Şükrü Alnıaçık
70’lerde bizim nefretimizi celbederek, yolumuzu Ülkü Ocağına çeviren kızıl arsızlıklardan biri de “din afyondur!..” sloganıydı. Bir zamanlar bir Alman Yahudisi, “din kitlelerin afyonudur” demişti. Biz daha cümleyi duyar duymaz aradaki “kitlelerin” sözünü de duymadığımızdan, sokakta “Allahsız komünistler, vatan sizden ne bekler” sloganıyla bu iddiaya cevap veriyorduk.
Yaşımız ilerledikçe ve Hıristiyanlığı tanıdıkça Marks’ın bahsettiği “afyon“un çok da yabana atılır bir mesele olmadığını fark ettik. Zulme karşı direnmeye ve onurlu yaşamaya engel olan telkinler kitleleri uyuşturuyordu. Sistemin TV’lerine “afyon kutusu” denilmesi de bundandı.
Karl Marks, Ortaçağ’da dinin, papazlar tarafından kitlelerin feodaliteye bağlılığını korumak üzere bir uyuşturucu olarak kullanıldığını söylemeye çalışıyordu ve aslında haklıydı. Biz Marks’ın sözünü artık üzerimize alınmıyorduk; çünkü İslam, “küfr ile dünya durur, zulm ile dünya durmaz.” diyordu.
Hıristiyanlık, kendi devleti ve ordusu olmayan bir din olduğu için gücü elinde tutan asillerle işbirliği yaptığı gibi, Hz. İsa’dan aktarılan “sana vurana öbür yanağını uzat” telkiniyle halkın afyonu olmuştu. Oysa zulme karşı “en az üç taş atmayı” emreden İslam dini, hem feodalitenin hem de emperyalizmin ilacıydı.
Sonra soğuk savaşın bitmesiyle birlikte her şey hızla değişmeye başladı. Zalimin korkulu rüyası olan İslam dini, Türk halkı için “afyon” olarak kullanılmaya başladı. Kitleler, Gül’ün, Arınç’ın Erdoğan’ın dindarlığı masalıyla uyutuluyordu. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ve ABD’nin AKP’yi, 11 Eylül saldırılarından sonraki “Haçlı Seferi” sürecinde taşeron gibi kullanma isteği fark edilememişti. Aynı anda Vatikan’ın, “paslı kılıcını parlatmak için Türk kromu aradığı” gözden kaçırılmıştı.
Papa’nın kilisedeki bayat hurafe kokularını bertaraf etmek üzere hoş kokulu bir tütsü sepeti gibi “levant“tan getirttiği Fethullah Hocanın, Papa’yla “aklayıcı ve temizleyici” bir diyalog içine girmesi, uykulu gözlerden kaçırılmıştı. Hıristiyanlık, bulduğu bu masum referansla itikadi açıdan meşruiyet temin ederken, tertemiz İslam’a da afyon bulaştırılmıştı.
Namuslu din adamları tarafından Müslümanların bu tarihi komploya karşı hızla ikaz edilmesi ve gerçek İslam’la buluşturulması tarihi bir görevdir. Aksi takdirde tarihte mazlumların ümit ışığı olmuş İslam dininin, Hıristiyanlıkla senteze girerek; “Ilımlı İslam” adı altında “kitlelerin afyonu” konumuna gelmesi, işten bile değildir.
Bugün Liberal Demokratların cevaplamakta zorlanacağı şu sorular bile bütün barış ve demokrasi söylemlerinin samimiyetsiz olduğunu göstermek için yeterlidir. Ancak bu soruları sorabilmek için “afyon yutmamış” olmak gerekmektedir.
1: Fethullah Gülen cemaatine, devlet işlerine özel ekipler kurarak karışma yetkisi, hangi meşru zeminde hangi yetkili kurullar tarafından verilmiştir? Halk oyu, demokrasi bunun neresindedir?
2: Abdullah Öcalan, TBMM’de grubu bulunan bir partiyi sevk ve idare etme, bu da yetmezmiş gibi hükümetle resmen müzakere etme yetkisini hangi meşru zeminden almaktadır? Medya gücünü çocuk kandırır gibi göstere göstere kullanarak İmralı sürecine kamuoyu oluşturmanın, seçimle, sandıkla, demokrasiyle bir ilgisi var mıdır?
Bir soru da Ekonomiden… Enflasyonun hesaplanmasında neden 10 yılda 8 katına çıkan “altın” fiyatları değil de yerinde sayan ve artık kullanılmadığı için zaten satılmayan “tahta fırçası” fiyatları esas alınmaktadır?
Bunun gibi en az 100 soruyla, hükümetin yanlış, kanunsuz, eksik, aksak, kaçak, haksız, yanlarını ortaya koyduğunuz halde millette bir uyanış meydana gelmiyorsa bunun adı “uyuşma“dır. Din, AKP tarafından mürit-mürşit ilişkisine dayanan “cemaat totaliterizmi” ile de desteklenerek, kitleleri uyuşturmak için kullanılmaktadır.
İslam’ın direniş ruhuna karıştırılan kilise Afyonu’nun panzehiri ise “Milliyetçilik“tir. Milliyetçilik, aynen İslam gibi emperyalizme ve zalime karşı direnmek demektir. Ilımlı İslam misyonerlerinin ve açık toplum kölelerinin, Milliyetçilere sarımsak görmüş vampir gibi tepki göstermelerinin sebebi budur.
Tek kutuplu bir dünyada “Milliyetçiliğin uyanıklık veren enerjisi“nden yoksun bırakılmış “ılımlı Müslümanlar“ın “Amerikan barış gönüllüleri”nden bir farkı yoktur.
11 Eylül 2001 itibariyle İslam’a karşı Haçlı Seferi ilan eden Beyaz Saray, Milliyetçiliğe soğuk bakan ve kendi devletinin askeri gücüyle barışık olmayan Müslümanları yanına çekerek, onlara küresel bir misyon yüklemiştir. “İlaca afyon karıştı” diye tasvir etmeye çalıştığımız durum budur. İslam dini, Hıristiyanlıkla senteze sokularak özündeki antiemperyalist adalet ruhu karartılmaya çalışılmıştır.
Bugünkü siyasal etkin İslami mahfillerde “Bedrin arslanları” yerine “Hudeybiye salihleri“ne itibar edilmesinin sebebi, afyonla senteze girmenin etkisiyle ortaya çıkan bu “uyuşukluk“tur.
_________________________________
Bir Düzeltme: Perşembe günkü yazımda maksadım takip eden satırlara yansıdığı halde Ülkücü ve terör kelimeleri sıcak gündemin de zorlamasıyla “sehven” yan yana gelmiştir. İfadeyi “silahlı mücadelede” olarak düzeltir, terörü asla bir siyaset yöntemi olarak benimsememiş olan dava arkadaşlarımdan özür dilerim.