Suriye Paradoksu ve Tespitler
Şükrü Alnıaçık
“Arap Baharı”nın Irak, Tunus, Mısır ve Libya’dan sonra Suriye’yi de vurması, 2010 Mayısında Erdoğan ve Esad aileleri arasında zirveye varan samimi ilişkiler döneminin aniden sona ermesine yol açtı. Türk başbakanındaki bu ani dönüş, görünüşte Esad’ın Libya ve Mısır örneklerine bakarak isyancılara sert karşılık vermesine dayanıyordu. Beşşar Esad’ın, babası gibi Sünni muhalefete karşı hiç tereddütsüz tankları ve hava kuvvetlerini kullanması, Erdoğan’a ihvan ideolojisinin hacimli paragraflarından biri olan 1982 Hama Katliamını hatırlatmış olmalıydı.
Türkiye sınırına yakın Cisre’l- Şukur’da 120 BAAS polisinin öldürülmesi, adeta 1980 Mart ayında aynı kentte gerçekleşen 200 kişilik Sünni Arap kıyımının bir intikamıydı. Bu intikam saldırısının bir başka yönü de misilleme korkusu yaşayan sivilleri, Türkiye sınırına doğru harekete geçirmesiydi.
Suriye’deki isyan böylece reel ve tarihi kaynaklardan beslenerek kısa sürede büyüdü. Buna bağlı olarak Türkiye’deki mülteci sayısı da önce 100 bine ulaştı. Son bir yıl içinde de katlanarak arttı ve 400 bin rakamına ulaştı.
Esad ailesinin 2010 yılı mayıs ayı başlarında Katar Hava Yollarına ait bir uçakla Türkiye’ye yaptığı samimi ziyaretin üzerinden bir yıl bile geçmeden hem Türkiye hem de Katar hükümetlerinin, Esad’a karşı savaşan Özgür Suriye Ordusuna aktif olarak destek vermesinin iki açıklaması olabilirdi:
1- Ya bu ülkeler, Ortadoğu’nun bir yıl sonrasını göebilme vizyonuna sahip değildi.
2- Ya da siyasi duruşlarında ve karakterlerinde bir gariplik vardı.
Bilmeleri gerekirdi ki; Esad ailesinin babası, usta bir helikopter pilotuydu. Siyasi iktidar gücünü, Hava Kuvvetleriyle perçinlediğini, bizim Toroslardaki çobanlar bile biliyordu. Britanica Ansiklopedisinin ülkeler almanağına göz ucuyla bakan her hangi bir Türk siyasetçi, dünyada hava kuvvetleri personelinin genel askeri personele olan oranı konusunda dünya birincisi ülkenin Suriye olduğunu hemen görebilirdi.
Ayrıca Suriye 1973 ve 1982’de İsrail’le savaşmasına bağlı olarak Soğuk Savaş döneminde Sovyetlerle iyi ilişkiler kurmuştu. Fakir bir ülke olduğu halde modern askeri tekonoloji transferini gerçekleştirme imkanına sahipti. Dünyanın 5. En büyük füze rezervleri Suriyedeydi ve bu füzeler İsrail’i ve Türkiye sınırlarını hassasiyetle vurabilecek nitelikteydi.
Dikkatli bir göz, tek laik Arap Devletinin Suriye olduğunu da görebilirdi. İyi anlaşılması gereken bir başka husus da Suriye Arap Devleti’nin Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından tam 7 yıl sonra kurulmuş olmasıydı. Yani 1938 Hatay plebisiti bir hayli eskimiş ve bayatlamıştı.
Biz Suriye’yi Fransızlara kaybetmiş, Hatay’ı Fransızlar’dan almıştık. Hatay’daki Arap kökenli Türk vatandaşları, 1939’da Fransız mandası bir Suriye’ye karşı Türkiye’ye katılmaktan çok da rahatsız olmamışlardı. Ancak 2013’te Şiileri gördüğü yerde öldüren El Kaide’ye bağlı milisleri destekleyen bir AKP Hükümeti ile Suriye rejimi arasında kaldıklarında tabii ki tercihlerini Esad’dan yana kullanacaklardı. Bu tercih’in Şam’ı Ankara’ya tercih etme boyutuna varması, tamamen Erdoğan’ın duygusal ve aceleci kararlar alarak isyancılara açık fiili destek vermesinin sonucudur.
AKP Hükümeti, bu durumun sonuçlarını ön görememiş ve Hatay’daki vatandaşlarını rahatlatacak teminatlar vermek yerine Esad karşıtı milislerin Hatay sokaklarına çıkmasına dahi izin vererek yaklaşık 500 bin vatandaşını iç siyasi muhalefet çizgisinin epeyce ötesine, başka bir devletin iç savaş saflarına doğru itmiştir.
Anadolu’daki Türkmen Alevilerin de bu heyecana kapılmasının, fiziken değilse de duygu ve irade bakımından yeni bir Osmanlı-Safevi vak’asına yol açacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bu noktada, muhalefet partilerinin Suriye krizindeki rolü, seçmenlerini iktidar umuduyla demokrasiye bağlı tutmanın biraz ötesine geçmektedir. CHP ve MHP’nin bundan sonraki en değerli misyonları, hükümetin Türkiye Alevilerinin “Tahran-Basra-Şam” hattındaki Şii koalisyonuna sempati duymalarını önleyecek kadar onlara sahip çıkmak ve AKP’ye rağmen, gönül başkentlerinin Ankara olarak kalmasını sağlamaktır.
Bu tabloya göre Türk Milliyetçileri için hatalı politik durumlar şunlardır:
1- Esad’ı kendi liderleri kabul eden Arap Kurtuluş Ordusu ve Acilcilerle işbirliği yapan sözüm ona “ulusalcı” cephenin savaş prapagandasının etkisi altına girerek, kendi hükümetine karşı BAAS militanlığı yapmak.
2- İsyancıları mezhep bilinciyle ve İhvan-ı Müslimin eşgüdümüyle destekleyen AKP’nin politik duruşuna itibar ederek kulağının üstüne yatmak.
Bunlardan birincisi, Suriye’deki Sünni Türkmenleri, ikincisi ise içerideki Alevi Türkmenleri karşımıza almamıza neden olacak siyasi pozisyon hatalarıdır.
Türk Milliyetçilerinin 2010 Suriyesi ile şimdiki ve Esad sonrası Suriyesi arasında bir tercih yapmaları halinde önceki Suriye’yi tercih edeceklerinde hiç şüphe yoktur.
Suriye halkının demokrasi ve barış içinde yaşaması tabii ki ilk tercihtir. Ancak bu mümkün değilse ikinci tercihimiz, içinde istikrarsız terör bölgeleri, PKK koridorları bulunan bir kaos Suriyesi yerine, “2010 Suriyesi“dir.
Bozkurtların, Suriye’de köylerini korumak için silaha sarılmış Türkmen kardeşlerimizle Türkiye’de huzurlarını, hatta can ve mal güvenliklerini tehdit altında gören Hataylı kardeşlerimizi aynı anda rahatlatacak bir formül üzerinde hızla düşünüp, ortaya çıkan kararı, Ankara’ya, Şam’a Halep’e ve Washington’a “Türkçe” deklare etmeleri gerekiyor.