NE UYUM, NE BAŞARI AMA !
Babür Hüseyin Özbek
Bir dönem, önce Fazilet Partisi ve sonra da Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Refah Partisi Genel Başkan Yardımcılığı yapan eski milletvekili, şimdilerde T.C’ nin 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; görünürde tutarlı olmaya hep gayret gösterdi. Erbakan’ın başında olduğu partilerde canla başla çalışırken Meclis kürsüsünde Avrupa Birliği (AB) bir “Hıristiyan Kulübü”dür demişti. Yılmadı, bıkmadı, usanmadı hep bu tezi yıllarca işledi; yakın zamana kadar da arkasında durdu.
Bir insan, bir politikacı, bir fikri savunurken zikzaklar yapmazsa arkasından gelenler için o kişi güvenilirdir. Şimdiki TSK’ nın da yasalar gereği başkomutanı olan Sayın Gül, 6 Mart 1995’te Türkiye AB ile Gümrük Birliği Antlaşması yaptıktan 2 gün sonra Meclis kürsüsünde şöyle diyordu: “ Burada her şey tek taraflı olarak gitmektedir. Avrupa’nın çıkarları söz konusu olduğunda tavizler verilmektedir, vazgeçilmektedir. Fakat Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğunda hiçbir direniş, hiçbir ısrar olmamaktadır…Gümrük Birliği ile Türkiye’yi AB’ye tek yönlü bağlayanlar bizi arka bahçedeki köpek kulübesine sokuyorlar. Türkiye’nin AB’ye girip de avantajlardan faydalanması hikâyedir. Böyle bir şey söz konusu değildir, olmayacaktır. Türkiye’yi bu noktaya getirenler suçludur.” diyordu Sayın Gül.
Aradan yıllar geçti, makam ve yetkileri yükseldi. 12’inci İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesi için gittiği Kahire’de meslektaşı şeriatçı Müslüman Kardeşler lideri Muhammet Mursi ile candan kucaklaştı. Zira Arapçayı 8 sene kaldığı Cidde’de Türkçe kadar iyi konuşmayı öğrenmişti. Ana dili kadar maharetle kullanabiliyordu. Ancak Ankara’dan ayrılmadan önce demeç verme, konuşma tutkusu, eski sözlerini sildi attı: “ Türkiye şu anda kendi evinin içini düzene koymuş ve AB kriterlerini daha çok uygulamak için uğraşan bir ülke. Bazı noksanlarımız var; tamamlamak için yasalar, yeni düzenlemeler yapılıyor. Bu işi böyle görmemiz gerektiği kanaatindeyim.” dedi, T.C’ nin 11’ inci Cumhurbaşkanı.
İlk konuşma Mart 1995’te şeriatçı bir partinin milletvekili etiketi ile ikinci konuşma 4 Şubat 2013’te Ankara’da Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç’le Çankaya’da düzenlenen bir ortak basın toplantısında yapılmıştı.
Eğer dikkatli iseniz, gelişmeleri görüp değerlendirebiliyorsanız, bu ülkede, bizleri yöneten zirvedeki bu şahıs için ne düşünürsünüz? “Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol.” dememiş miydi, o büyük düşür, âlim, bilge adam.
Sizi bilmem ama ben, “zor bir durumda = harp halinde” TSK’ nın da başında yer alacak şimdi ise haksızlıkların diz boyu olduğu “Asker Kıyımı”nın sürdüğü bu dönemde, bu Cumhurbaşkanı’na güvenmiyorum. Yüzlerce tutuklu askeri, asker ailelerinin feryatlarını duymuyor; o yöne bakan gözleri görmüyor, kulakları işitmiyor. Dün tutarlı değildi, yarın nerede ne söyleyecek, nasıl davranacak kimse bilemez.
Avrupa Birliği konusunda ise fikri paralelde olduğu, geçmişinin ayak izleri üzerinde, aynı yolda devam ediyor. Bugün partisiz ama fikren dün kendisinin de kayıtlı olduğu partisi bugün ne derse o tarafa dönüyor; “Rüzgâr Gülü” gibi. Olsun! Yeter ki AKP’ye çapariz vermesin, demeçleri onları desteklesin, güçlendirsin.
Ne uyum, ne başarı ama!
GERÇEKLEŞMESİ ZOR BİR RÜYA
Aslında Başbakan’ın Prag’da yaptığı konuşmada kullandığı, “AB’nin bizi oyalaması dayanılır bir şey değil.” cümlesini günümüze uyarlamak istiyordum. Bir dostumun üniversitede okuyan oğlu, “biz de bu konuyu konuşuyoruz, tartışıyoruz ama hep sathiyiz derinliğe sahip değiliz. Anlatıyorlar, yazıyorlar ancak ruhunu, ne istediğini tam yansıtmıyorlar. Mesela Avrupa Birliği ülkelerinin hepsi NATO üyesi mi, kuruluşu nasıl, bize ne faydalar sağlar…” gibi sorular sordu. Doğru söylüyordu meselâ; denizi, denizciliği anlatıyorsunuz, toplum bu konuda hem bilgisiz hem de bilinçsiz, “sancak taraf”ı, “pruva”yı bilmiyor. Sormuyor da. Bakıyor ki anlamıyor; okuduğu yazıyı, kitabı, bir kenara atıyor. Onun için bu Avrupa Birliği (AB) nedir, ne değildir. Kısaca anlatmak gerek:
Birliğin temelleri, 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’na ve 1957 Roma Antlaşması’na dayanır. İlk kurucuları 6 üye ülkedir. Yasal yapı, 2008’de son defa Lizbon Antlaşması ile güncellenerek onaylanmış ve bugünkü halini almıştır. Birliğin oluşumu: Avrupa Birliği Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Liderler Zirvesi, Avrupa Adalet Divanı ve Merkez Bankası’ndan oluşan kurumlarca yönetilir. Üye ülkeler arasında insan dolaşımı Schengen Antlaşması’na göre işler.
27 ülkeden oluşur. Ekonomik esaslı, görünmeyen cephesinde bazen su yüzüne çıkan Hıristiyanlık figürleri de vardır. 500 milyonluk nüfusla, dünyanın elit bir bölgesini oluşturur. ABD’den sonra yeryüzünde ekonomik yapısı en üst düzeyde ancak şimdi temelleri sarsıntılar geçiren, kısmen hastalıklı bir topluluktur. Kendini tedavi etmeye çalışmaktadır.
Tüm üye ülkeleri bağlayan standart yasaları aracılığıyla insan, eşya, hizmet ve sermaye dolaşımı özgürlükleri kapsayan bir ortak (tek) pazar geliştirilmiştir.
27 üyenin 21’i NATO üyesidir. Bunların 15’i ortak para birimi avro’yu kullanır.Avrupa Birliği Parlamentosu’nda 736 üye ülke milletvekili vardır. Ağırlık nüfusa göre 99 milletvekili ile Almanya’da, onu 78’er üye ile İngiltere, Fransa ve İtalya takip ediyor.
***
Başbakan 4 Şubat 2013’te Prag’da Avrupa Birliği’ne açtı ağzını yumdu gözünü: “şu anda AB üyesi ülkelerin çoğunun standardı Türkiye’nin düzeyinde değil… Mastricht Kriterleri’nde çoğu AB üyesi ülke dökülüyor… Bazılarından daha iyi durumdayız,” dedi.
Mastricht Kriterleri AB’ye üye ülkelerin tutturması gereken ekonomik ve parasal kriterlerdir. 1 Ocak 1993’te yürürlüğe girmiştir, o şartlar: düşük enflasyon, devlet borçlarının gayrı safi yurt içi hasılaya (GSYİH) oranı, borç açığının GSYİH’ye oranı, faiz oranları ve paranın son iki yılda avro’ya devole edilmemiş olması gibi şartlar ve tutturulması gerekli değerleri vardır.
İyi güzel de, yukarıdaki şartlar yeterli değil; bir de Kopenhag Kriterleri var. Bizim başbakanımız hiç onlardan söz etmiyor. Bu kriterler de 22 Haziran 1993’te yürürlüğe girdi ve siyasi şartlar içermekte olup: “istikrarlı bir demokrasi olacak. Hukuk devleti normları her şeyin üstünde olacak. İnsan haklarına saygı gösterilecek. Azınlıklar korunacak. Cinsiyet ve ırk ayrımı olmayacak, idam cezası olmayacak.”
Son şart olarak da topluluk muktesebatına uyum sağlanacak. Birliğin siyasi, ekonomik ve parasal hedeflerini uygulama kabul edilecek. Alınan ortak kararlara uyulacak. Gümrük Birliği, malların ve sermayenin serbest dolaşımı gibi ortaklık anlaşmalarında kesin uyum olacak. Ayrıca: İletişim ve bilgi teknolojileri, çevre, ulaşım, enerji, tüketici hakları, taşımacılık, iş gücü ve sosyal haklar, eğitim ve gençlik, vergilendirme…gibi ortak olunan düzenlemelerde kesin uyum sağlanacak.
VİYANA ÖNLERİNDE TÜRK GÖRMÜŞ GİBİ OLUYORLAR
Onlar, yani “Batı” bir düzen kurmuş ve onda da hayli merhale kaydetmiş. İstiyoruz ki biz de bu düzene dahil olalım, orada yerimizi alalım. Öyle kolay bir şey mi bu!
Dokuz yıl önceydi, başbakan gene Recep Tayyip Erdoğan’dı. Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerine tarih almak üzere beraberindeki kalabalık bir heyetle Brüksel’e gitmişti. Abartılı bir beklenti vardı. Öncelik tam üyelik müzakerelerinin kısa zamanda başlaması ve sonra da gerçekleşmesiydi.
O yaşlı kıta Avrupa’da demokratlar, yeşiller ve sosyalistler bu konuda bize yakın, bazen de sessizdiler. Ancak bilhassa Fransa ve Almanya, Sarkozy ve Merkel ikilisi muhafazakâr iktidarlar Türkiye’ye karşı duvar ördüler. Görünür görünmez her yerde kilise, için için örülen duvarı, çıkılan seti yükseltti; Türkiye’yi hep zora sokma, önüne engeller çıkarma telaşında oldu. Kendince de başarı sağladı.
Başbakan Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokacak lider rolüne soyunmuş, bu rolüne de hayli ısınmıştı. Tarihler 17 Aralık 2004’ü gösteriyordu. Brüksel’de masaya oturduğunda, önüne konan AB metni, onu ve Türk heyetini hayretler içinde bırakmıştı. Bir an ne yapacaklarını, ne söyleyip nasıl davranacaklarını şaşırdılar. Başbakan Erdoğan masayı terk etmek istedi. Zor, çok zor yatıştırıldı. Çünkü daha sonra hiçbir aday ülkeye uygulanmamış şartlar getirilmiş, zorluklar çıkarılmıştı.
Anlaşma şartlarına havi her faslın açılışında bütün üye ülkelerin oluru alınacaktı. “Serbest dolaşım” ki bu AB’nin ana yaşam sebeplerinden biri, Türkiye’ye tanınmıyordu. Bütün şartlar tamamlansa bile, tekrar üye ülkelerin tek tek onayı alındıktan sonra giriş belki onaylanabilirdi. Müzakere süreci veriliyor ama nihai olarak bir garanti ile noktalanmıyordu. Ucu açıktı.
Yukarıdaki şartlar 2004’te size söylendi, önünüze kondu. Siz de fazla itiraz edemeden, hayır olmaz; ben de şunları istiyorum demeden, diyemeden imzaladınız. Şimdi Prag’da, “eğer almazsanız” gibi ucunda Şanghay Beşlisi, Arap dünyası ile güç birliği içerecek onları pek de bağlamayan, ucu tehdit kokan salvolarla ateş ediyorsunuz Sayın Başbakan. Dün Avrupa Birliği bir “Hıristiyan Kulübü”dür diyen, bugün rotasını sizin dümen suyunuza göre ayarlayan Cumhurbaşkanı ise bazı kanun ve muktesebatları Avrupa’ya göre ayarlıyoruz diyor.Sadece laf-ı güzaf.
Viyana’da yaşayan Avusturya vatandaşı bir Alman: “Türklerin Ortak Pazara girmesi demek, 330 sene önce yaz aylarında Viyana önlerinde görünmesi, otağ kurması gibi, o ‘Kara Günler’ in tekrar yaşanmasıdır” demişti. ( 10 Temmuz 1683. II’ inci Viyana Kuşatması’nın başlamasını işaret ediyordu.)
Bu şartlarda, bu gidişle, Avrupa’nın Türkiye’yi gördüğü miyop gözlükle sonuca gidip, o birliğe kabul edilmemiz zor. Hele “serbest dolaşım” sözleri, onları korkutuyor. Rüyalarında Viyana önlerinde Türk görmüş gibi oluyorlar. Bu iktidar bu işi başaramaz; ayrıca taviz vererek gireceksek, değerlerimizden zaman içinde de kayıplar olacaksa, girmesek de olur.
Notlar : a-) Kıbrıs Rum Kesimi, bugün itibariyle Rus parası, Rus ianesi ve Yunan siyasi desteği ile ayakta duruyor. Klasik “Ortodoks Dayanışması.” Batı ile eski günlük – güneşlik günler devam etmiyor. Türkiye zorlasa Rum Kesimi’ nin, Türk Kesimine uyguladığı ve de uygulattığı ambargo bitebilir.
b – Em. Orgeneral Ergun Saygın ailesi, bu “ son durakta – ölüm döşeğinde” Başbakan’ın hastane ziyaretini reddetmeli, günah çıkarmasına müsaade etmemeliydi. Zira o hatalar, bu kadar kolay telafi edilmez.