
Efkar-ı umumiye, yaşını – başını almış, akademi – arşiv görmüş, eli kalem tutan, hele de belli bir mevki makam sahibi olan yazarların delikanlı başlıklar atmasına pek alışık değildir.

Şükrü ALNIAÇIK
Öyle “delikanlı” kelimelerle konuştuğunuz zaman, “sistem lordları” sizin henüz “adam olmadığınıza” hükmederler.
Günümüzde adamın “iri ve insana mesafeli olanına” gösterilen itibar, ilimden değil geçmişten beslenir:
Biz evvela Atlı göçebelik ve çobanlıktan gelen; “adam“ı genellikle koç, boğa gibi hayvanların kuvvetine göre tartan bir alt kültüre sahiptik.
Sonra, sanayi toplumu öncesinde Anadolu’daki köy hayatı, genellikle ağır işlere elverişli adamlara ihtiyaç gösterdiğinden, köyde “adamın iyisi” her bakımdan “iri” olanıydı.
Sadece bize mahsus olan uzun savaşlar, çerinin heybetlisini, pehlivanın irisini revaçta tuttuğu için “iri adam” ile “adam” arasındaki korelasyon katsayısı hiç bir zaman azalmadı!
Sonra bizim narin, akrobat yapılı, esnek vücutlu sipahi Türk, ilk kentleşme döneminde, büyük kavuklu geniş kaftanlı, hacimli ve heybetli vezirlerle ve paşalarla karşılaştı. Çoğu Rumeli’nden özel seçilmiş ve “bir oturuşta ne kadar yiyeceklerine göre” kategorize edilen devşirme ademler, artık gözümüzde “büyük adam“ın en belirgin numuneleriydi!
Artık sadece iri değil, halktan ne kadar farklı ve uzak olursanız o kadar “itibarlı ve mukaddestiniz. Hatta sıradanlığın sembolü olan “sarı çizme” yaygınlığın sembolü olan “Mehmet“le birleşince “sarı çizmeli Mehmet ağa” diye bir deyim bile ortaya çıkmıştı. Deyim, “heryerde kolayca bulunanı” ifade ediyordu. “Zor bulunan” entellerdeki giyim kuşam farkının sırlarını da burada aramak gerekir!..
Köyde adamı bir oturuşta paşa yapacak medrese, enderun ve mekteb-i sultanî de olmadığı için; -oğlanın büyük adam olması ümidiyle- “ye oğlum” diyerek ekmeğe yüklendiğimiz yıllar bu yıllardır.
Uzun lafın kısası, bu “sistemin fiziki ve biyolojik kriterleri“nin tamamı, bu salaş düzeni, hem milliyet, hem medeniyet hem de “ülkücülük öncesi” geleneklerle besleyen sosyolojik bidatlerdir.
Ülküdaşı olmayan “ekâbirlerin” halktan, kitleden, gençlikten yani avamdan sıyrılarak lordlara mahsus protokol masalarında zıkkımlanmalarına bir diyeceğimiz yoktur. Ancak, o meşhur “halka inilmez çıkılır” ihtarının bir adım ötesine giderek ifade etmeliyim ki; “Ülkücüye çıkılması bile talim ve terbiye gerektirir!..” Ülkücü olmak, zamana, ilerleyen yaşa rağmen Ülkücü kalmak, ayrı bir ilim, yürek ve bilek işidir.
DÜN bayramın birinci günüydü. Ülkücülerin “deri toplama” işinin de birinci günü… Konuyla ilgili bir kaç telefon görüşmesi yapmam gerekti.
Gençler, sanki bayramın birinci gününü davaya tahsis etmiş, anasıyla babasıyla bayramlaşmadan yollara düşmüş gönüllüler değil, 1877 Plevne savunmasının ileri siperlerine cephane taşıyan “mühimmat erleri“ydi.
Kiminle görüştüysem, o kadar disiplinli, o kadar heyecanlı, bir o kadar da kibardı. Sadece Türk milletinin hayır ehli olan kesimine “efendim” deme itiyadında olanlar, ilk defa bu kadar rahat “efendim” demenin huzuru içinde, bu nazik kelimeyi bolca kullanıyorlardı.
Bu bayram bizim çocuklar, öylesine sevinçli, öylesine kibardı.
Bugüne kadar “içerden ve dışardan” onlara yapılan haksızlıklar geldi aklıma… Neymiş efendim, “siyah takım elbiseli, sert bakışlı, yengeç yürüyüşlü” falan filan…
Bütün dünya “kurban” size!.. Hepiniz adamsınız, hepiniz bizimsiniz, hepiniz adamın hasısınız…
Ülkücü olmayan kadrolar, Ülkücüsü olmayanlar hareketler, Ülküdaşı olmayan ademoğulları, varsın halktan – kitleden kaçmaya, burun kıvırmaya, selam almamaya, kendi antika fanuslarında protokol yapmaya devam etsinler. Gelecek, Ülkücü gençlerin; en büyük itibar “mükellef gönüller“indir.
Ülkücülük, hangi yaşta olursa olsun, düzenin bidatle dönen çarkına inat, daima genç kalabilme ve genç düşünebilme sanatıdır. Çünkü; “Ülküsüz yaşayanlar ve Ülküsüz yaşlananlar” bu sistemde, finans ve market ekonomisinin moloz ve zibil yığınları olmaktadır.
Teşkilat disiplini içinde bir Ülkücülük, benliğini “Allah yolu“na vakfettikten sonra, “ilahi mülkün tamamına” talip olmaktır. Dolayısıyla da Ülkücülük, “iradesini, hiç bir beşeri güce satmamak ve sermayeye satılmamak“tır!.. Ülkücü de herkes gibi Allah’tan gelmiştir ve yine Allah’a dönecektir. Ancak ahdine sadık kalarak, murdar olmadan, zalime meze olmadan, “geldiği gibi” dönecektir.
Ülkücülük, “enerjinin şeytandan sakınımı kuramı“dır.
Bunu, şeytana ezelden yenik düşmüş ademoğullarına anlatamazsınız!..