Şükrü Alnıaçık
Hükümetin küfürle dans eden politikalarına İslami referanslar bulma konusunda son derecede mahir olan Fethullah hoca efendinin bu son hamlesi, samimi Müslümanların tahammül sınırlarını zorlayan bir akıl tutulmasıdır.
Hudeybiye Barışı ile bugünkü İmralı süreci arasında benzerlikler kurmanın bazı mahzurları şunlardır:
1- Bir yıl sonra Hayber Zaferi’ne, ondan bir yıl sonra da Mekke’nin fethine zemin hazırlayan dünya tarihinde sadece Hz. Muhammed’e nasip olmuş bu mucizevi siyasi hamleyi, Tayyip Erdoğan’ın sonu belli olmayan siyasi tercihleriyle bir tutmak, O’nu veya ona İmralı’yla uzlaşma aklını verenleri, “peygamberlere mahsus mucizevi öngörü sahibi insan” seviyesine çıkartır. Bu çıkarım, hem İslam’a hem de akla ve laikliğe aykırıdır.
2- 628’de, 18 yıldır vahiy almakta ve Allah tarafından doğrudan doğruya irşad edilmekte olan Hz. Muhammed’i, bugünkü siyasi liderler gibi şartlara göre idare-i maslahatta bulunan sıradan bir beşer seviyesine düşürmek de İslam’a ve imana aykırıdır.
3- Peygamberimizin Hudeybiye tercihi, “mucizevi”dir. “Benden sonra hilafet 30 yıldır, sonrası mülk ve saltanat olacaktır” hadis-i şerifiyle geleceğe vakıf olma konusunda mucize sahibi olduğunu izhar etmekten çekinmemiş olan Hz. Muhammed için Hudeybiye’nin sonuçları da önceden bellidir. Bugün ise adeta hilekâr bir kumarbazla kumar oynanmaktadır. İkisini bir tutmak küfürdür.
4- Müslümanlara ağır gelen ve aleyhte görünen şartlara imza atması, Hz. Muhammed’in şuurunun bir yıl sonra Hayber’in, iki yıl sonra da Mekke’nin fethedileceğine ilişkin müjdelere açık olmasının sonucudur. Bugünkü siyaset ve cemaat önderlerinin böyle bir meziyeti olmadığına göre sonu belirsiz bir siyasi hamleye,-Kur’an ve sünneti tahfif ederek- İslam’ı kefil kılmak, sonuç olumsuz olduğunda İslam’a zararı dokunacak bir sorumsuzluktur.
5- Dünyanın her yerinde siyaset, liberaller, ılımlılar, radikaller, milliyetçiler, sosyal demokratlar, muhafazakarlar gibi olaylar karşısında farklı tepkiler veren gruplar arasındaki mücadeleler bütünüdür. İnanç ise bunların üzerindedir. İnanç sahiplerinin dini bir çıkarıma göre tavır almasını temin etmek üzere dini referansların siyasete dayatılması, stratejinin ahengini bozacaktır. Mesela, Türkiye’de Milliyetçilerin Fethullah hocaya eskisi kadar itibar ederek İmralı sürecine destek vermeleri, siyasetin tabiatına aykırıdır. Eğer bu zorlama bir stratejinin ürünüyse, muhatabında “acaba”lara ve “inandırıcı olmamaya” yol açacaktır.
6- Siyasi tefsirler ve zorlama dini çıkarımlar ne olursa olsun Milliyetçiler, teröristlerden akıttığı kanın hesabını sormak zorundadır. Türk Milliyetçilerinin bu tutumu, İslam ceza hukukundaki “kısas” mantığının bir sonucudur ve İslamî’dir. İslam hukukuna göre bir katil, maktulün yakınları tarafından affedilmedikçe devlet onu affedemez. Maktulün dahli ve kusuru olmayan sebeplerle soğuk savaşın bir parçası olarak ortaya çıkmış Marksist bir katil sürüsüyle sorgusuz sualsiz uzlaşılamaz, anlaşma imzalanamaz. Samimi bir dini liderin, içine girilen süreçte hükümete bunu hatırlatması, Şehit ailelerinden, bütün Türk Milletinden referandum yoluyla onay ve helallik alınmasını hatırlatması gerekirdi.
SONUÇ:
Gördüğü her Arapça kelimeyi kutsal zannederek “Hudeybiye zilleti” ifademize bozulanlar var. Evet Hudeybiye Barışı 628 itibariyle “Bedrin Arslanları” için zillettir. Henüz sayıca az olan Müslümanların Mekkeliler karşısında Uhud ve Hendek Savaşlarıyla taarruz gücünü yitirdiği bir dönemde imzalanmıştır. Devletler hukuku açısından bakıldığında Müslümanları, meşru bir devlet karşısında illegal unsur olmaktan çıkardığı için ağır şartlarına onay verilmiş, zaman kazandırıcı bir antlaşmadır. Böylesine sakil bir örnekten yola çıkmak, meşruiyet sorunu bulunmayan Türkiye Cumhuriyeti için başlı başına bir zillettir.
Sonuçlarını sadece Hz. Muhammed bilmekte sahabe ona tabi olmakta, daha katı olan genç Müslümanlar ise zillete tahammülsüzlük göstermektedir. Fethullah hocanın da bugün Hudeybiye’den bahsetmesinin sebebi benzer bir tahammülsüzlüğün önünü almaktır.
Bize göre her fırsatta haklı veya haksız, gücün meşruiyetine itibar etiğini açık etmekten çekinmeyen Fethullah hoca, Hz. Muhammed’in sünnetinden ziyade Abdullah Öcalan’ın telkin tavsiye ve tehditleri ile hareket etmektedir. İşte İspatı!.. Öcalan konuşuyor:
“GÜLEN’LE UZLAŞMA ARIYORUZ!..”
TARİH: 2010 yılı sonları, PKK, cemaate bağlı bir kaç dershaneye ve öğrenci yurduna bombalı, molotoflu saldırı düzenliyor. Sonra karşılıklı bazı iltifatlar ve görüşmeler yapılıyor.
YER: İmralı, 17 Aralık 2010’da Öcalan, Avukatları vasıtasıyla şu açıklamayı yapıyor:
“Amacımız ittifak falan değildi. Kamuoyunda yanlış tartışılıyor, ittifak ayrı, uzlaşma ayrıdır. Biz uzlaşma arıyoruz. İslam’ın temelinde de uzlaşma vardır. Hz. Muhammed’in yaşamına ve yaptıklarına bakıldığında uzlaşmanın önemi görülecektir. Uzlaşmadan kimsenin korkmasına gerek yok. Türkiye’nin buna ihtiyacı var.”
“Ben Mümtazer Türköne’den boşuna bahsetmedim. Türköne; Türklük, milliyetçilik zehriyle zehirletiliyor diyor. Doğru söylüyor. Bu söylenenlere değer veriyorum. Kendileri de iyilik ve barış istiyorlarsa -ki çalışmalarını bu temelde sürdürdüklerini belirtiyorlar- bu çağrımızı olumlu karşılayacaklarına inanıyorum. Ben kendilerinin katkılarını istedim. Toplumsal barışa katkı sunmalarını istedim.”
Görüldüğü Hudeybiye’yi ön plana çıkaran, Hoca Efendinin aklı, bilgisi ve feraseti değil Abdullah Öcalan’ın siyasetidir. Cemaatin aklını alan bu zorlanma, terörizm karşısında AKP politikalarıyla içine düşülen aczin ve sefaletin sonucudur.
Hudeybiye örneği, Medine’den, Siyer-i Nebi’den değil, İmralı’dan gelmiştir.