Çok Seçenekli Hazırlıklar
Şükrü Alnıaçık
20 gün boyunca yazdığımız Taksim yazıları; itiraf edeyim ki gönüllü olarak kendi teşkilat disiplinimizin çerçevesi içinde kaleme alınan “acil kodlu” politika yazılarıydı.
Olağanüstü bir durum vardı. Sosyal medya üzerinden yürütülen doğu Avrupa tarzı, bir ayaklanmaydı bu. “Otporkatkılı Arap baharı” kokuyordu. , CHP Meclis Grup Başka Vekili’nin derhal benimseyerek “Türk Baharı” adını koyduğu, içinde ODTÜ’lü #Occupy eylemcileri, dünyaya dakika başı İngilizce raporlar filan…
Sırrı Süreyya gibi demokratik karşılığı bulunmayan unsurların bulunduğu, haberci Fatih Altaylı’nın 15. Gününde hala “bunda bir iş var” diyerek adını koymakta güçlük çektiği “yeni” bir durumla karşı karşıyaydık.
Son zamanlarda MHP’ye doğru akmaya başlayan taban, AKP tabanıydı. Zaten global oyunla gelmiş ve yıpranmış bir hükümetin % 40 civarında tahmin edilen tabanının nefretini mucib hareketlerin içinde olmak MHP’nin yükselişine ket vurur, bütün vatanseverlerin davası olan Türkiye ve Türklük davasına zarar verebilirdi.
Devrimci savaş, AKP denetimi altındaki ulusal medyayla sosyal medya arasında geçecekti ama sosyal medyadaki genç cevvaliyetin de oy potansiyelleri üzerinde ciddi bir karşılığı yoktu. Marjinal gruplar ve post modern görüntüler, henüz kentleşme sürecindeki AKP tabanında yaşam tarzına dayalı bir reaksiyon meydana getirebilir, bu yanlış hamle kan kaybeden AKP’ye can suyu olabilirdi. İki taraf da iç savaş propaganda yöntemleriyle yalan söylüyordu ama AKP, medya gücüyle durumu tersine çevireblir ve oylarını daha da artırabilirdi.
Üstelik, Chavez, Esad, Putin gibi bağımsız liderler tarafından sevilmeyen ve hep bu tür operasyonların içinde bulunan uluslararası medya kuruluşları ve TÜSİAD, harekete destek veriyordu. Bunlar, muhafazakar seçmenin sevdiği işler değildi. Borsanın da ani bir iniş yapıp hafta sonuna sığınması, bu kitleyi ürkütmüş; dolayısıyla da başbakanı germişti.
Öyleyse birinin sağ seçmenle olan göz temasını kesmemesi ve bu oyunu bozması gerekiyordu. İlk dakikada Taksime yazılan ve zaten AKP tabanına uzak olan CHP bunu yapamayacağına göre MHP’nin gençliğine hakim olması ve bu makul politikayı üstlenmesi gerekiyordu. Neticede öyle de oldu.
Ülkücüler hiç bir şey yapmasa ve Gezi Parkının merdivenlerinde otursaydı bile. Başbakan bundan müthiş bir seçim kampanyası çıkarabilirdi. Lutfen hayal edin!.. “BDP’lilerle MHP’liler aynı fotoğraf karesinde Polisle çatışıyor.” Üç Hilalle Kızıl yıldız, Bozkurt’la Apo posteri yanyana…
Bu durumda yarın “İmralı süreci“yle ilgili muhalefet yapma şansımız kalır mıydı? Böyle bir fotoğraf, Tayyip bey için altın değerindeydi. Böyle bir afişten 50 Milyon bastırıp her duvara astıracağından ve meydanlarla bunun destanını yazacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalıydı.
MHP’yi meydanda göremeyen ve saldıramayan AKP, içinde derin global güçlerin de olduğu bu ciddi operasyon karşısında bir blok oluşturuyor havası vermek için bu sefer kiralanmış bir kaç şebek bularak rövanş mitingine üç hilalli bayrakla çıkmıştı. Bunun hesabını bir kenara yazmadan önce belirtmeliyim ki;
Melih Gökçek’in veya ilçe belediye başkan adaylarının Üç Hilalli Bayraktan beklediği faydayla Erdoğan’ın umduğu siyasi menfaat birbirinden farklıdır. İ. M. Gökçek belediye seçimleri için şimdiden MHP adayının elini zayıflatmayı planlarken, başbakan kadife devrim korkusunu yenme gayreti içindedir.
Sincan’da bir iki çocuksu bayrak sallamadan farklı olarak “Üç Hilalin neredeyse Başbakana arkaplan yapılması“nın başka hiçbir esprisi olamaz. “MHP sahaya inmemişti; şimdi de AKP’yi destekliyor” gibi bir görüntüyle dünyaya müesses nizamcıaların % 70 oranında olduğu” mesajını vermek istemiştir.
MHP’ye yakın durmak sadece düşmana güç mesajı veren bir durum değildi. Bu ülkede 40 yıldır MHP’den aferin almak, ona yakın olmak, seçmen nezdine bir tür “aklanma” ve “itibar” demekti.
Yani Erdoğan ve Gökçek, iki bayrak sopasından bir devrimi bastırmaya 3 tane de seçim kazanmaya çalışıyorlardı.
İki tarafta da dünyayı etkilemek için olsa gerek “yalan gırla gidiyordu.” Kim fazla sahtekarsa öbür tarafa geçelim denilecek bir durumda da değiliz. Tabii ki hem muhalefet sorumluluğuyla eleştirmekte olduğumuz hem de sandıktaki rakibimiz iktidar partisi olan AKP’dir.
BUNDAN SONRASI…
Milliyetçi Hareket Partisi, bir ideolojik hedef ve doktriner istikrar partisidir.Türk İslam Ülküsü, kof bir slogan değildir. Ülkede iç savaş tehlikesi arttıkça çok kaba bir tasnifle ideolojinin “Türk tarafı“ndan ulusal sol, “İslam tarafı“ndan da muhfazakar sağ kendine doğru çekmekte, artan disiplinleriyle dosta güven, düşmana korku salan Ülkücüleri yanında görmek istemektedir.
Bu birliktelik arayışı onurlu ve hayırlı bir ittifak çabası değildir. “Yedirmeyiz!.. Yedirtmeyiz!” derken açıktan açığa Ülkücüleri “yeme” MHP’yi bitirme operasyonudur. Sandıkta sağın, sokakta solun yanında olmak mümkün olmadığına göre, MHP en güzelini yapmış; dibi görünmeyen suya girmemiş ve iki tarafın da kirinden pasından uzak kalmıştır.
Ancak Ülkücülerin elbisesinin hangi kumaştanyapıldığını sorarsanız. Bu kumaş, asla ve kat’a iktidar kumaşı değildir. İdeoloji noksanlığından dolayı Tayyip Erdoğan’ın ilahlaştırılmasına dönüşen tek militan gücü radikal İslamcılar olan bir AKAPE tarikatinde Ülkücülere yer yoktur.
Kentli taraf hem medeniyeti ve bireysel ahlakıyla hem de sokak performansıyla göz doldurmuş ve Ülkücülerin omuzdaşlığını hak etmiştir. İktidar tarafı ise tam manasıyla “kapkaçcı“dır.. Başbakan, Üç Hilali ve İslam’ı alıp bizi oy cennetinden kovmanın hesabını yapmaktadır.
Ne Otpor Kanvas harçlıkları, ne de Soros fonları… Bu zalim iktidar, Ülkücü hareketin “sağa karşı ertelenmiş” mücadelesinin muacceliyeti ve muzafferiyetiyle son bulacaktır.
Şimdiden “çok seçenekli” hazırlıklar yapmamız gerekiyor.