Bugünün Felsefesi!
Şükrü Alnıaçık
Türk Siyaseti, sivilleşiyor gibi görünse de ABD’nin Türkiye’de en çok stratejik değer atfettiği kurum tabii ki hala Türk Silahlı Kuvvetleridir. Aslına bakarsanız gerçek bir demokraside Türk Milletinin hizmetine girmiş, sivil disipline ve hukuka itaatkar bir ordu tabii ki başıbozuk bir darbeci güruhundan daha kuvvetlidir. Dolayısıyla Türkiye’de gerçek bir demokrasinin, milli bir açık toplumun oluşmasından en çok rahatsızlık duyacak devlet, Amerika Birleşik Devletleridir.
ABD’nin Demokrasi konusundaki samimiyetsizliği, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat olaylarında TSK’ya yönelik en ufak bir tepkisi olmamasından kolayca anlaşılabilir. Başbuğ Alparslan Türkeş gibi kendisini rahatsız eden kişileri yerel güçlerle tasfiye etme serbestliği, sonunda ABD’yi TSK’ya karşı operasyon yapabilme noktasına getirmiştir.
27 Mayıs 1960’ta Başbakanlık Müsteşarı Kurmay Albay Alparslan Türkeş, İçişleri Bakanlığındaki CIA irtibat bürosunu kendi inisiyatifiyle kapatınca Amerikan Büyükelçiliği 1. Sekreteri William H. Doyle’dan bir mektup almıştı. Mektup’ta, “büronun 1950’den beri faal olduğu ve Türk Polisiyle resmileştirilmiş işbirliği çerçevesinde çalıştığı, bu yüzden açık kalması” isteniyordu. Alparslan Türkeş, Büyükelçinin de devreye girmesine rağmen büroyu açmadı. Mektup 25 Temmuz’da gelmişti. Olumsuz cevap bir hafta sonra verildi. Türkeş, derhal görevden alındı ve 13 Kasım 1960’ta kapısı kırılarak Hindistan’a sürüldü.
Alparslan Türkeş, devletin derinliklerindeki lağım farelerini ve çevreye yaydıkları mikropların öyle çıplak siyasetle temizlenemeyeceğini fark etmişti. Gençlik, Milliyetçi bir bilinçle “satmayan, satılmayan ve ölümüne direnen” Ülkücü bir karaktere kavuşturulmalıydı. O yıllarda temiz damarlı tek siyasi yapı olan CKMP’den siyasete girdi, 1969 Kongresi derken… Sonrasını hepimiz biliyoruz.
Alparslan Türkeş, Hergün Gazetesine verdiği 9 Ekim 1977 tarihli röportajda “Bu davada, Ülkü yolunda en başından beri demokrasiyi savunduğunu, bütün konuşmalarında demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü öne çıkardığını” ifade ediyordu. Başbuğ, “bir partinin totaliter sayılabilmesi için fikri olarak demokrasiyi savunmaması gerektiğini, hür düşünce ve hukuka bağlılığı en azından taraflarına telkin etmemesi gerektiğini” anlatıyordu.
Eğer ABD, Antikomünizm ve demokrsi idealinde samimi olsaydı böyle bu değerleri canla başla savunan bir lider bulmuşken onu bir an bile yalnız bırakmaması gerekiyordu. Oysa Carter’ın “Our Boys” dediği Evren ve arkadaşları, MHP’li Ülkücülere yıllarca işkence etmiş, siyasi hareketlerini bitirmek için de ellerinden geleni yapmışlardır.
Demek ki Ülkücüler 12 Eylül’de kendi ordularıyla, derin devletleriyle filan değil, ABD ile karşı karşıya gelmişlerdi. Mamak’taki dipçiğin, postalın arasından bunu görmek belki mümkün olamamıştı ama 2000’li yıllarda yaşananlarla birlikte tablo, Ülkücülerin katilinin de işkenecisinin de ABD olduğunu gösteriyor. Anlaşılan odur ki, Türk genelkurmayı, özellikle Kurmay Albay Türkeş’in cesur çıkışından itibaren ABD tarafından sıkı bir takibe alınmış, fişlemelerle ABD’ye zarar verebilecek unsurlar tasfiye edilmiştir. Başbuğ’un ABD’ye attığı sivil vücut çalımı da, takım tam gole giderken 12 Eylül harekatıyla “ofsayta” düşürülmüştür. ABD için kontrol edilemeyen bütün sivil hareketler, Türk milli gücünün bir parçası, Türk askeri güç unsurlarının bir devamıdır.
AKP iktidarının ve II. Körfez SAvaşının başladığı yıllarda Ankara’da görev yapan ABD Büyükelçisi Pearson, 1 Mart 2003 başarısızlığının nedenlerini Washington’a rapor etti. Pearson, kariyerinin bu “sürpriz“den etkilenmemesi için biraz da abartmış olmalıydı. Faturayı, Genelkurmay’daki Ulusal cepheye ve Sezer’e çıkarıyordu. Bu cephe, Özkök’ü engellemiş, onun AKP’ye yeterli desteği vermesini önlemişti. Böyle olunca da NATO üyesi de olsa Türkiye, turuncu devrimler listesine alınacak ve sürece dokunan “yanacak”tı.
ABD’nin yeni “bizim çocuklar“ı bir gökkuşağı koalisyonuydu:
-Katkı verilirse siyasi manipülatif eylem yapabilen dinsiz bir terör örgütü,
-Polis, yargı ve bürkoraside rejim karşıtı örgütlenme faaliyeti içinde olup Orduyla ve yüksek yargıyla hesabı olan Müslüman bir cemaat,
-CIA’ya bağlı Sivil Toplum Örgütleri, eski devlet düşmanı Marksistler ve Kripto Ermeniler…
-Ve.. liberal Müslüman, nam-ı diğer “ihvan” AKP…
ABD’nin yeni çocukları” sivil bir darbe için hazırdı.
Pearson, “Avrasyacı-Milliyetçi” hizip yüzünden ABD’nin “5 gün ve 6 Milyar dolar kaybettiğini” Washington’a bildirdikten üç ay sonra “barutsuz bombaların” pimi çekildi.
Sonrasını hepimiz biliyoruz. Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Tuncer Kılınç gibi Avrasya’cı paşalarla başlayan tutuklama harekatı, Atlantikçi Özkök ve Yalman’ı es geçip, Engin Alan ve İlker Başbuğ gibi Milliyetçi paşalara kadar uzanan “gayri Türki” zulüm…
Bu kıssadan bize iki hisse düşer:
1-Mamak’ta karşımızda Amerika vardı. Yani önce Rusya ve Çin’i karşımıza almış, sonra büyükçekmece escort da Kürşat marşındaki gibi “Masonlarla ve Yankilerle” de çatışmaya girmiştik. “Tunç yürekli Türkler” olduğumuza göre sıra, “ölümlerle eğlenmeye” gelmişti.
2-Bugün de karşımızda Amerika var. ABD, mitingleri takip etmektedir. Orduyu siyaset, silivri escort strateji ve diplomasi karar mekanizmalarının dışına iten ABD, hukuk düzeni içinde kaldığımız için bize dokunmıyor ve Ülkücülerin hata yapmasını bekliyor.
1700 milisle Suriye’ye girip akşam haberlerine birinci sıradan çıkan “Hizbullah“ın, “Kız Bekir’in uykusunu kaçırdığı” bir Ortadoğu’da Ülkücü hareket, derhal tüm kayaşehir escort gücünü kuşanmalı ve askeri disipliniyle düşmanını caydırmalıdır. Er meydanında entel mukallidliği para etmiyor.
“Vur de vuralım öl de ölelim” bugünün felsefesi bu!..