Babür Hüseyin Özbek
Sırmalı- düğmeli, imrendiren, kültürü ve tutumları ile içinde bulunduğu cemiyete hep örnek olan bahriye camiası susturuldu. Nedendir, nasıl bu kadar başarılı, çok yönlü bir saldırı oldu; herhalde birileri ileride araştıracak ve bizleri aydınlatacak.
Davalar bir değil, iki değil, üç değil sanki hepsi tek elden, tek merkezden yürütülüyor. Bunları yapanlar, bu ülkenin insanları olamazlar. Hedeflerinde Deniz Kuvvetleri’nin bütün bölümleri var. Hem kara, hem yüzer-dalar birlikler. Namluların ucunda: Balyoz Planı, Ergenekon, Gölcük, Poyrazköy, Kafes ve Amirallere Suikast Planı, Birinci ve İkinci Askeri Casusluk ve Fuhuş Davaları var. Duruşmalar ve sonuçları; acımasızca kırıp-döküp birçok istikbali karartarak, aile ocaklarını söndürerek devam etti ve halâ da ediyor.
30 Ağustos 2013’te Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasına kesin gözüyle bakılan Oramiral Nusret Güner 28 Eylül 2012’de istifa etti, emekliliğini istedi. Bir komploya kurban gitmekten çekiniyordu. O zaman 14 yaşında olan kızı A.G’ nin odasına gizli kamera yerleştirilmişti. “Birinci Askeri Casusluk Davası” olarak bilinen, TSK’dan gizli belge sızdırma iddiasıyla ilgili astsubay M.K’ ya çektirilen resimler kullanıyordu.
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, “fuhuş yaptırılan kadınlar aracılığıyla yüksek rütbeli askeri personelin uygunsuz görüntülerini çektikleri ve şantajla askeri bilgiler elde ettikleri” iddia edilen davanın bir ayağında da Orgeneral Güner hedef seçilmişti. T.C’nin Deniz Kuvvetleri’nde Türk Donanması’na kumanda eden bir Oramiral vardı. Kendini koruyamaz hale getirilerek istifaya zorlanıyordu. O sıradan biri değildi; belki de çamur at izi kalsın, kabilinden iddianamede yer alıyordu.
Oraya kamerayı yerleştirme emrini M.K astsubaya kim verdi? Donanma komutanını harcamaya nasıl karar verildi? Bu kişi (M.K) davada ne sanık, ne de mağdur olarak iddianamede yer alıyor. Bu gelişmeler bir tesadüf mü, yoksa bir emir bir direktifle, maksatlı mı hazırlandı?
Nusret Güner Amiral, Ocak 2013’ün 3.haftasında 2’inci defa verdiği istifasının kabulünden sonra basına kapalı devir teslim töreninde: “…Nitekim, o zaman 14 yaşında olan kızımın psikolojisini dikkate alınmadan tüm ayrıntıların iddianamede yer almasını sizin takdirinize bakıyorum” diyor. Bu konuşma bir zorlamanın, bir çaresizliğin ifadesi, devir teslim bile basına kapalı yapıldı. Sular bulanık; Bahriye suskun, Bahriye sessiz.
30 Ağustos 2013’ten sonra Türk Bahriyesi’ne komuta edecek oramiral rütbesinde komutan olmayacak. Başbakan ve Genelkurmay Başkanı konu ile ilgili bir toplantı yaptılar. Bu basına ve haber kanallarına standart birkaç konuşma içinde yansıdı, hepsi o kadar. Gereken duyarlılık gösterilmedi. İktidarın burada rolü, kabahati yok mu? Bilin ki hiçbir şey gizli kalmaz, zaman karanlıkta geçen günleri mutlaka aydınlatır.
Ordu ve donanma kurmak, gelenekler oluşturmak, onları asırlarca prensiplerle yerli yerine oturtmak zordur. Türk milletinin, Anadolu insanının en büyük garantisi TSK ve onun iyi yetişmiş komutanlarıdır. Atatürk bu muhteşem düzenin ürünüdür. Anadolu coğrafyasında buraya yerleştirilmiş temel taşlar oynarsa, gelenekler terk edilir ve birikimlerle oluşmuş değerler yok olursa, bölgede diğer para, servet ve kazanımlar bir şey ifade etmeyecektir. Siyasi partiler, holding sahipleri, din bezirgânları ve medya patronları, bilmiyorum bu gerçeğin farkındalar mı.
Basma kalıp eşitlik, insan hakları, özgürlükler ve dilde yapılan tahribatın oluşturacağı gelişmeler, sürekli Güneydoğu’da Kürt sorunu ile bilinçli olarak kesiştiriliyor. Türk, vatan, milliyet, asker… Gibi kelimeler veya bu manaya gelen sözler kimleri neden rahatsız ediyor; toplum biliyor. Biliyor ama bazen eserine sahip çıkarak, arkasında duracak kadar da bilinçli davranmıyor. Bahriye’ye yapılan bunca haksızlıklar, tutuklamalar, ağır cezalar, çok yönlü sözlü, yazılı basının saldırısı bir yerde duracaktı. Durdu. Çünkü başlatanlara, yetkilerini haksız kullananlara, zarar vermeye başladı. Dönülmez noktaya varmadan ricat etmek istiyorlar. Bu teşhise katılıyor musunuz, doğru mu Sayın Başbakan?
Siz Sayın Başbakan ve iktidarınız, Bahriye’ye, Türk Bahriye’sine zarar verdiniz; şimdi de sanki günah çıkarıyorsunuz.
GEMİM GELİYOR BAŞTAN, YELKENLERİ SALAŞPURDAN
Karmakarışık, darmadağınık bir TSK ve onun Bahriye kanadı-Deniz Kuvvetleri. Bir gazeteci Başbakan’a soruyor (30 Ocak 2013): “Tutuklu askerlerle ilgili düzenleme nasıl olacak?”, Başbakan’ın cevabı: “Bunu 3’üncü yargı paketinde çözdük diyebilirim. Çünkü burada bizim derdimiz yargıya müdahale değil, bizim itirazımız aslında yargı sürecinin uzamasına yöneliktir. Tutukluluk süresinin uzamasına yöneliktir…” diyor.
Kaç dava devam ediyor, kaçı neticelendi, kaçı temyiz safhasında? Kim, nasıl, hangi normlara göre Bahriye’yi kodlayıp değerlendiriyor? Ve suçlu sandalyesine oturtacak iradeye teslim ediyorsa onlar başarılılar. Eğer Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda bazı personelin başına bir iş gelmemişse onlar; “Askeri Casusluk ve Fuhuş Davaları”nda yer alacaklar. 56’sı tutuklu 350, çoğu Deniz Kuvvetleri mensubu personel zan altında. Burada deniz üs komutanları, gemi komutanları ve F-16 filo komutanları, aylardır savcının iddianamesini açıklamasını bekliyorlar. İktidarın içinde, “artık istenenler yapıldı, durulmalı, daha ileri gidilmemeli” mesajı verenler olmalı ki, Başbakan bile çark etti; 3’üncü yargı paketinin yeterli olduğunu ama iyi işlemediğini izah etmek ihtiyacını duydu. Terörle mücadeleye ömrünü vermiş insanları “terörist” diye içeri tıkan mahkemeler nasıl çalışıyor? Sizin Adalet Bakanı’nız bunları bilmiyor mu? Siz de görüyorsunuz ki haksızlık var, “adalet” kelimesi burada esas manasının dışında kullanılıyor.
Hep alkışlayan bu yönde omuz omuza olduğunuz çevreler, ağır ağır geri çekiliyorlar. Artık onlar da ileri gittiklerini, kötülediklerini, bunun böyle devam edemeyeceğini anladılar. Lütfen tekrar tetkik edip durumu inceletin Sayın Başbakan! Radar sukopunda yanlış hedefleri pilotluyorsunuz.
Bazılarının bildiği, Balyoz Davası’na bakan 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nin görüp bilmek istemediği bir gerçeği vurgulamak için daha önce 5 defa “Silivri Günlüğü” adı altında yazdığım iddiayı başkasının sözleri ile tekrarlıyorum. 18 yıl hapis isteği ile tutuklu bulunan Koramiral A.Can Ereneoğlu gazeteci Can Ataklı’ya: “suçlamalarda dayanak olarak kabul edilen 11-16 ve 17 nolu CD’lerle 5 nolu hard diskin incelenmesi uluslar arası kuruluşlara yaptırıldı. Sahte oldukları anlaşıldı. Ancak mahkeme resmi bilirkişi raporlarını istemedi. Ortaya çıkan sahtecilik raporlarını incelemedi. Kararını verirken bunu hiç dikkate almadı. Belge ve kanıt diye ortaya konulan dijital verilerde 2000’e yakın maddi hata bulundu. Ama bunlar kullanılmadı. Mahkeme, isimsiz, imzasız ihbarlara rağbet etti ama gerçek kişilere kulak asmadı…” diyor, tutuklu amiral.
Bu kadar ağır itamın altından nasıl kalkacaksınız XXI’inci yüzyılda insanlar sahte belgelerle 16-18-20 yıl hapis yatar mı? 3’üncü Yargı Paketi imiş, devletin köklü bir askeri kurumu, “Bahriye”yi haşat ettiniz. Ailelerin istikballerini kararttınız, ileride bunlar olurken bu ülkeyi kim yönetiyordu diye sormayacaklar mı? Vicdanlar sızlamayacak mı?
Görev yapamayan teknenin kötü yelkenlerini; seyrek dokunmuş, astarlık, ince bez manasına gelen “salaşpur” kelimesi ile pekleştirdiğim denizci türküsünü mırıldanıyorum; üzüntümün ondan doğan yoğunluğuna böyle katlanabiliyorum:
Gemim geliyor baştan
Yelkenleri “salaşpur”dan
Açılıp denizlere
Dolaşacağım baştan
Deniz eri al demiri vira vira vay
Dolaşalım limanları sıra sıra vay
Sular bulanık; Bahriye sessiz, Bahriye suskun!
“DEMİR ZİNCİR KESTİ” TEKNE KARAYA SÜRÜKLENİYOR
Bir amiral vardı, beraber çalıştığımız zamanlarda şahsi ilişkilerde uzak durduğum kişi;uzun boylu, sportmen, atak ve zeki bakışlı; kibar, uzun burunlu, “denizci” kelimesini tam karşılayan değerlere sahip biriydi. Temmuz 1974’te BAF açıklarında batan TCG Kocatepe’nin komutanıydı. İyi bir askerdi. Dünya görüşü; ileri ve çağdaş bir Türkiye’yi işaret ediyordu.
28 Şubat 1997’de Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak o güne kadar yapılmış en uzun MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantısına katışmıştı. Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı idi. Ülkenin iyi yönetilmediğini düşünüyordu. “Siz istifa etmelisiniz” dediği, hükümeti uyardığı söylenmişti.
O günkü iktidar da onu kontrol etmek istiyordu. Deniz Kuvvetleri Karargâhı’nda askerlik yapan istihbaratçı polis memuru er Kadir Sarmusak 5 Mayıs 1997’de dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’na BÇG’nin (Batı Çalışma Grubu) kurulduğunu ve gelişmeleri rapor ediyordu. Durum süratle Başbakan Erbakan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e ulaştırıldı. İ. Hakkı Karadayı çaresiz ve etkisizdi.
Zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya ağırlığını koydu. Sert tepki gösterdi. Onbaşı Kadir Sarmusak ve Bülent Orakoğlu tutuklandı. Donanmada “köstebekler” vardı. Bir kuvvet komutanı dinleniyor, takip ediliyor, hata yapması bekleniyordu. Ama yanlış ata oynanmıştı. O, “sıradan bir amiral-her hangi bir asker” değildi. Değişik yorumlar getirebilirsiniz ama, bu Bahriye’de az rastlanan bir dirayet göstergesiydi.
Şimdi bu iktidarla her şey değişti; gece gündüz astsubay, subay, amiral/general ve de genelkurmay başkanları toplanıyor, içeri atılıyor. Aylarca ne için yattığını bilmeden hapishanelerde çürüyorlar. Ben adalete, adaletin bu ülkede işlediğine inanmayanlardanım. Ha nerede kalmıştık, “3’üncü Yargı Paketi” neden şimdiye kadar uygulanmadı? “Askerler terörist değildir” diyorsunuz; geç kalmamaya, hatadan dönmeye çalışıyorsunuz ama maalesef geç kaldınız Sayın Başbakan. Gemi zincir kesti, tekne sürükleniyor, hava kötü, karaya, kayalara bari bindirmesek! Böyle de kaptan olmaz ki!