Kan Kokusunda Siyaset!
Şükrü Alnıaçık
“Terörün bitmesini istemiyorlar!.. Kandan besleniyorlar!.. Çözüm istemiyorlar…” İlkokul çocukları gibi… Sanki tam önemli bir iş yaparken ellerini tutmuşlar o da hırsını alamamış sıranın altından sövüyor.. “Terör biterse MHP biter!.. Oh canıma değsin! biter… biter… MHP biter!..”
Bu ahlaksız yakıştırmalar, başbakan ve hükümet sözcülerine ait dilek ve temenniler… MHP, “Türkiye’de yapay bir etnik sorun üretildiğine ve bu sorun bahane edilerek Türkiye Cumhuriyeti anayasasına karşı derin bir siyaset yürütüldüğü“ne inanıyor. Erbil merkezli Kürdistan özerk yönetimiyle yıllık ticaret hacmi 10 milyar doları aşan Türkiye’de bir “Kürt Sorunu” olduğuna çocukları bile inandıramazsınız ama “kandan beslenen” Proflarımız ve Akillerimiz bunu size sabaha yeni öğrendikleri bir tinerci çocuk masalı gibi anlatabilirler.
“Vur gerilla vur Kürdistanı kur!” sloganları altında “vurulan” binlerce Mehmetçiğe rağmen bu ülkede Kürt sorunu yok. Çünkü “yukarıda Allah, aşağıda biz varız.” Dünyanın en çok kavim yönetme tecrübesine sahip, imparatorluk rekortmeni Türkler var… Kavim yönetme tecrübesi boş bir mesele değildir. Kendisi azınlıktan terfi ederek ulus olan kavimlerde böyle bir feraset bulamazsınız. Osmanlı azınlığı Sırplar, Bulgarlar, Ermeniler, Yunanlılar, Iraklı ve Suriyeli Araplar yönettikleri devletlerde az ya da çok er ya da geç kısıtlı azınlık hukuku tesis etmişler, zorbalıklar ve katliamlar yapmışlardır. Kuruluş yıllarındaki katliamlar bir yana 1970’ten sonra gözümüzün önünde cereyan eden Erenköy, Hama, Halepçe, Belene, Serebreniça ve Hocalı katliamları her birinin payına düşen ayrı birer örnektir. Bugün Türkiye’deki huzurun sebebi, terör örgütünün şımartılarak tatile çıkarılması değil, Türk milletinin tarihten getirdiği feraset, sabır, itidal ve eşi bulunmaz bir sadakatle sahip çıktığı devlet geleneğidir.
Kültürümüz, “ağlama“yı, şehit analarına değil, mağlup ve zelil insanlara layık gören bir değerler sistematiğine sahiptir. Devlet geleneğimiz, “vatan için dökülen kanların helal olduğu” inancını tesis eden dini ve milli motiflerle bezenmiştir. Türk Devleti, bugüne kadar bu kültürden beslenerek beka bulmuş; dedelerimiz, sınır boylarında kan dökerek bize cennet gibi bir vatan bırakmışlardır.
Bu nedenle, “daha fazla kan dökülmesin” edebiyatına bina edilmiş bir güvenlik anlayışı ve asker annelerine “zaaflı yükümlülük” isnad eden “analar ağlamasın” siyaseti, tutarlılıktan yoksundur. Bu anlayışla vatan savunması yapılamaz, 1826’dan beri süregelen “bireysel yükümlülük” usulüne dayalı askerlik uygulaması devam ettirilemez. Özellikle yakın geçmişte bayrak, sancak, vatan ve millet için evladını şehit vermiş annelerin hakkı hiç bir şekilde ödenemez; gözyaşları dindirilemez. Tarih bize bu tür tutarsızlıklarla atılan yanlış adımların, zaman içinde daha fazla kan ve gözyaşı dökülmesine neden olduğunu göstermiştir.
Hükümetin politik tercihi olan ve dünyanın hiç bir ülkesinde görülmeyen bir siyasi proje, yasal altyapısı yetkili organlar tarafından tesis edilmediği halde “çözüm süreci” adıyla millete kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Yasadışı yöntemlerle atanan “akil insanlar” vasıtasıyla yürütülen Öcalan patentli bu proje, muhtemelen önümüzdeki seçim maratonunda kan dökümlesini önlese bile sonuçta PKK’yı bütün günahlarıyla birlikte meşru platforma taşımaktan başka bir işe yaramayacaktır. İşte anaların esas ağladığı yer burasıdır. Muzaffer bir millet, şehitleriyle gururlanır. Terörizme mağlup olan bir milletin ise sadece anaları değil, çocukları ve torunları da ebediyyen ağlamaya mahkumdur. Terörle siyasi sonuç almak kandan beslenmenin ta kendisidir. Terörü “ne pahasına olursa olsun” bitirerek siyasi başarı kazanmanın da bundan bir farkı yoktur.
Abdullah Öcalan, hakkındaki idam hükmü infaz edilememiş olması kamu vicdanında rahatsızlık yaratan, daha bir yıl öncesinde mevzuat değişikliğine gidilerek idam edilmesi tartışılan “resmi bir suçlu“dur. Hükümetin, bu şahsa multivizyon tarzı mitingler yaptırarak onu siyasi lider konumuna yükseltmesi, hür düşünceli her birey için tahrik edici bir tavırdır. Bu duruma itiraz ederek, infial içinde demokratik tepkisini ortaya koyan vatandaşlarımıza karşı yapılan “barış düşmanı… kandan besleniyorlar” gibi adice suçlamalar yapılması, son derecede insanfsız ve ahlaksız tavırlardır.
“Hükümet Baharın Önünü Kesiyor“muş!..
Barış sürecinin bütün alçaltıcı yönlerine rağmen “olası bir Türkiye baharına mani olmak için hükümet tarafından yürütülen akıllıca bir siyaset olduğu” yalanına katılmamız mümkün değildir. Bugüne kadar bu tür baharlarla iç savaşa sürüklenen ülkeler arasında herhangi bir NATO ülkesi yoktur. Türkiye, sadece 90 yıllık Laik, 57 yıllık Demokratik bir cumhuriyet değil, 1959’dan bu yana da AB’ye üyelik süreci yaşayan Amerikan müttefiki bir demokrasidir. Türkiye’de toplumsal stabilizasyon, bahar dalı gibi açan ülkelerden en az yüz yıl ileridedir. Yani şişirme ve zorla toplanmış Diyarbakır meydanı kimseyi kandırmamalıdır.
İsrail’in ayrıcalığı bir yana, Suudi Arabistan’da Ürdün’de ve Katar’da “Arap baharı” bile yaşanmazken Türkiye gibi genel seçimlerin sağlıklı yapıldığı bir demokraside devrimci baharlar yaşanmasını beklemek, en hafif ifadesiyle düşünce tembelliği, gerçekte ise yapmacık bir bahar tedirginliğidir. Amerika’da zenci baharı olmadan Türkiye’de Kürt baharı olmaz.
PKK terörü, en çok kan döktüğü yıllarda bile bir milli reaksiyon yaratarak MHP’ye iktidar fırsatı sağlamamıştır. Ancak AKP, son yıllarda “şike yaparak” arttırdığı “analar ağlatan şehit kanını, halkın burnuna tutarak” PKK korkusu salmakta, sonu neye mal olursa olsun ağır ceza gerektiren iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Terörden bu kadar akıllıca nemalanmayı başarmak, AKP’den başka kimsenin harcı değildir.
“Âkil terörizm ve kan kokusunda siyaset” bizim lûgatımızda olmadığı için anlatmakta zorlandığımız böyle alengirli işlerdir.