Şükrü Alnıaçık
Bir kaynağa göre 1857’de Londra’daki her altmış evden biri genelev, her on altı kadından biri de fahişeydi. O yıllarda Fransa ve Almanya’nın fuhuş istatistikleri de bundan farklı değildi.
Osmanlı Devleti, Rusya’yla yaptığı Kırım Savaşı’nda bu “beyaz kadın ticareti“nin deneyimli merkezleri ile ittifak kurmak zorunda kalmıştı. 1856’da Kırım Savaşı’nın getirdiği sosyal değişim rüzgârıyla Beyoğlu’na atılan İngiliz medeniyet tohumları, 1884’te Karaköy’deki “Abanoz Sokağı“nda ilk meyvesini vermekte gecikmedi. Gayrimüslim liman ahalisinin de katkılarıyla Şura’y-ı Devlet, (Danıştay) ilk genelevin Abanoz Sokağında açılmasına onay verdi. 1953’te Demokratlar, genelevler konusunda yasal düzenlemeler yaparak genelevleri İçişleri Bakanlığı’na bağladılar.
1990’lara gelindiğinde İngiltere’den genel ev ithalatının üzerinden yaklaşık 100 yıl geçmişti. Kentleşmenin hızıyla birlikte kırdığı gişe rekorları kara mizah konusu olan Abanoz sokağının şöhreti, memleketin en ücra köşelerine kadar yayılmıştı. Memleketin tarihi sorunlarını rejime fatura ederek radikal sonuç alma siyasetine yönelen Refah Partisi için genel ev dramı, önemli bir “istismar alanı“ydı.
“KARI SATTIRIYORDU DEDİRTMEM!..”
– 1986 yılında Tayyip Erdoğan, Beyoğlu İlçe Başkanı iken yapılan ara seçimlerde, Refah partisinden aday oluyor. Yaptığı bir konuşma ile partililere şöyle sesleniyor: “Meyhanelere de, diskoya da, hatta genelevlere de gitmeli ve çalışma yapmalıyız”
– 1989 yılında Erdoğan, Beyoğlu Belediye başkanlığı için aday oluyor. Gece kulüplerine, meyhanelere hatta Abanoz Sokağı’na gidilip oy isteniyor.
– Erdoğan 1994’te RP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayıyken, genelevi kapatmayı vaat ediyor: “Kararlıyım. Genelevler kesinlikle kapatılacak. Çünkü ben öldüğümde arkamdan ‘karı sattırıyordu’, dedirtmem. Ben kadına şöyle, bakıyorum: Yaratıcının cenneti ayaklar altına verdiği bir varlık. Erkeğin ayakları altına sermiyor. Cennetin ayakları altına serildiği o yüce varlığı, nasıl olur da satarız?”
– Erdoğan, bu vaadini belediye imkânlarıyla gerçekleştiremiyor, ancak genelevin Galata Port Projesiyle kent dışına taşınması gündeme geliyor. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, İstanbul Valiliğiyle genelevin kent dışına alınması için çalışma yapacaklarını söylüyor, iddia havada kalıyor.
– Refah Partili belediyeler Genelevin çöpünü ve vergilerini almayı da ihmal etmiyor. Belediye bütçesine Manukyan sermayelerinin her yıl ne kadar katkı yaptığı bilinmiyor; ancak “Ak” ihalelerde yalanıp yutulan paraların arasına “Kara“köy’den akan pisliğin bulaşmadığını kimse iddia edemiyor.
– Kurban edilen “genel kadınlar,” Başbakandan imdat bekliyor. Başbakan “Ak“kentlerin büyüsüne kapılmış olmalı ki “Kara“köyü unutuyor.
– Aradan yıllar geçiyor. “Seks işçileri” Kalküta’da 2001’de örgütleniyorlar. 3 Mart’ı Dünya Seks İşçileri Günü olarak kutlamaya başlıyorlar. Bu gelişme Türkiye’den de yankı buluyor. “Türkiyeli” hayat kadınları da 3 Mart’ı seslerini daha gür çıkarma günü olarak benimsiyor ve seslerini yükseltiyorlar.
– Tayyip Erdoğan’ın onları nasıl kullandığını ve fahişeler üzerinden vicdanı nasıl vurduğunu; namuslu kadınları nasıl düşürdüğünü hatırlıyor ve sinirleniyorlar.
– Tarih: 3 Mart 2010: Hayat kadınları, kefen giyip, dua edip Başbakan’dan “Genelev açılımı” istiyorlar.
– Tarih 03 Mart 2011: Beyoğlu’nda, “3 Mart Dünya Seks Köleliği ile Mücadele Günü” nedeniyle hayat kadınlarının sorunlarına dikkat çekmek isteyen bağımsız milletvekili adayı ve eski genelev çalışanı zincirli eylem yapıyor.
20 yıldır önce belediyelere sonra da üç dönemdir merkezi yönetime hâkim olan ve Basına, Yargıya, Üniversiteye kök söktürerek, yeryüzünde kimseye nasip olmamış bir iktidarın sahibi olan eski “adil düzenciler,” şu biçarelere verdikleri sözü unutuyorlar. Başbakan, eli kanlı katiller için açılım adımları atabiliyor; ama genelevdeki kader kurbanlarına verdiği sözün arkasında durmuyor. Bu 10 yılda kim bilir kaç kadın daha bu dramdan nasibini alıyor.
Bir toplumda başta çocuklar ve hastalar olmak üzere vaatlere en çabuk aldananlar, “zayıf ve çaresiz” insanlardır. Politika cambazı Refah Partisi’nin ve onun amiral gemisindeki yeni kaptanının “Türkiye’nin en kozmik ve karizmatik noktalarına,” Basına, Yargıya, Üniversiteye, Orduya ve bordo berelilere kadar uzanan hâkimiyet yolculuğunun genelevden, başlaması bu yüzden dikkat çekicidir.
“Adil Düzen” tezine göre bir zamanlar “kuvveti üstün tutan irade,” kuvvetsiz kadını, pezevenklerin “ekonomik rant” kaynağı haline getirmişti. Onlar, bu kaynağı kurutacaklardı; oysa kendileri de öncekiler gibi sadece aynı kaynaktan, bu kez “siyasi rant” elde etmekle yetindiler. Eylemin etik açıdan öncekinden pek de farkı yoktu.
Limanlar, kaptanlar, tayfalar ve fahişeler krallığı İngiltere’de egemenliğe giden yolun, “Kutsanmış Kraliçenin bacaklarının arasından” geçtiğini biliyoruz. Ancak; şunca yıllık evliya ve enbiya memleketinde, Demokratik Türkiye’ye giden yolun “fahişelerin bacak arasından” geçmiş olması, canımızı yakıyor. Toplumun en zayıf halkasından, başlayan “istismar devrimi“nin kozmik büroya ve anayasaya kadar genişletilmesini, en kuvvetli halkaları parçalamasını içimize sindiremiyoruz.
Başbakan, 1994’te Büyükşehir Belediye başkanı olabilmek için: “Ben öldüğümde arkamdan ‘karı sattırıyordu’ dedirtmem,” diyor ve soruyordu: “Cennetin ayakları altına serildiği o yüce varlığı, NASIL OLUR da satarız?”
Yıl 2013, Erdoğan 11 yıldır Başbakan ve bu memlekette “o yüce varlığın satışı” bütün hızıyla devam ediyor. Cenneti cehennemi, dilinden düşürmeyen ve Hz. Âdem’in şerefini siyaset malzemesi yapan Başbakana, Hz. Havva adına… “Eşref-i mahlûkat” soruyor:
NASIL OLUYOR?..