
İhanetin Sakınımı Kuramı:
PKK>> TESEV>> AKP>> TKP>> BDP…
Şükrü Alnıaçık
Türkiye Cumhuriyeti’nin inkılapla gelen Anayasal değerleriyle mücadele halinde olan siyasi ve askeri hareketler arasında bir enerji alışverişi vardır. Rejime ve devletin anayasal değerlerine yönelik bir isyan niteliği taşıyan bu hareketlilik, maddenin enerjiye, ısıya veya enerjinin ışığa dönüşmesi gibi şekil değiştirmekte fakat kaybolmamaktadır.
AKP’nin, Öcalan’ın sevk ve idare ettiği bir süreçte, Akil Adamlar Bölge Başkanı olarak en kritik bölgeye TESEV başkanı Can Paker’i buyur emesi, ancak “ihanetin sakınımı” kuramıyla izah edilebilecek bir “irade akışkanlığı” tezahürüdür. Apo’nun, TESEV’ci Kızıl milyarder Osman Kavala’nın, onun patronu Can Paker’in ve Recep Tayyip Erdoğan’ın devletle ilgili kanaatleri arasında bir akışkanlık ve paralellik vardır. Bir ara Açık Toplum Enstitüsü adıyla faaliyet gösteren TESEV, CIA’nın Soğuk Savaş sonrasındaki siyasi operasyon timi olarak görev yapan NED’den en çok para alan Sivil Toplum Örgütüdür.
Devletin hazinesi yetmezmiş gibi, Amerikan Senatosu ve yabancı vakıflar tarafından alçaltıcı bir şekilde fonlanan sivil toplum örgütleriyle işbirliği yaparak Milliyetçiliği ayaklar altına alan, “Türklük gurur ve şuuru“nu yok etmeye çalışan bir iktidara dur demek, Ülkücülerin tarihi görevlerinden biridir. İşte dün Apo’nun akil adamlar talebini güle oynaya hayata geçiren hükümet, bugün de Hakikat Komisyonu kurulması ve çekilmenin TBMM güvencesi altında yapılması dayatmasını, CHP’nin cebine bırakarak yerine getirme kurnazlığını fütursuzca göstermiştir. Bu zorlam, hükümetin yürütme iradesinin gizli taahhütlerin ipoteği altına girdiğinin delilidir.
Uzun bir zamandan sonra geçen Pazartesi günü Türk tarihiyle ilgili olarak ilk kez yeni ve mantıklı bir cümle okuma fırsatı buldum.”Türk tarihi bir ırk değil dava tarihidir,” diyen İÜ. Felsefe Profesörü Teoman Duralı, bizim Milliyetiçilik tezlerimizi ve uygulamalarımızı okşayan, gayet vukuflu bir bilimsel aktarım yapıyordu:
“Türkler, genellikle kandaş bireylerden oluşmuş yahut böyle bir şeye inanmış bir toplum olmamışlar, “silah arkadaşlığına dayalı” bir topluluk olmuşlardır. Türk tarihi bir dava tarihidir. Bir soyu, bir ırkı, bir kavmi başat kılma davası değil, bazı inançları yerleştirme davasıdır.” Bu cümleler, Türk-İslam Ülküsünün felsefe dilindeki tahlilinden başka bir şey değildi. Abdullah Öcalan’la aynı hedefe yönelmenin PKK ile gizli silah arkadaşlığı yapmaktan, bunun da PKK’ya teslim olmaktan bir farkı yoktu.
Türkiye’de 12 Eylül öncesindeki siyasi eğilimlerin belirlenmesinde mezhepler, sınıflar, etnik gruplar veya sosyal tabakalar değil, tarihimizden gelen işte bu “silah arkadaşlığı” kültürü etkili olmuştur. Ülkücü hareket, bizim “tarihi silah arkadaşlarımız” olan Kürt, Zaza, Çerkez, Boşnak ve Arnavut kardeşlerimizle birlikte yazdığımız milli, insani ve rahmani bir destanın adıdır. Allah rızasından, vatan ve millet kaygısından başka bir derdi olmayan Ülkücüleri, etnik milliyetçi olmakla, kardeş kavgası çıkarmakla suçlayan bu yalancı, ifitiracı ve oryantal anlayışa dur demek kollektif Ülkücü muhakemenin gereğidir.
Entellektüel kapıkullarının iddia ettiği gibi MHP politikalarının dünyayı veya trendleri anlayamamakla da bir ilgisi yoktur. Tam tersine takke düşmüş kel görünmüş, soğuk savaşın bize göre sıcak günlerinde çözümünü mecburen ertelediğimiz bazı meseleler bizi ülkümüze ve partimize daha çok yaklaştırmıştır. Tarihe ve gündeme bizim kadar konsantre olan her Türk, bizi anlayacak ve tecrübeyle sadakatin harmanı olan bu siyasi çizgiyi takdir edecektir.
Bir Ülkücü, dünyadaki çarpık düzene veya onun Ankara’daki payandasına karşı merhametliyse bilin ki, ya iradesini kiralamıştır ya da nefsine yenilmiştir. Hükümetin terör sorunu karşısındaki bu haysiyetten yoksun yolculuğu, Ülkücülerin göz yumabileceği bir gidişat değildir.
İhanet, kurnazların elindeki en büyük enerji kaynağıdır. Öyle ki onu Fizikteki enerjinin sakınımı kuramı gibi asla yok edemezsiniz. Bazen “maddeye,” mühimmata dönüşür mayın olur patlar, bazen de siyasete enerji verir ve onu parlamento kürsüsünden memlekete dalga dalga yayılırken bulursunuz.
Daha dün kandil nöbetçisi ve süreç mektuplarının muhatabı Murat Karayılan “PKK’nın mücadelesinin % 90’ı siyasi, sadece % 10′ askeri” diyerek “analar ağlamasın” edebiyatıyla devredışı bırakılmaya çalışılan silahlı gücün bugünkü niteliğini ortaya koymuştur. Buna göre PKK terörü karşısında “silahların susması” başarının yüzde 10’u “silahların nasıl ve neden sustuğu” ise başarının kalan % 90’ını teşkil etmektedir.
Siyasi amacına ulaşmış ve silah bırakmış bir PKK % 90 başarılıyken, Hükümet, PKK’nın hedeflediği siyasi tavizleri vererek kanı durdursa bile ancak yüzde 10 oranında başarılı olacaktır.
Terör hızla siyasallaşmakta, “ihanetin sakınımı kuramı“na göre PKK hızla şekil değiştirmekte, son müzakere sürecinde ise AKP kisvesine bürünerek iktidara gelmektedir. Vatandaşın sosyal medyada dili döndüğü kadar anlatmaya çalıştığı “AKPKK” pratiğinin bilimsel teorisi budur. İhanet, akışkandır ve hayatında tavuk bile kesmemiş muhteremleri, dünyanın en azılı katilleriyle “silah arkadaşı” yapabilmektedir.
Herşey “yolunda” gitse bile hükümetin “İç İşleri Dinamiği“nden alacağı en yüksek puan 10 üzerinden 1’dir.