Ayakkabı Bot ve çizme Günlük ayakkabı Bot ayakkabı modelleri Çizme ayakkabı Terlik ayakkabı Sandalet Babet Spor ayakkabı Topuklu ayakkabı İç giyim Mayo Çorap Fantezi giyim İç çamaşır takımları Sütyen Gecelik Pijama takımı Gece elbisesi Plaj giyim Giyim Büyük beden Tesettür Etek Trenckot tarz eşofman takımları bayan Mont Gömlek Pantolon T-shirt Sweatshirt Kırmızı elbiseler Ceket Çanta Çanta aksesuarlar Bebek bakım çantası Spor çanta Okul çantası Laptop çantası Portföy çanta Bel çantası Postacı çantası El çantası Sırt çanta Bebek bakım çantası Omuz çantası
Tuzla azeri escort Alanya azeri escort Kayseri azeri escort Antalya azeri escort Diyarbakır azeri escort Anadolu yakası azeri escort Adana azeri escort Ataşehir azeri escort Şirinevler azeri escort Beylikdüzü azeri escort Halkalı azeri escort Maltepe azeri escort Ümraniye azeri escort Samsun azeri escort Avcılar azeri escort Pendik azeri escort Beylikdüzü azeri escort Maltepe azeri escort Ümraniye azeri escort Mersin azeri escort Avrupa yakası azeri escort Kocaeli azeri escort Bodrum azeri escort Bakırköy azeri escort Kadıköy azeri escort İzmir azeri escort bayan Beşiktaş azeri escort Eskişehir azeri escort Bursa azeri escort Şişli azeri escort Şişli escort bayan azeri escort İzmir Gaziantep azeri escort Ankara azeri escort Denizli azeri escort Samsun escort kızlar Malatya azeri escort İzmir azeri escorts Samsun azeri escort İzmir eskort bayanlar
Çukurova Üniversitesi’nde Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakülteleri dekanlar toplantısındayız. Zamanın YÖK Başkanı şöyle demişti: “Türkçe bilim dili olamaz.” Bu söz hiç tartışılmadı, sadece basında yer aldı. Ben dedim ki: “Üniversitelerimizdeki Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin kapatılmasını önerelim.” Dekan arkadaşlarda hiç tepki yok; bazılarının tedirginliği yüzlerinden okunuyordu. Bu havayı dağıtmak için bir dekan arkadaşımız, elindeki gazeteyi göstererek ve gülümseyerek: “Bak burada ne yazıyor?” dedi. Gazetenin ilk sayfasında, o günlerde bir futbolcuyla aşk yaşayan ünlü bir aktristin bâkire olduğu yazılıydı. Dekan arkadaşımız haklıydı, en önemli gündem buydu. Bu kez kültür bakanlığı da yapmış bir siyasetçinin benzer sözleri, gündem oluşturdu.
Paris Match dergisinde, Fransa’daki başkanlık seçimleriyle ilgili bir yorum okumuştum. Seçim propagandaları süresince Giscard d’Estaing 0ndokuz bin kelime, Mitterand yirmi bin kelime kullanmıştı. Derginin seçimler için yaptığı yorum dikkat çekiciydi; Mitterand kesin olarak kazanacaktır çünkü daha fazla kelime kullanması, seçmeni iknada daha başarılı olabileceğini gösterir. Gerçekten de öyle oldu ve Mitterand, o seçimi farkla aldığı gibi sonrakini seçimi de almıştı.
Şöyle bir düşündüm; Fransızca 12. yüzyıldan sonra ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir görüşe göre de bu dili, yeniden ihya eden ve zenginleştiren Victor Hugo olmuştur. Hugo, elbette yeni kelimeler uydurmamış, halkın kullandığı kelimelere yepyeni anlamlar yüklemişti. Türk dili ise milattan çok önceleri ortaya çıkmıştı. Orhon ve Yenisey yazıtları bunun ispatıydı. Hal böyleyken ne olmuştu da Namık Kemal: “Biz Batının karşısında henüz konuşmaya başlayan çocuk gibiyiz,” demişti. Klasiklerin tercümesi konusundan Tanzimat dönemi yazarları, Türkçenin yetersizliğini tartışmışlardı. (Bu konuda benim Roman Kavramı ve Türk Romanın Doğuşu kitabıma bakılabilir.)
Sonraki yıllar Türkçülük hareketiyle Türkçe öne çıkmış ve yazarlarımız, dilimize övgüler yağdırırken Divan-i Lügat’it’Türk gündeme gelmiş, böylece Türkçenin büyüklüğü herkes tarafından kabul edilmişti. Genç Kalemler dergisinin de öncülüğüyle dilde sadeleşme ve imla tartışmaları da başlamıştı. Osmanlı harfleri, Türkçe kelimeleri ifadede yetersiz kalıyordu. Batı kültürünün de etkisiyle birçok Batılı isim ve kavramlar, Latin harfleriyle de yazılmaya başlanmıştı. Bu arada Enver Paşanın askeriyede Latin harflerine geçişi denediği bilinir.
Cumhuriyetten sonra Türk Dili Tetkik Cemiyeti (sonraları Türk Dil Kurumu adını alacaktır), kurulmuş, söz derleme çalışmalarına başlanmış ve Derleme Sözlüğü, ardından da metin taramalarıyla Tarama Sözlüğü oluşturulmuştur. Ne var ki, Victor Hugo’nun Fransızcada yaptığı gibi, halkın kullandığı kelimelere yeni anlamlar yükleme yöntemine değil de kelime uydurma ve dildeki ölmüş kelimeleri yeniden dile kazandırma yoluna gidilmiştir. Bence asıl kırılma noktası burasıdır. Bunu, aydınların beceriksizliği veya ihaneti olarak düşünebiliriz.
Son zamanlarda dildeki kelime sayısı ölçü alınmaya başlanmış, Fransızca ve İngilizce sözlüklerdeki kelime sayısı yüz binlere ulaşırken, Türkçe sözlükler kırk binlerde kalıyordu. Fransa’da ortaya çıkan yeni romancılar, sözlük okumayı öneriyorlardı ve kendileri de mümkün olduğunca fazla kelime kullanmaya çalışıyorlardı. Bu, bir bakıma doğruydu çünkü insan, dünyayı ve toplumu bildiği kelimeler ölçüsünde anlayıp yorumlayabilirdi.
Ne var ki kelimelerin yüklendiği kültürel zenginlik de vardı. Mesela deler ki Shakespeare, yirmi bin kelime kullanmıştır. Bizde en çok kelime kullanan yazar Peyami Safa’dır ve kullandığı kelime sayısı yedi bindir. Buna karşılık Yunus Emre’nin kullandığı kelime sayısı iki bini geçmez ama bu kelimelerin her bir kelimenin yüklendiği kültürel çağrışıma bakılırsa, işin rengi değişir ve zihnimize binlerce kelime dolduruverir. Mesela Yunus’un şu sözlerini kaç bin kelimeyle şerh edebiliriz?
“Her dem yeniden doğarız / Bizden kim usanası…”
Elbette bunu anlayabilmek için felsefe ve tasavvuf bilgisine sahip olmak gerekir. Nitekim felsefe profesörü bir arkadaşımın bir saatlik konferansını dinledikten sonra Yunus’un bütün bunları iki mısra ile ifade ettiğini söylemiştim ve buna itiraz edememişti. Dünyanın en büyük ses ustası Baki ve en lirik şairi Fuzuli kaç kelime kullanmış olabilir?
Sonuç olarak denebilir ki, dilin zenginliği kelime sayısıyla belirlendiği kadar o kelimelerin arkasındaki kültürel çağrışımın da dikkate alınması gerekir. Bütün bunlar enine boyuna araştırılmadan bir dil hakkında hüküm vermeye çalışmak, sağlıklı bir yol değildir. Unutulmamalıdır ki dil, canlı bir organizmadır; bazı kelimeler işlevini yitirirken yerlerine yenileri gelir ama işlevini yitiren kelimelerin kültürel çağrışımları yenilerde devam eder. Bunu başaramayan diller, tıpkı kelime uydurmada ve ölmüş kelimeleri yeniden dile yamama yanlışlığında olduğu gibi, fakirleşmeye mahkûmdur. Günümüzde, diller arasında kelime alışverişlerinin kaçınılmaz olarak çok arttığını da dikkate almalıyız ve başka dillerden aldığı kelimeleri bünyesinde eritemeyen dillerin de zaman içinde çıkmaza girebileceğini göz ardı etmemeliyiz.
__________________
SİMGE Dergisi, Kasım 2022