
“Üç Beş Nöbeti” Türklerindir!
Şükrü Alnıaçık
“Türkiye Türklerindir” sloganının doğduğu günden beri sıkıntılı bir hikâyesi vardır. Hayır, bu basit görünümlü karmaşık ifadeyi yanlış anlayıp, ırkçılığa bağlamaktan ve evrensel bir alternatifini aramaktan söz etmiyorum. Asıl sıkıntı, sloganın ciddiye alınması ve “yeterince inandırıcı” bulunmasıdır.
Sloganın Fransız İhtilali’nde, “Fransa Fransızlarındır” şeklinde ortaya çıkması anlaşılabilir bir durumdur. Bir işgali değil, iç meseleyi takiben ortaya çıkması, muhatabının dış güçler değil, saray ve soylular olduğunu gösterir. İfadenin ilk meramı şudur: “Saraylar ve malikâneler dönemi bitmiştir. Bütün topraklar, Fransız millileştirme rejiminin denetiminde Fransız parlamentosunun hâkimiyetine geçecektir.”
“Fransa Fransızlarındır” sloganının, ulusal birlikçi İtalyan Masonları tarafından Carbonari cemiyetinin “İtalya İtalyanlarındır” parolası haline getirilmesi, yine aynı nedene dayanıyordu. İtalyan topraklarını, ta Roma’dan kalma soylu-ruhban ikilisi yerine idari mekanizmalarında asla “İtalyan, soylu ve papaz olamayan” Yahudilerin de cirit attığı kapitalist burjuva partileri yönetmeliydi. Yani bu “milli” sloganı, masonlar üretmişti.
Türkçülükle alakası olmayan bu Masonik sloganı 8 Kasım 1949’dan beri başköşesinde kullanan Hürriyet gazetesi, aynı tarihli başyazısında “Türk okuyucu sayesinde bir yerlere gelmenin onurundan bahsediyor, “makinelerinin kimsede olmadığı” anlatıyor ve “Türk bayrağı altında, Atatürk çocuğu olarak yaşamaktan duyulan memnuniyeti” dile getiriyordu. Yazıda sloganın içeriği, ruhu ve manasıyla ilgili herhangi bir açıklama yoktu. Bu durum, büyük ihtimalle, gazete finansörlerinin, tezgâhını 40 yıl önce İtalya’dan taşınmış “diasporal burjuvazi“ye mensup Burla biraderler olmasından kaynaklanıyordu.
54 yıldır, “Türkiye Türklerindir” ifadesi Hürriyet’in ilk sayfasını daimi bir reklam spotu gibi süslüyor. İşin kötüsü, büyük bir gazetede bu ruhumuzu okşayan slogan bir süre sonra memleketi alınan, satılan, çalınan Türklerin mışıl mışıl uyumasına da vesile oluyor. Fransa ve İtalya üzerinden ülkemize gelen bu çocuksu slogan, “Hürriyet’te bile” yazınca… Akan sular duruyor.
Üstelik bu tür yanlış anlamalar, bizim camiada da atalete sebep oluyor. Sanki bizden başka Milletle, Milliyetle, Türklerle, Memleketle uğraşan birileri varmış gibi boş bir beklenti meydana getiriyor. Global sermeye tarafından kuşatılmış olan ülkemizde bugün Osmanlı Bankası ne kadar Türk’se memleket sancısı taşımayan Türkler de o kadar Türk’tür.
“Türkiye Türklerindir” gibi gizli ajandalı çocuksu sloganlar, bizim Milliyetçiliğimizle alakası olmayan, yanlış anlaşılmış, “tercüme” ifadelerdir. Türkiye Türklerin olsaydı, amiral gemisi Hürriyet gazetesi olan Türk medyası bugün bu durumda olmazdı.
“Türkiye ne kadar Türklerindir?” bizim sormamız gereken soru bu olmalıdır.
Türkiye’nin Carbonari tipi Jön Türk örgütlenmeleriyle 1850’lerde başlayan, yarı sömürge bir “Memalik-i Osmaniye” olmaktan çıkıp bağımsız “Türklerin Türkiye’si” olma süreci 1923’te tamamlanmıştır. Ne var ki; bu dönem, yalnızca 15 yıl sürmüştür. “Beni Türk hekimlerine emanet edin” dediği halde hayatını, Yahudi ve Mason doktorların “denetimi” altında tamamlayan Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye, hızla Osmanlı son dönemine rücu etmiştir.
Türkiye’nin gerçekten de “Türklerin” olacağı Yakınçağdaki “ulusal güçlenme” sürecinde en büyük meselemiz, Türklerin köylü nüfusun % 90’ını teşkil ederken kentlerde bu oranın % 70’lere düşmesidir. Köylünün makro siyasetteki karşılığı, “asker, vergi oy ve buğday“dır.
Uzun ve kanlı savaş yıllarında Türkler, paradan ve bireyci kapitalist kültürden epeyce uzaklaşmıştı. Bize, “bir lokma bir hırka” yeterdi. Türk’ün “azıcık aşa, ağrısız başa” ihtiyacı vardı. “Nohut oda bakla sofa” bir de evi oldu mu keyfine diyecek yoktu. İşte Atatürk bu yüzden “sefer uhrevisi” kanaatkâr Türk’ü, asker ve memur Türkü, şehit çocuğu Türkü, sermayenin önüne atıp parçalatmamak ve bir borçlular ordusu yaratmamak için 1933’te “Devletçi ekonomi programını” uygulamaya koymuştu.
Türkiye, Anadolu Selçukluları’nın son zamanlarında Moğolların, Osmanlı dağılma döneminde de İngiltere’nin ve gayrimüslim sermayenin hayat sahası olmuştur. Moğollar sermayeyi haraç olarak İran’a taşırken sonrakiler, Avrupa’ya, İsviçre’ye, Amerika’ya ve İsrail’e kaçırmışlardır. Türkiye tam “Türklerin” olacakken de Milli inkılâp projesi sabote edilmiş, Türkiye, yeniden “vatansız sermaye“nin olmuştur. Türklerin bugün etnik azınlıklar ve Çingenelerle bir tutularak pervasızca aşağılanmasının ve Türkiye’nin parsel parsel satılabilmesinin arkasında yatan gerçek budur.
Türkiye, bir türlü Türklerin olamamıştır.. Şairin “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” dediği budur. Başbuğun 60’ların sözüm ona Atatürkçü, asker vesayetli Türkiye’sinde “Milli Devlet” veya “Milliyetçi Türkiye” arayışı da bundan kaynaklanmıştır.
Bütün bunlara rağmen “Türkiye ne kadar Türklerindir?” sorusuna bazı olumlu cevaplar bulmamız da mümkündür. Çorak tarlalar, haşin vergi daireleri, şüpheli seçim sandıkları ve memleketin “3-5 nöbeti” genellikle “Türklerin“dir.