Vatan, Yer Değil Yârdır Bize!
Şükrü Alnıaçık
“Iğdır’dan alma aldım ay balam yarimi yola saldım. Yar gedenden sonda ayva gibi sarardım.”
Bunlar, yüreğimize kazınmış o meşhur Iğdır Türküsünün gönüllere hüzün salan sözleridir. Bugün özel birkonuda sizinle dertleşmek ve yerel seçimlerden içimde ukte kalan Iğdır’ı konuşmak istiyorum.
Yurdumuzda 24 Oğuz boyunun adını taşıyan yüzlerce köy adı, Bayındır, Yüreğir, Şebinkarahisar, (ÇepniKarahisarı) Çandır (Çavundur) gibi pek çok ilçe adı vardır. Ancak Oğuz boylarını, il seviyesinde temsil eden bir tek belde vardır ki o da 76 plakalı “Iğdır” ilimizdir.
29 Mart 2009 yerel seçimlerinde PKK’nın Iğdır’da seçim kazanması, kanımıza dokununca 8 Temmuz 2010’da hala “bizim” zannettiğimiz devlete hitaben “Ya Iğdır’ı Geri Al…” başlıklı bir makale kaleme almış ve Iğdır’ın tarihi ve stratejik önemini anlatmaya çalışmıştık.
70’li yıllarda Kerküklüler gibi Iğdırlıları da Azerisiyle, Kürdüyle “doğal Ülkücü” olarak bilirdik ama mesela Hasan Onbaşı’yı hiç tanımazdık.
Sonra İlhan Bardakçı’dan öğrendik Hasan Onbaşı’yı… Bu Iğdırlı gazi, Mescid-i Aksa’nın kapısında ölüm nöbetine durmuş, 1917’den 1972’ye kadar nöbet yerini terk etmemiş ve bir fırsatını bulup, basın aracılığıyla da olsa komutanına tekmilini vermişti.
“Ben…” demişti; Kudüs gezisine katılan gazeteci Bardakçı’ya… “Kudüs’ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan ardçı bölüğünden 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makinalı Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan’ım… Sana, bir emânetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emâneti yerine teslim eden mi? Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı’na düşerse… Git, burayı bana emânet eden kumandanım Kolağası Musa Efendi’yi bul. Ellerinden benim için öp; ona de ki… Ona de ki, gönül komasın. De ki, “11. makinalı takım Komutanı Iğdır’lı Onbaşı Hasan, o günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım!..”
Ben Iğdırlı Hasan Onbaşı’yı yıllarca öğrencilerime anlattım. Başıma geleceği bile bile anlatmadan edemedim ama sadece anlatmaya çalıştığımı biliyorum. Sonunu hiç bir zaman getiremedim. Her seferinde kürsüyü hızla terk ederek sınıfın arkasına doğru yürüdüm ve gözyaşlarımı öğrencilerimden ancak böyle saklayabildim. Bu gerçek bir Türk hikayesiydi ve onu ancak derin nefesli molalarla tamamlayabilirdim.
29 Mart’ta Iğdır’ı kaybedince kentle doğrudan ilişkim olmadığı halde Hasan Onbaşı’ya karşı ben bile mahcup olmuştum.
“Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” mısraına ilham olacak bir titizlikle artçı birlik nöbetini terk etmeyen Hasan Onbaşı, 55 yılda kimbilir hangi olaylarla karşılaşmıştı. Ona bir meczup gözüyle bakan bölge sakinleri arasında bu Osmanlı askeri, Müslümanların ilk kıblesinin kapısında dimdik dururken kimbilir hangi nazarlarla karşılaşmış ve hangi duyguların tesisine vasıta olmuştu.
Arapça yok, gazete yok, radyo yok, memleketten haber yok… İaşe yok, ibate yok, bir sahra kumanyası bile yok… Belki tam bırakıp gelmeye karar veriyor, Yahudi çeteleri Kudüs’e giriyor. “Ne olur ne olmaz” diyor, gelemiyor. Tam gelecek, II. Dünya Savaşı çıkıyor. Hasan Onbaşı yerinde kalıyor. Tam “artık gidebilirim” derken İsrail kuruluyor. Sonra Arap İsrail Savaşları… Hasan Onbaşı kefereye de sekeneye de varsa inceden bir devlet, ona da güvenemiyor; gelmiyor.
Hasan Onbaşı’daki ruh hali, işte anadan, yardan, serden geçebilen, görev şuuruyla nefsini aşabilen, ölmeden ölen ve milleti için yaşayan insana özgü “Ülkücü ruh“halidir. Kedide köpekte, jetonla çalışan sivil toplum örgütünde ve nefs-i emmarede böyle bir şuur bulamazsınız.
Sonra 2010 yılı Ekim ayı başlarında Devlet Bey Iğdır’a geldi. “Iğdır’ı geri istiyorum!” diyordu. “Iğdır mutlaka ve mutlaka MHP nin olmalıdır. Birbirinizi sevin birbirinizi sayın hangi kökenden hangi mezhepten olursu olsun yeterki bölücü olmasın, kucaklayın. Iğdır’a Türk bayrağını ve Üç hilali dikin,” diyordu genel başkanımız. Parti politikasıyla değil, Hasan Onbaşı üslubuyla haykırıyordu Devlet Bey: “Ayağa kalk, Belediyeyi ve Millet vekilliğini geri al, Iğdır’ı geri istiyorum.”
İçim bir nebze ferahlamış, yüreğimin güney cephesinde gece gündüz siper kazan Hasan Onbaşı’nın gözleri parlamıştı. “ömrüne bereket evlat” dediğini duyar gibiydim.
Milli ve dini şuurdan yoksun AKP’liler Iğdır’ı bilmiyorlardı. Apo İmralı’dan her fırsatta Iğdır’daki yandaşlarına selam yollayıp Ermeni diasporasına tekmil verirken AKP, Allah rızası için Iğdır’ı anlamıyordu. Öyle ki; devlet dairelerine alınacak memurların hepsi BDP’lilerden seçiliyor, ildeki bütün ihaleler, BDP’li iş adamlarına veriliyordu. Bütün yardımlar, erzaklar AKP görünümlü BDP’lilere dağıtılıyordu. Yeşil Kartlıların yüzde sekseni BDP’lilerden oluşuyordu. Bunların hepsi, Kürt kökenli il başkanları ve yöneticiler tarafından yapılıyordu ama Kürt kökenliler buna rağmen AKP’ye değil seçim zamanı gidip BDP’ye yani PKK’ya oy veriyordu. Başbakan şimdi 30 büyükşehiri istiyor ama Iğdır’la ilgili olarak ağzını bile açmıyor.
Çünkü Iğdır, Türk coğrafyasının kilit taşıdır. Onu oradan söktüğünüz zaman kemer çözülür, kirişler sökülür, kolonlar yıkılır ve sadece Mehmetçik katili namerdi ümitlendirmekle kalmaz; Hasan Onbaşı’nın 59 yıllık şerefli askerliğini de yakmış olursunuz.
PKK azgınlıkları ve AKP aymazlıkları karşısında 2010’daki yazımıza “devlete” hitaben, “Ya Iğdır’ı Geri Al…” diye başlamış ve “Ya da Hasan Onbaşı’ya Bir Daha Nöbet Yazma!..” diye devam etmiştik.
Vatan algısı, Mescid-i Aksa mertebesinde değil, umumi tuvalet seviyesinde bile olmayan yüreksizlerin işgali altındaki devletimiz gibi Iğdır da ağır ağır elden gidiyor ve biz başlığı yineliyoruz:
Vatan yer değil, yârdır bize!..” Hasan Onbaşı anlamıştı…”Ağyarın anlamasını beklemiyoruz.
Vakit çok geç olmadan, Iğdır’ı geri istiyoruz!..