
Halim Kaya
Yakup Bilgin Koçal daha önce romanlarını okuduğum milliyetçi siyasetçilerden hem yapılması gerekenlerin nasıl yapılacağını düşünen, hem düşünüp tasarladıklarını uygulayan yerel siyasetçi, hem de düşünüp tasarladıklarını kaleme alan bir yazan kişi olarak teorisyenliği, pratisyenliği ve yazarlığı şahsında toplamış, düşündüğünü düşündüğü gibi yazıya ve okuyucuya aktarma şans ve fırsatı yakalamış bir aydın.
Yakup Bilgin Koçal’ın “Kapitalizmin Kıyısında Bir Şehrin Hikayesi” kitabı takip edebildiğim kadarıyla birkaç ay oldu çıkalı, ancak Nisan ayında ilk baskısını yapmış olan kitap iki ayı sonra ikinci baskısını yapmış; Birinci baskı Nisan 2025, ikinci baskı Haziran 2025. Demek ki bir şehir uygulayıcısı olarak söyledikleri toplum tarafından merak edilmiş ki ikinci baskıyı yapma fırsatı doğmuş. Ayrıca yazarımız TÜRKSAV tarafından Türk Dünyasına Hizmet Ödülü işle ödüllendirilmiş. Yerel e-Yönetim Modeli kapsamında “Dünyadan ve Türkiye’den Gerçek e-Yönetim Örneği olarak gösterilmenin yanında “Zambak” projesiyle TBMM, TÜSİAD ve Türkiye Bilişim Vakfı tarafından birincilik ödülüne layık görülmüş.
“Kapitalizmin Kıyısında Bir Şehrin Hikayesi” kitabı “İçindekiler”, “Giriş” (s.9), “1.Bölüm”; “Bilim Ne Diyor?” (s.19), “Dolanıklık” (s.21), “Karmaşıklık” (s.24), “Kapitalizmin Gücünü nereden Alıyor?” (s.34), “Art-değer Kavramının Önemi” (s.41), “Kapitalizmin Dönemleri ve Osmanlı” (s.50), “1-Ulus-devlet-sermaye evliliği (1694-1804)” (s.52), “2-Emperyalizm (1804-1884)” (s.56), “Paylaşım (1884-1971)” (s.59), “Küreselleşme (1971-?)” (s.62), “Evliliğin Bozulması ve Büyük Çatışma (?-?)” (s.64) başlıklarından, “2. Bölüm”; “Cumhuriyet Öncesi Osmanlı -kapitalizm İlişkisi” (s.69), “Cumhuriyet Öncesinde Yalova” (s.76), “Cumhuriyet Döneminde Yalova” (s.86), “Bağımsızlık Dönemi” (s.92), “Kapitalizmi Yeniden Karşılama Dönemi” (s.99), “Kapitalizmi İdrak Dönemi” (s.104), “Kritik Eşik Dönemi” (s.107), “Kapitalizmin Yalova’ya Saldırısı” (s.107), “Ne Yapmalı” (s.121), “Şehir Dediğin Ne Ola ki?” (s.125) başlıklarından oluşmakta, ayrıca “Ek 1”; “Bürokrasi Dediğin” (s.131), “Osmanlı’yı Çökerten Bürokrasi Zafiyeti” (s.135), “Türkiye’nin Bürokratik Zafiyeti veya Fırsatı” (s.125) başlıklarından, “Ek 2”; “1840’da Yalova’da Müslüman Nüfus” (s.141), “1840’da Yalova’da Gayrimüslim Nüfus” (s.142) balıklarından oluşmakta ve ayrıca bir de “Kaynakça” (s.143) eklenmiş bulunmaktadır ki bütün bu konular kitapta 144 sayfada anlatılmıştır.
Şahsen be son dört beş yıldır Osmanlı- Sanayi devrimi- Kapitalizm- Osmanlı kapitalizmi bilerek bir zihniyet meselesi olarak mı tercih etmedi yoksa Osmanlı Sanayi devrimini yakalamak için kapitalizmi tercih etti de başarılı mı olamadı konularında okumalarım vardı. Bu konuda Sabri f. Ülgener, Ahmet Güner Sayar, Mehmet Genç ve Süleyman Eryiğit, Ahmet Tabakoğlu başlıcaları olmak üzere konuya temas eden daha nicelerini okumuş biri olarak Yakup Bilgin Koçal ile Osmanlı ve kapitalizm konusu ortak merakımızı oluşturmakla birlikte onun özel ilgi alanı olan Yalova ve kapitalizmi de ben bu kitap sayesinde öğreneceğim inşallah.
Yakup Bilgin Koçal “Osmanlı Şehir felsefesi Batı ile bir tutulamaz”(s.11) diyerek Osmanlı’nın kurduğu şehirlerin bile Batı’dan farklı olduğunu bu farklılığın arkasındaki gerekçenin de “İnsana farklı bakan, devletin varlık gerekçesi aynı olmayan bir toplumun şehri kurarken de temellendirmesinin benzer olmaması” (s.11) olduğunu düşünür ki bu insana farklı bakmak ve devletin varlık sebebi İslam dininden kaynaklanan zihniyet meselesidir ki Mehmet Genç ve Ahmet Tabakoğlu’nun ifadesiyle bir medeniyet meselesidir. Medeniyet farklılığını da Batı medeniyetinin bireyselliği karşısında İslam medeniyetinin toplumcul bir medeniyet olması oluşturmaktadır.
“Kapitalizm kendini gizleme becerisi olan bir ideolojidir.” (s.13) Yakup Bilgin Koçal’ın bu görüşü Kapitalizmin Teorik kısmının kendini gizlemesi açısından doğru olsa da pratiğinde ya da pratiği uygulayan kapitalistleri bağlamında kendini gizleyen değil aksine her türlü pisliği ile ortaya koyan, güç kullanmaktan bile sakınmayan bir liberalistler anlayışıdır ki bu konuda Taha İ. Özel’in yazdığı ve bir nevi kapitalizmin doğuştan 20. Yüzyıla tarihi mahiyetinde olan “İngiliz Doğu Hindistan Şirketi” adlım kitabının okunmasını salık veririm. Teorik kısmı uygulayıcılarına göre biraz daha masumdur desek bile sermayedarları insafsızdır. Kapitalistler kendini gizlemek ihtiyacı hissetmez bizzat insanların gözüne batarlar. Zaten kapitalistler, sermayedarlar bulundukları toplumun söz sahibi kesimini oluşturmaktadırlar. Yönetim de askeri gücünü besleyecek gücünü bu sermayedarların finansmanında almaktadırlar.
“Emperyalizm aşamasındaki kapitalizmi aşmaktan kasıt, Hollanda, İngiltere ve Amerika’dan sonra güç odağı olmak değil, adalet merkezli Türk ülküsünün dünyaya hâkim olmasıdır.” (s.16) cümlesiyle Yakup Bilgin Koçal iki mesaj vermektedir. Bunlardan birincisi dört yüzyıllık kapitalizm uygulayıcıları Hollanda, İngiltere, Amerika emperyalist emelleriyle birleştirdikleri vahşi bir kapitalizm uygulamışlardır. İkincisi de Türkiye İslam medeniyeti çerçevesinde adaletli bir şekilde sermaye yönetimini -sevk ve idaresini- ele alarak ancak daha adil bir anlayışla dünyaya adil bir ekonomik paylaşım getirmelidir. Biz de Yakup Bilgin Koçal ile aynı arzu ve temennideyiz. Ancak Türklerin ekonomik liderliğinde kurulacak Dünya Yeni Ekonomik sisteminin adı yine kapitalizm mi olur onu pek kestiremiyorum.
Yakup Bilgin Koçal fizik ve biyoloji üzerinden hücrelerin ve parçacıkların var oluşunu “dolanıklık” ve “karmaşıklık” üzerinden belirinimini ve nihayet organelleri ve insanın varlığına varan oluşumu anlatarak ekonomi ve Yalova şehri ile ilişkilendirerek kapitalizme bağlayarak fizik, biyoloji ve ekonomi üçgeninde canlı, insan şehir ilişkisini anlatıyor. “Ben’lik kazanan her insan, çevresiyle ve geçmişiyle etkileşim içinde seçimini belirliyor. Toplumu oluşturan insanların da bağlantısallığı ve etkileşimi iktidarı ve iktidarın kararı da cemiyetin kaderini şekillendirir” (s.34) Yakup Bilgin Koçal fizik ve biyoloji gibi iki fen bilimi alanından insanın oluş ve varlığına oradan da ekonomi, sosyoloji ve siyaset bilimine bağlayarak kapitalizmi ve toplumsal olayları açıklamaya çalışmaktadır.
Aristocu bilimsel varsayımlardan Kopernik devrimi ile Dünya merkezli bilimsel paradigmadan güneş merkezli paradigmaya geçmek ile Batı’nın gelişme hikayesinin başladığı, bu sayede coğrafi keşiflerin gerçekleştiği, coğrafi keşifler sayesinde büyük servetlerin elde edildiği, büyük servetler ile de bilimsel araştırmaların desteklendiği, bilimsel araştırmalar ise insanların kabullerini değiştirerek göreceli yüksek medeniyetin belirimine yol açtığını ve nihayet sermayenin burjuvazinin elinde toplandığını hem de sayıları azalan bir burjuvazinin elinde yığıldığını ve çok az sayıda sermayedarın elinde toplanan sermaye sayesinde de kapitalizmin oluştuğunu (s.36) izah etmektedir Yakup Bilgin Koçal.
“Kapitalizm, üreticinin kârı maksimize arzusunu tüketicinin ise tüketme arzusunu kışkırtarak sevinç, hoşnutluk ve beğeniyi tamamen mülkiyet ve ferah üzerine; utanç, hoşnutsuzluk, tiksintiyi ise yoksulluk ve sefalet üzerine inşa etmektir.” (s.40) diye tarif eden Yakup Bilgin Koçal Kapitalizmin bütün yapıp etmelerini insanların kâr ve tüketme şevki ile yapmadığını yedeğine aldığı bilim ve sürekli yenilenen teknoloji ile yaptığını ifade etmektedir.
“Bir ideoloji olarak kapitalizmi başarıya götüren unsur, ulus-devlet-sermaye evliliğidir. Bu evlilikle birlikte rasyonellik, demokrasi ve hukuk zemini üzerine inşa ettikleri kurumsal yapılar sayesinde bugüne kadar hayatiyetini devam ettirme başarısını gösterebilmiştir.” (s.40) Doğru devlet sermayedar bütünleşmesi kapitalizmi güçlendirmiştir. Devlet başlangıçta milli ordularıyla sermayedarlarını desteklemiştir. Aslında tam da burada söylenebilecek bir söz vardır ki devlet rejimlerinin cumhuriyet, sosyalizm, devletçilik, teknokrasi, teokrasi, totaliterizm, kabilecilik, saltanat veya demokrasi olmasında bir beis yoktur. İslam dini de bu yüzden olsa gerek tek bir yönetim tarzı önermemiştir. İnsanlara insanca muamele ve adaleti tavsiye etmiştir. Asıl önemli olan da herhangi bir rejimde insanlar arasında adalet, hürriyet ve serbest teşebbüs imkânın sağlanmasıdır. Kapitalizmin başarısını bugün revaçta olan rasyonellik, demokrasi ve hukuk zemininde inşa ettiği de tartışılır. ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, Almanya dışında pek demokrasiden nasibini alan var mı? Rusya ve Çin de dahil olmak üzere yeri gelince ABD, İsrail ve İngiltere tarafından tedip edilmiyorlar mı? Yakup Bilgin Koçal tam da kitabın ortasından konuşmuş ve “Kapitalizmin temel dinamiği ticaretteki kâr olgusunun sömürgeciliğe evrilmesidir ve bunun da adaletsizliği kalıcı hale getirmesidir.” (s.42)bugün kapitalizm denilince akla sömürgecilik gelmekte ancak silah zoruyla ülkeleri işgal ederek değil de modern yolardan toplumların aklını çelerek rızasını alarak yapılanı uluslararası şirketler vasıtasıyla yaygın olarak kullanılmaktadır.
Yakup Bilgin Koçak ulus-devlet sermaye ittifakının kurulmasıyla başlayan emeğin sömürülmesini kapitalizmin ilk evresi olarak görmekte ve “Devletin kapitalistin (sermayedar)çıkarlarının takipçisi olmayı kendi kaderi olarak görmeye başladığı ve kapitalistin menfaatini halkın menfaatinin üstünde tutmakta bir beis görmediği an, yeni sistemin başladığı andır.” (s.52) yani kapitalizm devletle sermayedar arasındaki ilk menfaat birliğidir. 1694 yılında İngiliz merkez bankasının kurulması, devletin bankerlerden 1 200 000 pound kredi alarak karşılığında banknot basması ile başlar (s.52). Devlet askeri harcamalarıyla birlikte gücünü de artırmış ancak gücünü borç para veren bankerler kontrol eder olmuştur. “devlet-burjuva ilişkisinde borç vermenin sağladığı güçle artık hükmetme yetkisi sermaye sınıfınındı.” (s.53) Görülüyor ki kapitalizmin doğuş sebebi normal şartlarda cereyan eden ekonomik olaylar değil, paranın gücüne sahip olan burjuva ile askeri güce sahip olanın devletin ittifakıdır ki herhalde bu yüzden kapitalizm güç kullanmaktan kinaye olarak toplum tarafından yerilen bir ekonomik sistem olmuştur.
Yakup Bilgin Koçal emperyalizm ve sömürü kelimelerinin aynı anlamda olmadığını savunmakta ve “emperyalizm’den kasıt yeni ekonomik sistem olarak kapitalizmin bir aşaması” (s.56) olarak görmekte sömürünün devlet ve burjuva eliyle yapılmasına emperyalizm demektedir. Emperyalizm de mücadele devletler arasında olmaktadır. Sömürünün de tüccarlar üzerinden yapılan dengesiz ve aşırı kar elde etme faaliyeti olarak görmektedir. Sömürü tarihini okuduğumuz zaman görürüz ki tüccarlar da askeri denilebilecek kendilerine bağlı paralı silahlı güç kullanmışlardır. Ayrıca sömürünün sonunda oluşan sermayedarlar devletle ittifak ederek kapitalizmin ve dolayısıyla emperyalizmin temelini atmışlardır.
Yakup Bilgin Koçal’ın savunduğu tezine göre kapitalizm ve emperyalizm her sıkıştığı ve problem çıktığı zaman problemi çözmek yerine pastayı büyüterek aşmayı denemiştir. Önce Güney Asya ülkeleri sömürülmüş, sıkıntı çıkıp ekonomi sıkışınca Amerika kıtası sömürülmüş, sıkıntı çıkınca Afrika kıtası, Afrika kıtasından sonra ekonomi sıkıştığında Orta Asya ve nihayet Osmanlı gibi imparatorlukların ulus devletlere ayrılarak sömürgeleştirilmesi ve nihayet sömürgeleştirilecek devlet kalmayınca ulus devletleri liberal politikalar uygulamaya zorlamak yoluyla tıkanan ekonomiyi genişletmişler ve bu genişlemeleri geçici çözüm olarak kullanmışlardır. Aslında genişleyerek ertelenen problemler çözülmemiştir. Ertelenmiş ve yığılmışlardır. Asıl çözüm hakkaniyetli bir paylaşım ve hak etmediğine el uzatmamaktır.
Yakup Bilgin Koçal kapitalizmin ve dolayısıyla emperyalizmin çıkış noktası olarak gösterdiği ulus devlete ve burjuva ittifakının bittiğini ve “Artık sermayenin önündeki tek engel ulus devletler. Ulus devlet ve küresel sermayenin çıkarları çatışıyor. Her bir ulus devlet, kendi çıkarı olduğunda sermayenin de kendiyle birlikte davranmasını talep etse de arzu ettiğini elde edemiyor.” (s.66) dolayısıyla da ulus ülkelerin kendileriyle çatışma halinde olduklarını ileri sürmektedir. Devletten yana olanlar ile sermayeden yana olanların bir savaş halinde olduklarını düşünmektedir.
Tam bu noktada bunalımdan çıkış yolu olarak Yakup Bilgin Koçal Türk İslam medeniyetinin ürünü olan Türk Fikir Sisteminin ürettiği toplumsal hoşgörüye ad olarak verdiği “Gönül Ontolojisi” anlayışının kapitalist ve emperyalist sistemin yok etmeye çalıştı ulus devlet sermayedar ilişkisinden boşalan yerine koyacağı yeni değer olarak sunmaktadır.
1854 Arazi kanunnamesi ile mülkiyet edinme gündeme geliyor ve peşi sıra Osmanlı tebaası olmayan yabancılar kanunsuz yollarla mülk edinerek kapitalist tarım işletmelerini faaliyete sokuyor (s.79). Bunlara örnek Yalova’daki Millet ve Baltacı Çiftlikleridir ki arazinin büyüklüğü ve üzerindeki müştemilat 1884’de birkaç köyü içine alacak büyüklüktedir (s.80) Yakup Bilgin Koçal 19.yüzyıl Yalova’sının ekonomisine katkı yapan üç etkeni “-son dönemde yaklaşık beş kat artan nüfusu, -bölgedeki kaplıcaların ihya edilerek Bizans dönemindeki şöhretinin kazandırılması ve -İstanbul-Yalova arasında vapur seferlerinin başlaması” (s.81) şeklinde tespit ederek Yalova için bireysel ekonomiden ziyade toplumsal ekonomiye katkı sunan hususlara önem verdiğini bir kez daha göstermektedir.
Yakup Bilgin Koçal’ın tespit ettiği “19.yüzyıllın ilk yirmi yılında, Osmanlı tekstil üretimi yaklaşık 12 milyon nüfusun oluşturduğu iç pazarın ihtiyacını karşılayabiliyordu.” (s.82) ifadeleri de Mehmet Genç ve Ahmet Tabakoğlu’nun savundukları Osmanlının sanayileşerek kalkınmadığı düşüncesinin yanlış olduğu aslında sanayileştiğini ancak kendi tarzında bir sanayi ve kalkınma gerçekleştirdiği anlamına geliyor. Ve refah tolumu için en kaliteli ve yeterli ürün tedarik metodunun tercih edilerek uygulandığı bir medeniyet anlayışını işaret eder. Ancak daha sonra ki yıllarda “İthal malların ucuzluğu karşısında binlerce dokuma tezgâhı terk edildi. İpekli ve yünlü dokuma sanayinde önemli gerilemeler oldu.” (s.82) Bu sanayileşmenin de Batı’nın ağır sanayi dediği fabrikasyon şeklinde değil de küçük dokuma tezgâhları, atölyeler ve ev üretimi yoluyla ihtiyaçların karşılandığını bir sistem olduğunu göstermektedir.
Yakup Bilgin Koçak henüz bağımsızlık ilan edilmeden 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir’de toplanan “Türkiye İktisat Kongresi”nin toplanma gayesini “Mustafa Kemal’in öncülüğünde dönemin aydınları bir noktanın farkındaydılar; karşılarındaki güç kapitalimdir ve esası iktisattır.” (s.85) ifadesiyle kapitalizm ile mücadele olduğunu tespit ediyor.
“Son asırdaki gelişmeleri doğru okuyan Osmanlı, tehlikenin farkına varmış ve gelen Müslüman ahaliyi Rum ve Ermeni köylerinin arasına, ticaret yollarının kenarlarına ve stratejik noktalara konuşlandırmıştı.” (s.89) Nüfus hareketlerinin ve iskanının önemini kavramış olan Osmanlı 1915 Ermeni Tehciri ile Doğu ve Güneydoğu sınırlarını savaşmadan korumanın kolaylığını yaşamıştır. Her kim ne derse desin bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde doğru uygulanmış tehcir olayı vardır. Eğer tehcir uygulanmamış olsaydı Doğu’dan Rusların ve Güneyden İngilizlerin yoğun Ermeni nüfusunu kullanmayacaklarının garantisi yoktur. Çünkü işgalci devletler Hristiyan azınlıkları her yerde kullanmışlardır.
1915 sayımından sonraki Osmanlı devletinin ekonomik yapısını “Osmanlı ekonomisinin büyük ölçüde sanayisiz bir ekonomi sayılabileceği ve tolumun sınai ürün üretiminin de esas olarak ithalat yoluyla karşılandığı aşikardır. Ayrıca 1929 Dünya Ekonomik Buhranının yarattığı etki sonucunda da küçük imalat kesimindeki iflaslar hızla artmıştı.” (s.94) şeklinde tespit eden Yakup Bilgin Koçal problemin kapitalizm olmadığı sanayileşmek olduğu bunu içinde sermaye birikimi gerektiğini düşünür ancak Osmanlı kurulduğu günden beri sermaye birikimine ve zenginleşmeye karşı çıkmış, küçük işletmeler ve vakıflar kanalıyla üretim sistemini organize etmeye çalışmış, dengeli bir zenginleşmeyi tercih etmiştir.
Ancak Cumhuriyet döneminde sermaye birikimine önem verilerek Türkiye İktisat Kongresi toplanırken sanayileşmek içinde “22-23 Nisan 1930’da … Ankara’da Sanayi Kongresi toplanır” (s.94)
1914 yılında Osmanlı Devleti’nin dış borcu kısa vadeli borçlar hariç 156,4 milyon Osmanlı lirası, 142 milyon sterlindir. Bunun üstüne 1925 yılında yıkılan Osmanlı Devleti’nin kalan ve paylaştırılan borçlarından %67’sinin 107,5 altın Osmanlı lirası kadarının Türkiye tarafından ödenmesi kararlaştırıldı. Bu borç yüküne rağmen Türkiye Cumhuriyeti Birinci Dünya “Savaş[ı] sonrası 250 milyon dolarlık, yani 1946 ithalat hacminin iki mislinden daha fazla bir döviz rezerviyle giren ve 1946 yılında da 100 milyon dolara yakın bir dış ticaret fazlası veren Türkiye vardı.” (s.100) bu ifadeler borçlanma ihtiyacı duymayan bir ülkeyi borca sokma konusunda Lozan anlaşması sırasında İngiliz Delegesi Lord Curzon tarafından İsmet İnönü’ye “Harap bir memleket alıyorsunuz. Bunu İmar etmeyecek misiniz? Neyle, nasıl yapacaksınız? Para bir bunda var (Amerikan delegesini işaret ederek), bir de bende var. Geleceksiniz para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz, reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim.” diyerek Türkiye’nin borç almak için kapılarını çalacağını söyleyen İngiliz delegesinin nasıl bir kapitalist hayal kurduğunun da işareti olsa gerek. Truman Doktrini ve Marshall Planı (s.100) çerçevesinde gelen süt tozu ve margarin yardımlarına bakarsak borçlanmanın ABD’ye yardım amaçlı olduğunu görürüz. Bugün de Katar, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerden milyon dolar yardımı hiç ikiletmeden almıyorlar mı?
Kapitalizme karşı “Gönül Ontolojisi” (s.122) adıyla bir varlık anlayışı öneren Yakup Bilgin Koçal’ın varlık anlayışının temelini oluşturan “birliktelik, özgürlük, verimlilik” (s.122)ilkeleri çerçevesinde fikir sistemini yeniden güncelleyerek kapitalizmin vahşiliğinden kurtulmaya çalışmakta ve Osmanlı Devleti’ni var eden bir medeniyet kurmuş olan ataları gibi insanlığa saadet muştalayan Kızılelma’yı işaret etmektedir. Yakup Bilgin Koçal’ın önermelerinde taşıdığı bizim işaret ettiğimiz İslam medeniyeti emarelerine şehir ve devlet tanımlarından da ulaşmak mümkündür. Bu tanımlarında “şehir[i], bir ferdin, hem dünyevi hem de uhrevi mutluluğa erişmek amacıyla sahip olduğu maddi ve manevi imkanları” olarak tanımlarken devleti de “Halkın maddi güvenliğini (eman) ve manevi güvenliğini (iman) sağlamak” (s.128) olarak tanımlamakta ve her ikisinde de maneviyata, ahiret mutluluğuna ve imana yer vererek İslam’a hayat veren şehirler düşünmektedir.
Yakup Bilgin Koçal her ne kadar “Kapitalizmin Kıyısında Bir Şehrin Hikayesi” kitabını Yalova şehrinin kapitalizm ile münasebetlerine tahsis etmiş görünse de biz kitaptan daha genel sonuçlar çıkardık ve bir nevi “Yalova’nın Kalkınma Tarihi” denilebilecek bu kitaptan özelde Yalova’nın ekonomik geçmişiyle alakalı bilgiler edinirken genelde kapitalizm ile Türklerin mücadelesine dair dersler çıkardık.

