Şükrü ALNIAÇIK
Malthus’un “nüfus – üretim dengesizliğinin açlığa yol açacağına” dair endişesini İngiliz Kraliyet Bilimler Akademisinde dile getirmesinin üzerinden yaklaşık 200 yıl geçti. Anglo-Amerikan siyaseti o gün bugündür bu “makro-plan” üzerinden yürütülüyor. Savaşlar çıkarılıyor. Nüfus kontrolleri yapılıyor. Rejimler, kültürler ve ideolojiler bu plana göre tanzim ediliyor. Darwinizm’in de liberalizmin de “açık toplum” arayışlarının da arkasında hep aynı doktrin yatıyor.
1990’da soğuk savaş bitti ve NATO’nun yeni hedefleri tartışmaya açıldı. Batılı bilim ve strateji kuruluşları dünyanın geleceği ile ilgili yoğun çalışmalar yürüttüler. SSCB örneğinde görüldüğü gibi devletin güçlü, toplumun zayıf ve edilgen olduğu totaliter rejimlerin “Pax Americana” için tehdit oluşturduğu kanaatine varıldı.
“Birey”i esas alan “Açık Toplumların” ABD’nin global liderliğine itiraz etmek yerine bilim, ticaret ve sanat gibi burjuva uğraşlarına yöneleceği öngörüldü.
Pax Americana barış felsefesine göre, vatandaşlar arasında yani dünya toplumunda majoriteyi oluşturan Amerikalılar ve müttefikleri dışında dört “etnik grup” vardı. Avrasyalılar, Doğu Asyalılar, Müslümanlar ve Komünist Latinler…
Komünizm el birliğiyle çökertilmişti. Türkiye komünist olmamıştı. Ancak halkı Müslüman’dı ve Asyalıydı.
Ayrıca Asya’daki Müslüman Türk Dünyası ile Rusya üzerinden bir rasyonalite köprüsü kurmaları halinde elinde binlerce nükleer başlık bulunan “Doğu Bloğunun” daha sağlam bir altyapıyla canlanması mümkün olabilirdi. Oluşabilecek Avrasya bloğunun, İsrail karşıtı bir hamleyle Türkiye üzerinden Ortadoğu’daki eski Sovyet müttefiklerine ulaşma fırsatı da vardı.
Bu durum hem “İsrail’in zeval bulması” hem de “Pax Americana”nın akamete uğraması demekti. Çünkü dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümü bu “akılcı köprülerin” altından geçiyordu.
Türkler, diğer müttefiklere benzemiyordu. Atlı göçebe Amerikan yerlileri gibi onlar da merkantilist çıkarcılığı özümsemekte zorlanıyorlardı. Mesela “zalim İsrail”in Filistinlilere uyguladığı tecrit ve yok etme politikası karşısında, BM’deki veto hakkını sürekli İsrail’den yana kullanan ABD, Türklere güven vermiyordu.
ABD de bunun farkındaydı. Ayrıca Türkler, “sınırları kanla çizilmiş bir vatana sahipti” bu durumun gerisinde 16 büyük imparatorluk deneyimi ve güçlü siyasi lider yetiştirme kapasitesi vardı.
Yüz yıl önce Ortadoğu’yu çıkarlarınız doğrultusunda tanzim ederken, II. Abdülhamid’i ikna etmeniz mümkün olmadığında İttihat ve Terakki Partisine sızabilirdiniz.
Bu parti de bağımsız bir lider (Enver Paşa) ürettiğinde; imparatorluğu yıkardınız.
Yerine yenisi kurulduğunda, daha zeki bir liderle (Atatürk) karşılaştığınızda “lideri öldürmeye” (11 kez) çalışırdınız.
Biyolojik ölüm yeterli olmazsa liderin devlet bürokrasisindeki ruhunu da yok etmeye çalışırdınız. Masonik kadrolarla sivil bürokrasiyi ele geçirmenize rağmen askeri kurumları ele geçiremediyseniz TSK’ya karşı operasyon başlatırdınız.
Çünkü karşınızda dimdik duran ve bir türlü ölmeyen aslında Atatürk değil, Türkiye Cumhuriyetinin “Bağımsızlık ruhu”ydu.
AKP iktidarının ilk döneminde Ankara’da görev yapan ABD Büyükelçisi W. Robert Pearson, 1 Mart 2003’teki tarihi hayal kırıklığının nedenlerini Washington’a rapor etti.
Pearson, ABD’nin tarihi hayal kırıklığının nedenlerini Genelkurmay’daki Ulusal cephenin ve Sezer’in Özkök’ü engellemesine, onun da Hükümete yeterli desteği verememesine bağladı.
İşte ABD’nin TSK’daki “Avrasyacı- Milliyetçi” ittifakını sindirmeye yönelik “Atlantikçi” operasyonun gerisinde böyle bir tarih yatmaktadır.
Bir NATO ülkesinde Amerikan isteklerine muhalif olanlara karşı verilen kuvvetli bir gözdağı niteliği taşıyan bu saldırı, El Kaide’nin Guantanamo deneyimine göre daha ağırdır.
Savcıların İlker Başbuğ Paşa’ya “terör örgütü kurmak” tan yargılarken gülmeden durabilmesinin ve Engin Alan Paşa’nın “Guantanamo da olsa gideriz!” demesi bundandır.
Pentagonun gözünde El Kaide ile Milliyetçi Türk subayları arasında hiçbir fark yoktur.
Malthus’un nüfus tezinden beslenen bu “Darwinist savaş doktirini”ne görüşe göre, şempanze olmaya itiraz edenlerin “Amerikan ormanı”nda yaşamaya hakkı yoktur.