Milliyetçilik İnsan Gibi Yaşamaktır
Şükrü Alnıaçık
Millet ve jeopolitik kavramlarının ortaya çıkmasından binlerce yıl önce insanların dünyaya yayılma şekli, karıncalarınkinden farksız bir ekolojik seyir izlemişti. Karıncalar, yuvalarının girişini nasıl güneye bakacak şekilde yapıyorsa, ağaçların kuzey cephesi nasıl koruyucu bir yosun tabakasıyla kaplanıyorsa insan da yaşamaalanlarını öylece tabiat şartlarına göre seçmişti.
1- İlk nüfuslanmanın Afrika ve Hindistan gibi sıcak bölgelerde oluşması, koruyucu mimariden yoksun insanın “tabiata uyum sağlama” kabiliyetinin bir sonucuydu.
Sazdan samandan yapılan kulübelerde yaşanamayacak kadar soğuk bölgelere yürüyen topluluklar, mağaralara sığınarak ve ateşi keşfederek varlıklarını sürdürmüşlerdir.
2-Bölgelerin nüfuslanmasındaki ikinci faktör, “saldırılardan korunma“dır. İnsanoğlu, önce vahşi hayvanlar, sonra da saldırgan hemcinsleri karşısında daha fazla saklanma fırsatı veren dağlık alanları tercih etmiştir. Alp-Himalaya dağ silsilesinin insan kolonileri için elverişli bir sığınma ve göç yolu olduğunu, Aryan ırkından Çingenelerin bu güzergâh üzerinde hala göç etmelerinden anlıyoruz. Bugün arkaik göçebelerin bir ayağı bu dağ silsilesinin bir ucu olan İspanya’da diğer ayağı da Himalayaların eteklerinde yani Hindistan’dadır.
3-Üçüncü yerleşme faktörü ise “su” kaynaklarının çevresindeki ekilebilir alanlardır. Günümüzden yaklaşık 7000 yıl önce avlanmak veya hazırı toplamak yerine ekip-biçmenin önemini keşfeden insanoğlu, ırmak kenarlarına yerleşerek daha kalıcı yerleşimleri, yani köy kültürünü başlatmıştır.
4-Dördüncü yerleşme faktörü ise “ticaret“tir. Kendi yerleşim alanları beslenmeye elverişli olmayan topluluklar, uzak diyarlarda koloniler kurarak anavatanlarına tarım ürünleri ithal etmişlerdir. MÖ: 2000’den sonra Fenikeliler ve MÖ: 1000 civarında Yunanlılar bu alanda ileri giden denizcilerdir.
5-Beşinci yerleşme faktörü ise hayati sebeplere dayanan göçlerdir. Dünya tarihinin en ilginç yapay nüfuslanması MS: 375’te doğu Avrupa’da başlayan “Kavimler Göçü“dür. Tarihte milletler arasında yaşanan mücadelenin nedenlerinden biri, Avrupa kıtasında Kavimler Göçüyle oluşan “yapay nüfus“tur. Hunlar, ata binmeyi geç öğrenen barbar kavimleri Avrupa’nın çok da yaşamaya elverişli olmayan soğuk ve rutubetli kuzeybatı bölgelerine sürmüşlerdir.
6- Son nüfuslanma ise 15. yüzyılda başlayan Coğrafi keşifler adı verilen istilalar sonucunda Kuzey ve Batı Avrupa’daki bu nüfusun “yeni dünya” denilen Amerika kıtasına ihraç edilmesidir. Bu hareketler sonucunda Avrupa’nın Kavimler göçüyle oluşan ve doğal kaynaklarla beslenemeyen nüfus yoğunluğu eritilmiş, açlıkla boğuşan kölelere yeni yurtlar açılmıştır.
Batı Roma İmparatorluğunun Kavimler Göçü sonucunda MS: 476’da yıkılmasından 1000 yıl sonra Avrupalılar, insanlığın doğal yerleşim alanlarına yani Hindistan’a ve Afrika’ya doğru hücuma geçtiler. Öyle ki, Kolomb, Amerika’ya ulaştığında bu yeni kıtayı Hindistan zannetti. Amaç, “Baharat Yolunun” kaynağına, “sıcak denizlere” inmekti.
Türkler, tarımdan ziyade hayvancılıkla geçindikleri ve Atlı Göçebe kültürü sayesinde açlık ve kıtlıklardan korunabilme dinamizmine sahip oldukları için yerleşiklerin bu maceralarına ortak olmamışlardır.
Binlerce yıl önce Atlantik kıyısında sıkışmış Avrupalıların temel beslenme güdülerinin azgın ve kolektif bir sonucu olan sömürgeciliğin bir diğer adı, “saldırgan Milliyetçilik tir. Diğer milletlerin bu emperyalist hareketlere “gayet insani” bir karşılık vermesine de “Milliyetçi Hareket” diyoruz.
Emperyalizme bu milli savunmacı karşılığı veremeyen milletler, daha oluşum aşamasında yapay rüzgârlı emperyalist baharlarla helak olup gidiyor. İşte Petrolün üzerinde kurulmuş Irak’ın durumu… Şimdi Saddam’ın bağımsız Babil Ulusu projesinin yerinde üç kavimli bir federal yapı yükseliyor.
Dağ başlarında ve dere kenarlarında doğal ihtiyaçlar üzerinde ekonomik ihtiyaçlarla bina edilmiş bir realite olan “milletler mücadelesi,” günümüzde mega kentlerde ve esas olarak milletlerin “eğitim kurumları arasında” yaşanıyor. Evler, oturma odaları, sokaklar, parklar, kırsal alanlar, kutuplar ve okyanuslar, milletler arası varlık ve yükselme savaşının “dağ başları“nı ifade ediyor. Savaşın esas cephesi, okullar, kütüphaneler, matbaalar, sanat galerileri, camiler ve kültür merkezleri. Üstünlük savaşının cephanesi, internet, kitaplar, dergiler ve gazeteler.
Son 500 yıldır dünya bizim Hunların daha önce Atlantik kıyılarına kovaladığı insanlar tarafından yönetiliyor ve mağara devrindekinden pek de farklı olmayan sebeplerle sömürülüyor.
Bu sömürünün tek sorumlusu saldıran taraf değildir. Esas sorumlu, saldırgan sömürgeciyi dengeleyecek bir Milliyetçi duruştan yoksun olan, kendi milletinin onuru yerine tahtının, iktidarının selametini düşünen, bilime, kültürel gelişime, felsefeye, sanata ve en önemlisi de bu alanlarda istikrar sağlayacak olan “eğitime” değer vermeyen yöneticilerdir.
Tarihin başlangıcından beri bir milletler mücadelesine sahne olduğu gerçeğini gizlemek isteyenler bu mücadelenin galibi durumundaki milletlerdir. Sömürüyü bitirecek olan tek çözüm, bu saldırganlığın, Milliyetçi bir karşı hareketle dengelenmesidir. Açık toplum, demokrasi, sosyal demokrasi, liberal kapitalizm, sosyalizm vs… Bütün bunlar sömürüleni uyutan illüzyonun tılsımlı kelimeleridir. Bugün Milliyetçilik karşısında AKP’nin yaptığı Ümmetçilik, kavmiyetçilik, asabiyet tartışmaları da sömürünün koordinatörü olan şeytanın ayak oyunlarıdır.
Bizim Milliyetçilikten anladığımız ve AKP yöneticilerine anlatmaya çalıştığımız işte budur… Mağara devrinden beri Milliyetçilik, “insan gibi yaşamak”tır.