Şükrü Alnıaçık
Artan baskının, korku ve kaygının bireysel ahlakı azalttığı, imaja ve şöhrete dürüstlükten daha çok değer verilen toplumlarda büyük bir kabahat işlendiğinde dilde bir gevşeme hâsıl olur. Kelimeler kaypaklaşır; kavramlar yumuşar. Sözün kenarları ve köşeleri yuvarlak hale gelir ve kesin bir anlam ifade etmekten uzaklaşır.
Bugünlerde “süreç” kelimesi de siyasi illüzyona fonetik katkı sağlayan “bir dansöz zili” gibi kullanılıyor. “İmralı süreci” ifadesi, oynak ve işveli medya sâkileri tarafından içeni mest eden, canlar kurtaran bir “ab-ı hayat” gibi sunuluyor. Bu çatal dilli kaypak propaganda siyasi literatürü kısırlaştırıyor, kamuoyunu yumuşatıyor, böylece de milli iradeyi hadım ediyor.
“Teröristle pazarlık” veya “Apo’yla müzakere” sözünün çıplak olarak kullanılmasının kabahati açıkça ortaya koyacağının farkında olan “Süreç siyasetçileri,” Allah’ın kıraç bir adasını havalı bir kelimeyle ambalajlayıp, yüce divanlık bir kabahate, sonu belli olmayan bir ihanete “İmralı süreci” adını vererek rahatlamış bulunuyorlar.
Dün bu “her eve lazım sürece” sahip çıkmak üzere bazı dindar STK’lar, “globalleşen dünyada” bu tür süreçlerin kaçınılmaz olduğuna dair bir toplantı bile yaptılar. Davetiye niteliğindeki basın açıklamasında kanaatlerini açık eden “kanaat önderleri“, “insanlığın, büyük bir gün dönümünden geçtiğini, küreselleşme ile beraber ulus devlet siyasetlerinin yolunda gitmediğini. Bu siyasete bağlı uluslar arası ilişkiler, adalet paylaşımı, insan hakları ve özgürlükler pratiği, mülkiyet dağılımı ve eşitlik anlayışı artık büyük bir krizin içinde bulunduğunu, yeni siyaset biçimleri, yeni değerler ve yeniden yapılanma ihtiyacının bütün küremizde hissedildiğini” ifade ettiler.
İçinde “AKP’ye destek fotoğrafı verme” iradesi dışında entelektüel bir bilinç bulunmayan bu basın açıklamasında ilk dikkatimizi çeken, kelimelerdeki “yuvarlaklık” ve “ilmi sorumsuzluk“tu. Cümlelerde, ikna olmaya hazır, inançlı kitlelere hitap etme alışkanlığından kaynaklanan bir cümle inşa kolaycılığı hemen göze çarpıyordu. Allah’tan kitaptan, ayet ve hadisten güç alan vaizlerdeki akıl yerine gönüle hitap etme alışkanlığı, bildiride kendini göstermişti.
Belli ki; “barışla tamamlanacak olan sürecin, yeni bir anayasayla taçlanması” umudu, bu stratejik işlerden anlamayan fakat başbakana güvenen iyi niyetli insanları heyecanlandırmıştı. Bu heyecan, öteden beri şu veya bu sebeple “Kemalizm’den rahatsız olan” kesimlerin, gizli bir sevda gibi gönlünde taşıdığı “yeniden yapılanma” arzusunu dışa vurmuştu. Ödedikleri en büyük bedel, soğuk suyla abdest almak olan Kemalizm mağduru Tekke ve Zaviye dindarları, kanlı ve silahlı “paralel süreçler“e omuz veriyordu.
Terörün bitmesi için süreci destekleyen ve böylece arabamızın hızlanacağını düşünen “iyi niyetliler“e hatırlatmalıyız ki; samimi nefeslerinizle şişirmeye çalıştığınız bu süreç tekerleği, ne yazık ki siyasilerin kullandığı kelimeler kadar yuvarlak değil, en az üç köşelidir. Bu yüzden de nefesleriniz, teröristleri keyiflendiren hatta siz daha kuvvetli üfledikçe onları gıdıklayıp güldüren bir yelpaze etkisi yapmaktan öteye gidemeyecektir.
Bize göre “terörist başı Apo’yla müzakere süreci“ni göründüğünden farklı kılan köşe noktaları şunlardır:
1. Köşe: Devrimci pratik ile müesses nizam siyaseti farklı ahlaki değerlere sahiptir. Devrimin kitabında “kara propaganda” vardır. Yani yalan söylemek, devrimi başarıya götüren bir yöntemdir. Lenin’in “çamur at izi kalsın” sözü, bütün terör pratisyenlerinin ilk ezberidir. Bu ahlakı, ilmihalden öğrenemezsiniz.
Biz bu devrimci eylemsellik karşısında en fazla bedel ödemiş, kanlı tecrübeler kazanmış bir hareketiz. O yüzden de sesimize kulak verilmesi ve dik duruşumuzun doğru anlaşılması gerekir. Sözün özü, PKK, silah bırakma konusunda samimi değildir. Öcalan, İmralı’da Ahmet Türk’e “tasfiyeye asla yanaşmayacaklarını” söylemiştir. Silah oldukça şehitlerin kanı ve anaların gözyaşı durmayacağına göre hükümet verdiği tavizlerle kalacaktır.
2. Köşe: AKP’nin Ergenekon ve Balyoz davaları esnasında terörle ilgili vazgeçilmez söylemi, “yapılan tutuklamaların teröristler karşısında askerin moralini bozmakla bir ilgisinin bulunmadığı, derin yapıların PKK’yı kullandığı, bunların çözülmesi halinde terörün kendiliğinden biteceği” iddiasıdır. Derin yapılar çökertildiği, TSK ve MİT dahil bütün kurumlar başbakanın emrine girdiği halde terörün önlenmesi için bu gazi milleti alçaltan ve şehitlerin ruhuna azap veren acizlik belirtisi pazarlığa neden gerek duyulduğu muamması, tekerleğin ikinci köşesidir. Silah zoruyla alınan siyasi bir sonucu bu milletin içine sindirmesi, bu nisyanı ve tavizkârlığı sineye çekmesi mümkün değildir.
3. Köşe: Medya ve STK zoruyla içselleştirilmeye çalışılan mantıksızlık ve bu muamma, teröristi asla affetmeyen “milli iradenin üzerinde süreci dayatan bir gücün bulunduğu” gerçeğini yani tekerleğin üçüncü köşesini teşkil etmektedir. Bize göre dünyanın her tarafında “kadife devrimler” yapan, CIA’nın yan kuruluşu olan NED’e bağlı “Açık Toplum” ajanları, Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlık karakterini ve üniter yapısını çözebilmek için başından beri İmralı’yı ve süreç elemanlarını kullanmaktadır. Bu süreçte PKK jokeri, bir sonraki bahara kadar geçici olarak depoya kaldırılacaktır. Sonunda Türkiye, verdiği tavizlerle, 1000 yıllık kardeşliğe aldığı ağır darbelerle baş başa kalacaktır.
Allah-u Tealâ, ilk ayetinde “oku” demiş. Karşımızda cami cemaati değil, terörist var. Bu işin bir de ahireti, ilahi adaleti var. Bırakın herkes kendi işini yapsın!..
Böylesine tarihi ve stratejik bir konuda bilgiden ve sorumluluktan uzak davranıp sonra da sakalınızı sıvazlayarak gezemezsiniz.
Yüreği pas tutmamış Tarihçiler, ruhunu kiraya vermemiş büyükelçiler, beyni iğfal edilmemiş istihbaratçılar, süngüsü kırılmamış askerler ve kalemini satmamış uzmanlar konuşsun!..