

Erol KILINÇ
Dikkatinizi çekmiyor mu? Özellikle bizim ülkemizde, bizim milletimiz nezdinde yolsuzluk ve rüşvet, siyasi liderleri yıkmak, onlara oy veya itibar kaybettirmek hususunda beklenilen –ve olması gereken- etkiyi maalesef oluşturamıyor.
Demirel AP’nin başına getirilmeden önce, –galiba- baraj inşaatlarında devlet namına iş yapan ABD’li Morrison Şirketi’nin Türkiye mümessilliğini yapmıştı. Bu şirket, yaptığı işlerde şartnamelere tam anlamıyla uymadığından hükümetçe hesapları kapatılmamış, bu sebeple, şirket namına T.C. aleyhine dava açılmıştı. Bu davada devlete karşı, Morrison’un davayı kazanması için Demirel gayret göstermiş ve kazandıktan sonra da bu kazançtan –yanlış hatırlamıyorsan- % 10’unu şahsına kazanmış, bu başarısından dolayı “Morrison Süleyman” yaftası takılmıştı… Bunlar yazılıp çizildi ama, Demirel yine de büyük çoğunlukla hem Adalet Partisinin başına geçti, hem de yapılan seçimde büyük ekseriyetle iktidar oldu. İktidarı esnasında da bir çok skandallar çıktı. Hatta yeğeni Yahya Demirel’in bir çok akçalı ve gayrı kanunî işlerinden dolayı muhalefet ve basın yıllarca veryansın etti durdu. Ama Demirel’in oy potansiyeli üzerinde bunların ciddi hiçbir etkisi olmadı; o daha ziyade üniversiteleri çalışamaz hale getiren, işyerlerini işleyemez hale getiren anarşi ve sendikal hareketleri önlemekte gösterdiği beceriksizlikleri yüzünden yıprandı.
1980 sonrasında Özal ve ANAP’ın yıldızı parladı. Özal, Ordu’nun yasakladığı öğrenci hareketleri ve yasaklanmış sendikal faaliyetlerin rahatlığı içinde, Sıkıyönetimin şemsiyesi altında, 24 Ocak 1980 kararlarını uygulayarak, daha sonra bu çizgideki programı yeni açılımlarla sürdürerek, rakip olabilecek siyasilerin 1987’lere kadar yasaklı kalmasından da istifade ederek, kudretli bir başbakan oldu. Birçok atılımlar yaptı. Ülkenin ve insanımızın ekonomik dinamizmini ciddi politikalarla harekete geçirdi. Tabii, bu esnada birçok şaibeli işler de yapılmış oldu. Onun hakkında da birçok yolsuzluk, rüşvet söylentileri çıktı. Bir bakanını yolsuzluğa kurban vererek, adalete teslim etti. Fakat ailesi ve oğlu hakkındaki yolsuzluk, hayali ihracat, rüşvet, nüfuz suiistimali vb. söylentiler ayyuka çıktı. Hatta “Benim memurum işini bilir” sözü onun vecizesi olarak siyasi literatürümüze girdi… Ama Özal’ın pozisyonu bütün bu iddialardan bir miktar sarsılmış olsa bile, yine de, asıl enflasyon ve terörde gösterdiği başarısızlıktan, hatta ülkemizde Kürtlük şuurunu oluşturacak beyan ve icraatlarından dolayı sarsıldı. Bu sarsıntıdan son anda Cumhurbaşkanlığına atlamakla kurtulabildi ve ANAP’ı önce Yıldırım Akbulut’a, sonra da Mesut Yılmaz’a bırakmak suretiyle kendini ve ailesini sıyırabildi. Yani rüşvet ve yolsuzluk, onun da yıkılmasının esas amili olmadı; sadece bir miktar oylarını düşürmekten başka bir işe yaramadı.
Mesut Yılmaz’ın, Tansu Çiller’in iktidar yolundaki yükseliş ve düşüşlerine de bakarsanız, yolsuzluktan dolayı bunların da epeyce şaibeli olduklarını görürsünüz, ama yıkılışlarının altında yolsuzluk ve rüşvetten ziyade, ekonomik krizlerin yattığını görmek lazımdır. Özellikle Tansu Çiller’in düşüşünde, Erbakan takımının topladığı antipatik çıkışların asıl büyük etkiyi sağladığı görülür ki; aslında terör konusunda Tansu Çiller’in gösterdiği başarılı siyasete rağmen, Erbakan’la yapılan koalisyona gösterilen tepki (bu tepki sadece İslam’a gösterilen bir tepki değil, Erbakan’ın “İslam paktı” hayalleriyle dış politikada girişmeğe başladığı fütursuz hareketlere, hesapsız beyanlara karşı) ortaya çıkan ve 28 Şubat sürecinin de katkısıyla birleşen ekonomik krizle (dolar bir gecede 2-3 katına çıkmıştı!) kaosa dönüşen hükûmet krizleri baş rolü oynamış oldu.
Erbakan ve partisinin bir çok mensupları hakkında yapılan yolsuzluk kampanyaları, Mercümek davası, Erbakan’ın altınları vs. vs. falan, onun oy kaybetmesinde ciddi bir rol oynamamıştır. Daha sonraki seçimlerde bu şaibelere rağmen oylarını artırarak iktidara ortak oldu.
Daha net ve acısını söyleyelim: Ecevit, “namuslu, masum, Renault arabaya binmekten hicap duymayan adam” imajıyla siyasetimizde namuslu devlet adamı sembolü olarak takdim ediliyor değil mi? Peki, Demirel’in partisinden 11 milletvekilinin reylerini alarak, güvenoyunu sağlamak için, “kumar borcu olmayan 11” kişi arayan o değil miydi? Bunlara, oylarını CHP’ye vermeleri karşılığında birer bakanlık veren, hatta bunlardan daha sonra suçu sabit görülerek ceza giymiş olan Tuncay Mataracı’yı Gümrük ve Tekel Bakanlığı gibi “en ballı” bir bakanlığa kabul eden, Ecevit değil miydi? Bu, kendisine ne kadar oy kaybettirdi ki? Acaba, bundan dolayı mı, yoksa iç politikada komünistlere, devrimcilere, her türlü yıkıcı ve bölücü faaliyetlere destek veren çarpık bir politika takip ettiğinden ve bu politika da ülkeyi bir kaosa doğru sürüklediği açıkça görüldükten sonra mı halk desteğini kaybetti? Yıkılışı kesinlikle bu ikinci sebepten oldu…
Buna rağmen, 1999 seçimlerinde işbaşına geldikten sonra, hatta bugün bile “en namuslu siyasetçi” olarak Ecevit’i gösteren aklı başında adamlara her yerde rastlayabilirsiniz… Beyler, böyle bir anlayışın yaygın olduğu bir ülkede yaşıyoruz! Yani, yolsuzluklar sebebiyle iktidarın düşeceğini ummak, kendini kandırmaktır.
Velhasıl, Erdoğan’ın yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla, bu konuda yapılan yaygaralarla çok fazla puan kaybedeceği hayaline kimse kapılmasın. Siyasi parti sözcüleri de birbirinden kopya sloganlarla, muhalefet yaptıkları zannıyla kendilerini lütfen kandırmasınlar… Erdoğan’ın ve hükümetinin yaptığı yüzlerce iş ve hizmet var. Asla gözden uzak tutulmasın ki, bunlardan epeycesi ülke ve millet yararına olan şeylerdir. Bunları keen-lem-yekûn addetmek, yok saymak, inkâr etmek milleti ahmak yerine koymak olur ve, inkâr edenler kendilerini kandırmış olurlar; binaenaleyh Erdoğan’ın ülke ve millete “yaramazlığını”, asıl yaramazlık yaptığı politik yanlışlardaki ve uygulamalardaki temel noktaları ortaya koyarak göstermek zorundasınız. Muhalefet partileri, aydınların, halkın, gençlerin dikkatlerini bu hayatî noktalara çekmelidirler; bu noktalardaki yanlış tutum ve tercihlerini açıkça ortaya koymalıdırlar. Bu konular işlenerek politika yapılması lazımdır. Mesela Suriye konusundaki başarısızlığının iç yüzü açıklanmalı, bunun ülkemizin önüne çıkardığı güçlükler ortaya konmalı, isterse kendileri kazandırmış olsunlar, itibarımızı yitirmemize sebep olan/olmağa devam eden yanlışları herkese anlatılmalıdır. Dikkat edilmelidir ki; Yunanistan’ın, Irak’ın, Balkanların, Kafkasların, Rusya’nın, hatta AB’nin bile 10 yıl öncesine göre Türkiye üzerindeki olumsuz etkilerinin asgariye indiği bugünkü dünya şartlarında, ülkemiz dış politikada açmazlarla karşı karşıya kalmıştır: Kıbrıs’ta tavizkâr davranışlarla ilzam edici açıklar vermiş, iç hukukumuzda AB’nin müdahalesine yararı dokunacak düzenlemeler yapmış, taahhütlere girişmiş; 12 yıl önce itibarının en alt seviyesindeki PKK lideriyle bugün sanki millî kahramanmışçasına ortak politikalar üretmeğe başlamış, bu hususta anayasa ve yasa değişiklikleriyle devlet yapısında zaaflar yaratabilecek tutumlara girmiştir. Bütün bunlar yapılırken de son derece başarılı bir propaganda ile her şey toz pembe gösterilmiştir. Kıyaslamalar eski ile yeni arasında yapılmaktadır; bugünkü güç ve imkânlarla yapılması gerekenler düşünülmemekte, dünkü kıt imkânlar ve zor şartlar altında yapılamayanlar kıyaslanmak suretiyle milletin gerçek durumu görmesi engellenmektedir.
Şehircilik konusundaki uygulamalarda da ciddi ve tutarlı politikalar geliştirildiği söylenemez. Büyük şehirlerimizi geziniz: Bu şehirler artık yaşanılamaz, çalışılamaz hale gelmiştir. Neden? Çünkü belediyeler imar planları bakımından alabildiğine geniş ve fütursuzca işler yapmaktadırlar: Tek şeritli yollarla ayrılmış ve iki yanında ikişer-üçer katlı 20-25 yıllık binalar, meskenler bulunan mahalleler, Ağaoğlu gibi müteahhitlerin telkin ettikleri usullerle rantlar sağlanmak suretiyle, bir anda 14-15 katlı binalara dönüştürülüyor. Dikkat edilsin: Bu müthiş bir rant oluşturmaktır: Mülk sahipleri bundan kazanıyor, rüşvet mekanizmasının muhtelif kademeleri kazanıyor, elbette belediyeler de kasalarını dolduruyor… Doldurmasına dolduruyor amma, tabii buna ne yol yetiyor, ne trafik dayanabiliyor! Bu gidiş, mesela İstanbul’un birkaç sene içinde meflûç bir megakent haline gelmesine yol açacaktır. Esasen gerekliliğinden ziyade rantiyeye hizmet ettiği intibaı uyandıran “Kanal İstanbul” ve Anadolu yakasındaki ikinci bir dev şehir kurma projeleri, büyük hayaller olarak ortaya konuyor, bunlarla insanlar efsunlanıyor; ama bunlarla, acaba Anadolu’daki nüfusu Tekirdağ’la Kocaeli arasına yığıp, Anadolu’yu insandan arındırmayı mı hedefliyorlar diye düşünüyorum. Bizim zamanımızda memleketin her tarafına yaygın bir şekilde yatırım yapılarak büyük şehirlere göç zaruretini önlemek ve insanlarımıza kendi yakın çevrelerinde medeni imkânlar sunmak, iş sahaları açmak düşüncesi yaygındı. Bunlarsa, Anadolu’yu boşaltmakla, büyük şehirleri daha yaşanmaz hale getirmekle enerjimizi ve ekonomik gücümüzü yanlış yönetiyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, büyük şehirlerde rant sağlamak, Anadolu’ya göre daha randımanlı olduğundan bu yol tercih ediliyor. Siyasi muhalefet bence bu noktalara odaklanmalı, yolsuzluk ve rüşvet konusunun da bu işlerin bir türevi olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. (Bu konuda mesela Almanya, Fransa, İngiltere örneği üzerinde durulması; buralarda köy ve şehirlerin yaygın bir şekilde kalkınmışlıklarının örnek alınması, birkaç megakent etrafında yığılmanın bu suretle önlenmişliğine imrenilmesi gerekirken; bizim neden ülke çapına yaygın projelerle bu megakent yaklaşımlarından uzaklaşmayı düşünmediğimiz konusu araştırılmalıdır ki, bunun altından büyük oranda rantiyeciler çıkmakla kalmayabilir, belki de Anadolu’yu nüfus fukarası bir alan haline koymak fikri bile yatıyor olabilir…)
Bunları, ülke için kafa yoran, millete hizmet ülküsü ile yanıp tutuşan insanlara yapılan istişarî mahiyette hatırlatmalar olarak okuyunuz. İlgilenenlerin akıllarının bir köşesinde bulundurmaları düşüncesiyle bunları yazıyorum. Yoksa kimseye akıl verecek durumda değilim. Bu işlerde ciddiyetle sahne alacak olanlar, kendilerini iyi teçhiz etmeleri/donatmaları lazım geldiğini, azimle, kararlılıkla ülkü yolunda ilerlemeleri gerektiğini bilmelidirler. Sokma/çakma akılla bu işler elbette olmaz.