“ABİMİZİN OĞLU!”
Şükrü ALNIAÇIK
O da işsiz gezen pek çok insan gibi “uzatmalı” üniversite mezunuydu.
Okulu bitireli on yıl olmuştu KPSS’yi kazanamamıştı ve mutsuzdu.
Bir farkla ki yirmi yıldır “ihvan kontenjanından” sigortalıydı.
Ve en önemlisi de “babasının oğlu” ydu.
Saadet Partisi barajı aşamayıp da babası vekil olamayınca “emanet” yeni yetmelere kaldı.
Yeni yetmeler onu kanatları altına aldılar.
Oğlan kısa sürede yeni yetmelerin ne kadar muhterem, AKP iktidarının ne kadar mubarek olduğunun yürüyen kanıtı olarak ortalıkta dolaşmaya başladı. Önce en az çalışarak en çok maaş alınacak serbest bir bölge arandı.
Oğlanın diğer memurlar gibi mesai yapması, “ihvan’ a zaaf getirirdi.
Önce TBMM başkanına “rahat bir kadro” telefonu açıldı.
İhvan, “sen bizim abimizin oğlusun kadronun lafı mı olur?” diyerek onu TBMM’ye aldı. Aydan aya bankaya gidecek, maaşını alacak, ara sıra da “abimize” selam söyleyecekti.
“Abimizin oğlu” beslenme saati geldiğinde meclisin havasını ciğerlerine çekip, ucuz yemeklerle ta’amlendikten sonra tek arabada Hacı Bayrama koşuyordu.
Genellikle ikindinin farzına yetişiyor. Her gün 2 rekat da kefaret namazı kılıyor, sonra geze geze eve gidiyordu.
Yıllar böyle geçip gitti ama keşke “ihvan-ı müslimin” in böyle bir tane oğlu olsaydı.
Gel zaman git zaman abiler ve oğulları meclis kadrosunda şişkinlik ve hazımsızlığa sebep oldular.
Başkan Çiçek, bunalmıştı. “Bu ihvan mahsullerini bakanlılara dağıtalım” diye gürledi.
Meclisin bankamatik yoğunluğuyla başa çıkılamıyordu.
Abimizin oğlu on yıldır ilk kez bu kadar karamsarlığa kapılmıştı.
*****
Babası ihvanı aramadan önce Arınç amca, “abimizin oğlunu” aradı. “Sen bizim abimizin oğlusun! Bu aksi amca seni düz memur yapmadan Milli Saraylara gel orda şehzade gibi yaşarsın yoksa sancağa çıkartırlar, masaya oturturlar” dedi.
Abimizin oğlu, “Ankara’da saray var mı; yoksa istemem” dedi. Önce Ankara’ya saray yaptırıp başına da abimizin oğlunu oturtmayı düşündüler, sonra derecesi kademesi uymadı, vazgeçtiler.
Abimizin oğlu önce bir bakanlıkta sonra da bir başka bakanlıkta derecesini yükseltme antrenmanlarına katıldı. Her seferinde maaşı % 25 artmıştı. Sonunda “amcaların en içlisi” Arınç amca, yeğenini bir kez daha aradı.
“Sen bizim abimizin oğlusun! Vakıflar bana bağlı, seni daire başkanı yaptık. Hem makam araban oldu hem de yedi bin liralık emekli maaşın” dedi.
Emekliliğine daha iki yıl vardı. “Abimizin oğlu,” “abimizin oğlu olduğuna” hiç bu kadar sevinmemişti.
Gariplerden bir daire başkanı yedeğe alındı. “Abimizin oğlu” daire başkanı oldu. Onun dairesini yandaki daireye bağladılar. “Abimizin oğlu” makam arabasıyla başbaşa yine boşa çıkıverdi.
Yine yemek bedava, hava bedava, su bedavaydı. Sadece gün ortasında kılınan bir kaç rekat namaz, “kariyeri hak ettiğini” kanıtlıyordu.
*****
“Abimizin oğlu,” bir süredir Hacı Bayrama makam arabasıyla gidiyor ve namazdan sonra bir süre “Allahümme sabirin” çekerek emekliliğini bekliyor.
“Abimizin oğlunun,” devlete maliyeti, hesaplanabiliyor.
Başka işi gücü yok!
Abimizin oğlu, “vakit başına 75 liradan,” günde beş vakit namaz kılıyor.
“İhvan-ı Müslimin’ in devr-i iktidarında işte böyle muhterem, işte böyle mubarek…
“Evliya çarpsın ki;” işte böyle muhteşem işler oluyor.