Bugün bu yazıda “Öcalan, neyin karşılığında PKK’ya “silahları bırakın” dedi?” sorusunun cevabını bulacaksınız. Öcalan, eylemlerini, mantıksız etnisite söylemleri yerine “çevre bazlı” yeni bir sürece oturtma çabası içindedir. Başbakan ise “bir şey vermedik” derken yalan söylemektedir.
“Pazarlık yapmadık” dedikten bir hafta sonra Apo’nun istediği gibi bütün KCK’lıları serbest bırakan, siyasi riskine rağmen “akil adamlar” heyeti kuran ve meclisi sürece dahil etmek için hile yapmak zorunda kalan AKP hükümeti, maalesef bu yeni süreci, yaklaşan üç önemli seçimi dikkate alarak kabullenmiş görünmektedir.
1 Nisan 2013 günü Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel, BDP’li Selahattin Demiraş’a soruyor: “Öcalan’ın o mektupta PKK’nın çıkış noktası olan “bağımsız ve birleşik bir Kürdistan” yerine önerdiği yeni model nedir?” Yani gazeteci, Esbaşkana “esas başkan Apo’nun silahları neyin karşılığında susturacağını” soruyor:
Demirtaş’ın cevabı önemli çünkü cevabın içinde “AKP teröristlere hangi temel tavizi verdi” sorusunun cevabı da saklı… Demirtaş, Hürriyet’e, “Apo’nun mektubundan ne anladığını” anlatıyor:
“Öcalan, “SU HAVZASI” temelli bir Ortadoğu birliği öneriyor.” Gazeteci, “Allah Allah!.. Bu ‘su havzası‘ işi de nereden çıktı şimdi?” diyemiyor. Demirtaş Apo’nun barış gerekçesini anlatıyor:
“Öcalan çağrısında, ‘gelin Mezopotamya’daki köklerimize uygun olarak birlik olalım‘ diyor. Yoksa bir devlet modeli önermiyor. BAĞIMSIZ YA DA FEDERATİF BİR DEVLETTEN ÖNCE BUNUN FELSEFİ ALT YAPISINI ANLATIYOR. ‘Bizim köklerimizde bunlar var, 21. yüzyılda bunu güncelleyelim. Bunun yönetim modeli olarak da Avrupa Birliği’ne benzer bir Ortadoğu birliği, esnek sınırlar, esnek vergi politikaları ve yoğun sosyal kültürel ilişkilerle bir yönetim modeli ortaya çıkarabiliriz. Dicle, Fırat su havzası bunun başlangıcı olabilir‘ diyor.”
Demirtaş’ın mektubun içeriğiyle ilgili ifadeleri bize gayet “tanıdık” geliyor. Altı ay geriye gidiyoruz. Barış ve Demokrasi Partisi’nin, 14 Ekim 2012’de yapılan “direnerek özgürlüğe yürüyoruz” sloganlı 2. “Olağanüstü” Kongresi’nde Demirtaş, “Kürt sorunu“nun çözümü için iki farklı özerkik modelinden bahsediyor ve “15-20 bölgeden oluşmuş özerk bölge yönetimi” öneriyor. “Bu modelin kabul görmemesi halinde ikinci önerilerinin sadece ‘Kürdistan’ bölgesine özgü bir özerklik olduğunu, her halükarda Kürt halkının statü talebi ve anadil talebini vazgeçilmez gördüklerini” sözlerine ekliyordu. Nihayet, “bütün bunların kabul edilmediği seçenekler Kürt halkı tarafından kabul görmeyecektir!” diyerek kendince son noktayı koyuyor.
Hürriyetteki röportajda adı geçen Öcalan mektubu, 2013 Şubat ayı sonlarında kaleme alındığına göre BDP’nin 2012 yılında garip bir azgınlaşma eğilimi gösteren PKK eylemlerini de arkasına alarak “olağanüstü” kongrede dillendirdiği aşırı görüşler, belli ki; Öcalan’ın bilgisi dahilinde şekilleniyor.
İlginç olan şu ki; Demirtaş bir süredir “Kürdistan” yerine “su havzalarından” bahsediyor. Türkiye’de 26 su havzası olduğunun altını çizerek, kadim kültürlerin doğal yerleşim alanı olan bu havzalardan Fırat ve Dicle gibi bir kaç tanesinin Kürtlere yeteceğini ifade ediyor. Apo’nun mektubunun da “su bazlı” olması, bu havza muhabbetini, en azından bir süre için “merkeze almamızı” gerektiriyor.
Konuyu bu şark kurnazlığının ötesine almak için daha ciddi bir referans ararken, İngilizce bir makaleye rastlıyoruz. Carnegie Europe için yazılmış makale. Yazarı da gayet ciddi bir adam… Türkiye’de 2006 ile 2011 yılları arasında 5 yıl Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanlığı yapan Fransız diplomat Marc Pierini,”barış sürecinde karşılıklı başarı hırsları öne çıkmaktadır” diyor ve şöyle devam ediyor:
Birinci kazanım Başbakan Erdoğan’a aittir. Erdoğan yeni anayasa bağlamında gelişmiş başkanlık yetkilerini istiyor. Bu reform, parlamentodan geçerse, Erdoğan muhtemelen Temmuz 2014 ve Temmuz 2019’da, 5+5 formülüyle “başkan” seçilecek. Böylece 2023 yılında görevde olacaktır.
İkinci kazanım ise PKK isyanını siyasi bir başarıya dönüştüren Abdullah Öcalan’a aittir. Yirmi kadar “süper valili eyalet“in Kürt ağırlıklı bir kaç tanesinde özerk yönetime geçilmesi, Öcalan için bağımsızlık hedefinin yerine geçebilecek bir başarı olarak görünüyor.”
Harita başına geçip “akarsu havzalarını” araştırmaya başlıyoruz. Türkiye’de 26 Akarsu havzası bulunuyor. “Fırat… Dicle.. Zap suyu” derken, Milletin nasıl uyutulduğu bir bakışta ortaya çıkıyor.
ŞİMDİ SIKI DURUN!..
Fırat ve Dicle havzaları’na Van kapalı havzasını da eklediğiniz zaman ortaya çıkan harita, o ünlü BOP haritasındaki sözde “Kürdistan“ın ta kendisi… Hatta dereleri ve çaylarıyla bir numara büyüğü…
Türkiye’deki bu üç havzanın toplam yüzölçümü, 204.323 kilometrekare. Bu alan, yurdumuzun % 26’sına denk geliyor. Pierini’nin “süper valilik,” Demirtaş’ın da “özerk eyalet” Apo’nun da “Dicle-Fırat havzaları” dediği yer işte burasıdır.. Diğer havzalardan da öyle 20 eyalet filan çıkacağı yok. Çünkü mesela Kızılırmak ile Sakarya havzasının sınırı, Ankara’da Bentderesinden geçiyor.
Bu tabloyu görünce, sosyalist, etnikçi ve eli kanlı Apo’nun, neden medeniyet gibi makbul ve su gibi “aziz” bir kavramdan bahsettiğini, Demirtaş’ın neden Neolitik Çağ’da geçerli olan “ırmak- kültür ilişkisi“ne bu kadar çok itibar ettiğini, Komisyon başkanı Pierini’nin “barış süreci“ni neden “Erdoğan’ın Başkanlığı ile Kürtlerin özerkliği ekseninde” ele aldığını daha iyi anlıyoruz.
Başbakanın geçen gün “Osmanlı’da da Lazistan, Kürdistan eyaletleri vardı; niye korkuyorsunuz ki” derken ajandasındaki hangi deliği kapatmaya çalıştığı da böylece ortaya çıkıyor.
Sözün özü… BOP eğimiyle oluşan bu AKP akıntısı, milyonlarca şehidin kanıyla vatan yapılmış bu toprakların % 26’sını oluşturan Dicle ve Fırat havzalarını, üzerinde hepimizin vergisi ve alınteri bulunan 120 barajla birlikte aşağı Mezopotamya’ya doğru sürüklüyor!..
Biz de kindarız, evhamlıyız ya!.. “Sudan sebepler“le ortalığı velveleye veriyoruz!