlık, bir memleketi sulh hayalleri içinde yüzdürerek harbe sokmaktır. Biz ise harp hakikati içinde sulhumuzu korumağa devam etmek zorundayız.