
MESELE: “REST ÇEKMEK VEYA DİZ ÇÖKTÜRMEK” Mİ?
Babür Hüseyin ÖZBEK
Daha önce de halk hareketleri oldu; ancak bu nitelikte, bu büyüklükte karşısındaki iktidarı bir anda şaşkına çeviren, şaşırtan, etkili bir güç sergilenemedi.
Burada eğer iktidar bilinçli davransaydı, olayların filizlenmeye başladığı 28 Mayıs 2013’ün ilk günlerinde görüşür, karşısındaki gençleri anlamaya çalışır, anlatır ve de bir çözüme gidebilirdi. Devleti yönettiğini zanneden iktidar tersini yaptı; başlarda bir avuç olan gençlerin çadırlarını söktü, kırdı döktü, tepkiyi davet etti.
“Gezi Parkı Eylemleri”nin planı yoktu, lideri yoktu. Ortada güçlü bir örgütte yoktu. Ancak Kürtçü militan bir milletvekili Süreyya Sırrı Önder önderliğinde, kısmen organize edilmeye çalışıldı ise de gelişmeler devletten onaylı, “İmralı- Kandil postacısı” militan milletvekilinin çapını çoktan aşmıştı. Ta Cumhurbaşkanı bile onun üstün yıkıcı vasıflarını görüp görüştü! Onu onurlandırdı. Hak etmediği bir paye verdi.
Bilmiyorum, gidip, gezip o gençlerle görüştünüz mü? Yürüyüşlere katılıp oradaki toplumun nabzının nasıl attığını, hissiyatını anlamaya çalıştınız mı? Fikir tartışması yaptınız mı?
Onlarınki özünde haklı bir çıkış. Ancak bazı yönleri ben ve benim gibi milliyetçileri rahatsız etti. Taksim Anıtı’nın her yeri çepeçevre başta Halk Kurtuluş Örgütü olmak üzere ne kadar Marksist dernek, teşkilat varsa onlarla örtülmüştü.
AKM (Atatürk Kültür Merkezi) de aynen yukarıda anlatılan manzarayı oraya yansıtıyordu. Meydana bakan başka bir binada “kızıl yıldızlı” Marksist militan İbrahim Kaypakkaya’nın (İbo) dev bir posteri vardı. Bana ne bunlardan. İstiyorum ki Türk bayrağı olsun, Atatürk olsun, bize ait değerler olsun.
Gezi Parkı içinde de farklılık yoktu. 2 -3 yer dışında bayrak, kırmızı beyaz renkler ve gene Atatürk yoktu. Bize ait değerleri arıyorum. O görüntüler Taksim’e çıkan sessiz çoğunluğu, evet, “Farklı parti ve fikirlere sahip sessiz çoğunluğu” rahatsız etti. Halk, “Bize ne Marks’tan, Amerikan kapitalizminden” diyor.
Her dolaşmamda edindiğim kanaat, burada bi şekilde bulunan insanların yaş ortalamasının 30 ve civarında; esprili, zeki, IQ’su yüksek gençler olduğuydu.
Burada bulunan topluluk bir siyasi partiyi, genel çizgileri ile de ağırlıklı bir siyasi fikri temsil etmiyordu. “Hayatıma müdahale etme.” , “Benim yaşantıma sınırlar koyma.” diyor. “Yeşilimi katletme, halka ait ‘Tüyü bitmemiş yetim malı’nı, AVM, otel, rezidans yapımına çanak tutarak talan ettirme.” demek istiyordu. Onlar haklıydılar ve haklılar. Bir avuç ideolojik baskı unsuru dernek ve kuruluşa da fazla pirim vermedikleri sonradan görüldü.
ÜÇ BÜYÜK GÖSTERİ VE PROPAGANDANIN GÜCÜ
Yukarıda anlatılanlarla birlikte“Gezi Parkı Eylemleri” bu yazı yazılırken 16’ıncı gününe giriyordu. Bu sürede üç büyük gün yaşandı. İlki, 31 Mayıs 2013’te başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere protestoların fitili ateşlendi ve bütün ülkeye dalga dalga yayıldı.
6 Haziran 2013’te Başbakan Kuzey Afrika gezisinin son ayağı Tunus Kartaca Havaalanı’ndan ayrılmadan önce yaptığı basın toplantısı, bizdeki haber kanallarınca tekrar tekrar yayınlandı. Sanki uçak saat 23 00’te alandan ayrılırken; “Gelin Yeşilköy’de Başbakan’ı karşılayın” der gibiydiler. AKP yetkilileri ise: “Hayır, biz bir girişimde çalışmada bulunmadık .” diyorlar. “İstemem, istemiyorum yan cebime koy.” misali. Uçak 2 saat 40 dakika sonra 7 Haziran 2013 Cuma saat 01:40’da Yeşilköy iniş pistine lastik koyduğunda “Görev icra edilmiş” her yer dolmuştu. Sessiz sedasız propaganda gücünü gösterdi. Öyle bir organize ki 24 00’te biten metro seferlerinin Yeşilköy ayağı sabaha doğru 04:00’a kadar uzatıldı.
İktidarın tutumuna göre nefes alıp veren bazı kamu kurum ve yetkilileri, siz bazı şeyleri gidip halkın “külahına” anlatın.
Üçüncü büyük Gezi Parkı Eylemi 9 Haziran’da çok yoğun ve en etkili şeklini yaşadı. Aynı gün Başbakan Mersin, Adana ve dönüşünde Ankara’da sürekli konuştu. Kendi rekorunu egale etti. Bir günde dile kolay 6 konuşma yaptı. Netice mi, neler söyledi, hangi çözümleri mi getirdi…
Çok konuşmak, atıp tutmak, taraftarlarını kışkırtmak, “Gezi Parkı Eylemcileri”ni tehdit etmek bir başbakana yakışır mı? Danışmanları hata yapıyorlar, uyarmıyorlar ve belki de uyaramıyorlar. O faiz cephesi çıkışı haklı veya haksız, gündem değiştirme çabası olup inandırıcılığı tartışılır.
Parlamentodaki muhalefet iktidardan daha sağduyulu. Ülkeyi yangın yerine çevirmemek, ateşe benzinle gitmemek için ölçülü davranıyor. İktidar ise büyük siyasi mitingler tertipleyeceğini duyurdu. Ülke dışında olmadığı için, salı günkü mecliste gurup toplantısında gene yağdı gürledi, uzun uzun konuştu. Halkı yatıştırma, gençleri teskin etme gibi beklenen bir büyüklük gösteremedi, gösteremiyor.
Bu tavırlar, bu konuşmalar bir “Akıl tutulması”nın işareti olsa gerek. Gelişmelerin seyrini okuyamayan iktidar yetkililerine yazıklar olsun. Çünkü 11 Haziran 2013 Salı, Taksim ve çevresinde gene çatışma, gene endişe var. İktidarın görevi çatışma ortamı yaratmaktan çok topluma huzur sağlamak, güven vermektir. Sonun başlangıcındasınız, bunu görün.
ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ TALEBİ
Nokta koyacağım, yazı bitti; ancak bütün haber kanalları canlı yayında 12 Haziran 2013 saat 21:00 gibi. “Gezi Parkı” eylemlerinin 16’ıncı gününde başbakan ve 3 bakanın, bazıları gezi eylemlerine katılmış, bazıları ise akademisyen 11 kişi ile çıkışta ise 2 de sanatçı ile görüştüğünü duyuruyor. Hükümet değil, dikkatinizi çekerim, parti sözcüsü olarak Hüseyin Çelik mikrofonların başında AKP Genel Merkezi’nde yapılan toplantı hakkında basını bilgilendiriyor, soruları cevaplıyor.
Hayli uzun, 4 saat 25 dakika süren toplantı boyunca görüşmelerden çıkan 11 kişiden biri olan bayan, “herhangi bir grubu, partiyi veya siyasi kanadı temsil etmediklerini” söylüyordu. Tutuktu, görüşmelerden memnun değil gibiydi: “yarın ortak açıklama yapacağız” dedi. Parti sözcüsü konunun AKP’de MKYK’de görüşüleceğini ve de muhtemelen Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapımının İstanbul’da referanduma götürülebileceğini uzun uzun anlattı. Aynı saatlerde bir TV kanalında Alev Alatlı, “…ben Beykoz’da oturuyorum Taksim bana uzak…” yani yanılmayın, “referandum herkesi sanıldığı gibi ilgilendirmez. Bu referandum sonucu AKP’nin istediği netice ne ise onu doğurur” demeye getirdi.
Bu kadar insanın sokaklara dökülmesinin başlangıç sebebi farklı, bugünkü gelinen nokta gene farklı. Konu: iktidardan memnun olma, olmama. Ve sosyal yaşama müdahale nereye kadar gidecek tereddütü var. İktidar verdiği işaretlerle çağdaş yaşamak isteyen insanları ürkütüyor. Acaba daha nelere müdahale edecek? Din ağırlıklı bir yaşama doğru mu gideceğiz dedirtiyor.
Sayın Erdoğan, mesele: “rest çekmek veya diz çöktürmek” olmamalı.
Sayın Erdoğan, “fırsatını buldun mu karşındakini dövme, imha etme psikolojisi” iyi bir siyasi tutum değil.
Sayın Erdoğan; “insanlar özgürce, serbest ve müdahalesiz yaşamak istiyorlar.
Muhalefet liderleri, “bilin ki sokaklardan bir iktidar değişikliği çıkmaz.”
Hem iktidar, hem muhalefet, şu andan itibaren olayları, “Gezi Parkı Eylemleri” çerçevesinde görmeye ve değerlendirmeye devam ederse yanılır. Bu hareket mecra değiştiriyor.
KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞTASINIZ
Şerit değiştirerek genişleyen gösteriler ülkeyi bu kadar germişken, sahnenin diğer bir köşesinde başka bir üzücü, “ülke adına zulüm” denebilecek mahkeme devam ediyor.
Ümraniye – Ergenekon Davası, Silivri 13’üncü Ağır Ceza’da 311’inci duruşma ile sürüyor. Ancak kamuoyunda gündemdeki yerini hak ettiği gibi alamadı. Gazete ve televizyonlarda haber değeri olarak geriye düşürüldü, görmezlikten geliniyor.
Günlerden 7 Haziran, yer Silivri, eski Genel Kurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ esas hakkındaki mütalaaya ilişkin savunmasını yapıyor.
457 emekli ve muvazzaf asker tutuklu. Çeşitli dava ve soruşturmalarda 2 binin üzerinde askerin adı geçiyor. İktidara göre her yer süt limanken, ah şu Taksim Gezi Gösterileri de olmasaydı! Ülkeyi ne de güzel idare ediyorlardı.
O gün, yani 7 Haziran 2013 Cuma, Başbakan 01 40’da Yeşilköy’e indi. 15 saat sonra Silivri’de 13 nolu Ağır Ceza’da saatler 16 49’u gösteriyor, mahkeme başkanı Hasan Hüseyin Özese, M. İlker Başbuğ’u savunmasını yapması için kürsüye çağırıyor. 17 aydır tutuklu, T.C’nin 26’ıncı Genel Kurmay Başkanı kürsüye geldi, 48 dakika konuştu ve son sözleri: “Benim silah arkadaşlarım o imzasız, isimsiz mektubu yazan ‘vatansever subay’ yüzünden burada O ‘vatansever subayı’ bulun. Bulmanız gerekmiyor mu?” dedi. Mahkeme başkanı Hasan Hüseyin Özese gene o taraftar, yönlü, adil olmayan sert tavrını takınarak azarlar gibi: “Mahkemeye hesap sorar şekilde konuşmayın. Kimse mahkemeye hesap soramaz!” dedi. Konuşma bittiğinde izleyiciler ayağa fırlayıp alkışladılar. Sinirlenen başkan dinleyicileri salondan çıkardı. Sonra, sonrası daha kötü! Hızını alamadı, hıncı dinmedi Başbuğ’u alkışlayan kutlayan içerde, salondaki tutukluları da dışarı attı.
Bu olaylar olurken, kapı ağzından coşkulu davul – zurna sesleri gelmeye başladı. Ben hep söylerim; “Adalete inanmam.” diye. Bu amiral olamadığı için üzülen, “Mühendis Yusuf” un adaletinden de kötüydü.
Başbuğ “terörist olmadığını” anlatmaya çalışırken, PKK’nın şehir yapılanması, şehir eşkıyası 14 KCK’lının karşı salonda yapılan duruşmasından gelen “tahliye haberleri” dalga dalga yayıldı..
Adalet adına, T.C.adına, TSK adına üzülmemek, gözünden yaşların boşanmaması mümkün mü?
İlker Başbuğ sözlerini bağlarken. “Bu durum da ülkenin bir uçuruma yaklaştığının göstergesidir. Görünüz ve anlayınız; köprüden önceki son çıkıştasınız.” dedi.
İktidar kendi kendine sertleşip ortamı gererek, tehditler savurarak, hayali düşmanlar yaratarak “Gezi Parkı Eylemleri” üzerinden yaptığı çıkışla ve de tüm askerler üzerindeki baskılarla, “Sonun Başlangıcı”na doğru ilerliyor.