
“Döl Yetersizliği!”
Şükrü Alnıaçık
Lüzumuna binaen epeydir biz de yazıyoruz da… Bu yazılar, ağır abi havasında, bomba patlasa yerinden kıpırdamadan, TDK kılavuzuna göre tashihi yapılarak, argosuz, hatta hormonu balon yapmış cızırtılı bir sesle yazılınca daha mı makbul oluyor acaba?
Biz çok mu fazla gazetecilik veya istihbarat eğitimi aldık da, haberi süzmeyi, provokatörü atlatmayı, bir kaç kademe derinlikten yorum yapmayı bu İslamcılardan daha iyi başarıyoruz?
Hayır sebep bu değil, yani biz özel eğitimli değiliz. Aldığımız en baba istihbarat eğitimi, Yedeksubay okulundaki “istihbarat aşamaları tablosu” ve Uğurcan Binbaşı’nın anlattığı “aman ha! istihbaratı teyit etmeden hemen güdümüne girmeyin” yani “sazan olmayın” uyarısıdır.
Eğitimle ilgisi yok!.. Bizim bu Akapedialı göbekli dervişlerinden farkımız, “aşkımız”dır. Hem de çocukluk aşkımız. Yani vatan millet sevdasıyla geçen en güzel kırk yılımız…
Hiç bir tarikat üyesi, hiç bir sosyal kulüpçü, hiç bir partizan Ülkücülerdeki bu “sürekli memleket meselesi takip etme” meziyet ve becerisine sahip değildir. Çünkü zaten şu anda Türkiye’de aynı ideolojiyle 44 yıl yaşamış MHP’den başka bir siyasi parti de yoktur. Ülkücü hareket kadar omurgalı bir siyasi duruş da bulamazsınız.
Şimdi kendisine ikbal bahşeden bir siyasi partinin konjonktürel gömlek değişikliklerini, açılımlarını, ayet ve hadisle çelişse bile, bütün politikalarını konumunu, maişetini korumak için savunan bir İslamcı mı daha salihtir? Yoksa “dünya ile ayı iki elime verseniz de Allah yolundan dönmem” diyen bir Ülkücü mü?
“İyi de kardeşim biz de davamızdan dönmedik; bak hala size kafatasçı demeye devam ediyoruz!..”
Ses cızırtılı geliyor. Hepsi birer Hz. Hamza ya adamların!.. Arslan avında üşütmüşler sesleri kısılmış!.. İyi bir doktor bulsam üşenmeyip soracağım; literatürde “döl yetersizliği” gibi bir hastalık var mı diye… Bu hastalıklı Ülkücü düşmanlığına acilen bir teşhis koymamız gerekiyor.
AKP’nin % 68,5 oy aldığı Reyhanlı’ya “infial-i siyasi”den dolayı başbakanın giremediği saatlerde MHP heyeti halkı valinin de ricasıyla teskin ediyor. Adam kalkmış hala “Ülkücüler Reyhanlı’da adam öldürdü meyanında laflar söylüyor.”
Aha şuraya yazıyorum: Ülkücüler, bir gün vurmaya öldürmeye başlarsa biliniz ki işlerine gariban mültecilerden, askerden polisten değil, akil ve kaim mevki sahiplerinden başlayacaklardır. Bugün zafer sarhoşluğuyla tahkire yeltendiğiniz, iftiralarla bühtan ettiğiniz mermer yürekli gönül adamları, zamanı geldiğinde sizin tedavinizi bedava üstlenecek azameti de mutlaka göstereceklerdir.
Ey gafiller! Davanızdan tabii ki dönmediniz ama bir yolunu bulup “davanızı döndürdünüz!” Bir günde hepiniz toptan dönek oldunuz. Sizin ekalliyet ırkçılığına yenilmemiş biricik referansınız Pensilvanya’da oturuyor. Oysa işte merhum Abdülhakim Arvasi, işte herkes susarken konuşan Necip Fazıl Kısakürek, işte Sultanahmet’te toplu sabah namazlarını örgütleyen Mehmet Şevket Eygi… İşte “Bozkurt’a bir fırsat ver!” diyen Nurettin Coşan, işte 28 Şubat’tan da sizden de çekinmeyen Cübbeli Ahmet Hoca… İşte manzaranızı bozuyor diye halkın çığlıkları arasında Kuran kursunu yıktığınız Süleymanlı talebeleri ve kömürle, makarnayla, çalıntı iktidarınızla zehirleyemediğiniz bütün samimi Müslümanlar… Onlara da “ırkçı” diyeceksiniz? İçine düştüğünüz riya bataklığını, hangimize “bu cennettir, fırka-i naciyedir” diye yutturacaksınız?
Sizin İslamcılığınız, bu adamların İslam’a yaptığı delikanlıca hizmetin yanında disk jokeylik gibi kalır. Hepimizi tanıma ve mukayese etme fırsatı bulan gerçek dava adamları ya MHP’ye katılmış ya da MHP’ye size olduklarından daha yakın olmuşlardır.
Peki Bunlar Nereden Çıktı?
70’lerde, Cumhuriyet toplumunun ideolojik kırılma sürecinde “mahallenin fırlamaları” genellikle aykırı fikirlere yönelme cesareti göstererek solcu oldular. Çelik-çomakta, kukalı saklambaç, birdirbir, uzun eşek gibi kitlesel oyunlarda ve arsa futbolunda başarılı olanlar ise Ülkücü olmayı tercih ettiler.
Bir de utangaç, evde ne pişerse onu yiyen, asabi babasının dizinin dibinden ayrılmayan tipler vardı. Hani Hz. Hüseyin’in başıdır diye topa filan vuramayıp, gözleridir diye misket de oynamayan… Kızlar gibi… Efendiliğine itimat edilerek annesiyle birlikte 8 yaşına kadar kadınlar hamamına alınan ve erkeklik şuuruna, selamlıkta misafir amcalara çay şekeri tutarken ulaşan…
Elinde nimetle sokağa çıkamadığı için salçalı ekmekle üç mahalle ötede kapışmalı misket oynayıp; üttüğü 35 kuruşla Alim bakkaldan püskevit almayı da hiç tatmamış olan bu “mutaassıp” aile çocukları genellikle “siyasal İslamcı” oldular.
Bunların babaları, görücü usulüyle vasıl oldukları çekinceli
zifaf günlerinden itibaren, cennetten kovulma baskısı altındaki Hz Adem gibi, ürkek ve tedirgin cima eylediğinden olsa gerek bu adamlarda doğuştan gelen bir “döl yetersizliği” hasıl oldu. Maya bozuk, harç zayıf olunca da bu cima kurbanları, ne adam gibi adam, ne erkek gibi erkek, ne Müslüman gibi Müslüman, ne de Türk gibi Türk olabildiler.
Seslerindeki cızırtının da, gözlerindeki korkunun da, ideolojik duruşlarındaki yalpanın da, devlet desteği bulunca it ürümesi misali Bozkurtlara sataşmalarının da arkasında yatan vakıa işte bu tıbbi rahatsızlıktır.
Doktor da değiliz ama!.. 40 yıldır nereden bir saldırıya maruz kalırız diye memleketin sosyolojisine kültürüne o kadar vakıf olduk ki milleti hormonuna kadar tanıyoruz!.. Bu İslamcılar aracılığıyla yürütülen son örtülü iç savaşta sıcak tehdit, tamamen kimyasal ve biyolojik… Teşhisimde iddialıyım!
Hastalığın latincesi, “ürkek spermatozoid implantasyonu” yani, bizim oralardaki ifadesiyle…
“Maya bozukluğu!..”