
“Ülkücülük” Cumhuriyet devri ve Atatürk sonrası Türk düşünce hayatının en şumüllü kavramı ve aynı zamanda da kazanımıdır.Atsız’la başlayan bu aksiyon Türkeş ile siyasi hayatımızı renklendirmiştir.Türkeş Bey’e kadar aşağı yukarı bütün eski “Türkçüler”bu hareket içinde yer almışlardır. Maalesef “Hizip” dediğimiz değişik düşüncelerin yarattığı guruplar tıpkı tarihimizdeki kavim-boy-soy gibi genetiğinizden gelen arzular da zaman zaman kaçınılmaz olmuştur.Lakin bir sonraki kuşaktan gelenler hiçbir şekilde bu arızalara taraf olmamışlar, dolayısiyle basit görüş ayrılıkları kısa sürede muhabbete dönüşmüştür.Bizler sürekli olarak birbirine laf dokunduran ağabeylerimizi çok dinledik.Ama hiçbir şekilde birinin lâfını diğerine götürmedik.Bu sebeble 12 Eylül’e kadar bütün milliyetçiler ülkücülük adı altında âdeta etle kemik gibiydiler.Ayrı düşünmelerine rağmen çok zaman yıllarca Başbakanlık yapmış olan Süleyman Demirel sürekli olarak Türkeş Bey’i davet ederek fikir almışlardır.Bu ne güzel bir gelenek,ne fevkalade bir efendilik değil mi?27 Mayıs’ın kanlı olacağını çok iyi tahmin eden Celâl Bayar Adnan Menderes’e fikirlerini üstelememiştir.Tarih onu haklı çıkarmış lâkin Bayar Menders’in kafasındaki “Ordu” imajını bozmak istememiştir.Bunlar Türk Milliyetçiliği’nin çileleridir.Uzun süre fikir ayrılığına düştükleri konuşulmuş olan. Atsız-Türkeş münasebetlerinin de nezakete sığmayan yönlerini bilmiyoruz.

Ali BADEMCİ
Ne ne oldu ise 1980’den sonra oldu.12 Eylül öncesinin legal provatif eylemcliği bu sefer masa başı toplum mühendislerinin elinde yazılımlara dönüştürüldü.Bunu görmemek için kör olmak lazım.Daha Türkeş Bey zindanlarda iken ihtilalcilerin partileşme sürecinde ülkücülük bir çelme yedi.Güya bir denge unsuru olrak görülen sola bölücüleri listelerinden göstermek gibi sonuçları bugün meydanda olan fırsatlar tanınırken ülkücülük kısır çekişmelerin içine çekildi.”Cezaevleri mi,partileşmek mi?”..Hareketin beyin takımı bu kısır döngüde kendiliğinden pasifize edildi.Sonra Yazıcıoğlu hadisesesi sahnelendi ki ucunu “Cemaat”e kadar bağladılar.Daha sonara da Türkeş Bey’in vefatı ile yeni seneryo tabii ki “Genel Başkanlık” meselesi..Esasında “Ülkücülük” bu itişip kalkışmaların ilkini 1969’da “Bozkurtlar-Hilalciler” gibi basit bir “Hizipçilik”temelinde yaşamıştı.Lakin Türkeş Bey’in güçlü kişilği sayesinde zaman geçmeden bu bela bertaraf edilmiştir.İşte 1980’den sonra oynan oyunlar da budan farklı değildir.Hareket onun yerini dolduracak güçlü kişilikler ortaya koyamadığı için bugünlere kadar ağır aksak gelinebilmiştir.Bu sebeble deryaları dolduracak “Ülkücü” potansiyel orada burada serpilmiştir.Sanki,Cumhuriyet’in gayrimeşru çocuğuymuş gibi “Ülkücülüğün”mekanı yokmuş..Her yerde olabilirmiş…Peki “Baba Ocağı” nerede?İnsana bu evladın babasını sormazlar mı?Dün kendinin dini duygularını eksik bularak şuraya buraya yalpalayan bazı aklı evveller şimdi de daha 1940’dan onun çizdiği yoldan süratle solun ve neticeten bölücülğün göbeğine düşmüş “Ata Ocağı”nı yeni bir yurt olarak görmek gibi gaflete düşmüşlerdir.Halbuki bu tren 70 sene once raydan çıkmıştır.Hangi akılla burada “Ülkücülük”ü ihya edeceksiniz ?Yeni mekan tam bir tuzaktır.Ülkücülüğün yeni adresi yoktur;daima adresi vardır.Herşeye ragmen..İtlilp kakılmalara ragmen!Adresin tarifi de pek kolaydır: Çoğunluğun toplandığı yer.Öyle her önüne gelen bir adres gösterme imtiyazına sahip değildir.Oyuna gelmeden başka bir gaye hizmet mümkün değildir.
Şu anda devlet ve millet bir varlık-yokluk savaşı veriyor. Düşmanın bir kısı pusudan çıkmış, bir kısmı silâh elinde tetikte bekliyor,bir kısmı ise ülkücüleri bir araya getirmemek ve Türk Milleti’nin başına geçirmemek için yeni tasarımlar tezgâhlıyor.Şu yaşımızda biz bu oyunları çoktan gördük.Gerek yazılarımız ve gerekse kitaplarımızla başımıza gelenleri tarihlendirdik.Âçizane iki hikâyeden ibaret olan “12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı”kitabım bir “De-şifre”anahtarıdır.Bunun bin beter hikâyelerinin sahipleri aramızda dolaşıyor.İnşallah ve Allah nasip ederse, aynı başlıkla “Üç Yiğit”de bu işe devam edecğim.Ne yapalım bizim görevimiz de esas “Yiğit” olmak mecburiyetini taşıyan ülkücülere bilgi aktararak omuzlarına tarihi görevi yüklemektir.İdeologyayı öyle bir örmek ve sağlam bağlamak lâzımdır ki bir daha bağlar çözülüp de yükler dağılmasın..Çünkü kabedilecek zaman yoktur.Meseleleri böyle geniş bir pencereden görmek ve fikrimizle,zikrimizle sıkı-sıkıya tutunmak zorunluluğu ortadadır.
Milletin serveti yağmalanıyor;suçlular yakalanmasın,suç ortaya çıkmasın diye kanuni, hatta anayasal düzenlemeler yapılıyor;anayayasınn başlangıç maddelerinin değiştirilmesi için devlet temsilinde bulununlar açık-seçik çalışmalar yapıyor,Dini telâkkiler çoktan milli hedeflerin önüne geçerek dış politikayı iflâs ettiriyor biz kuzu-kuzu seyrediyoruz! Yüzyıllardan beri nankör batı tek hedefe yönlenmiştir:Türk Milli refleksini kırmak.! İşte şimdi bu başarılmıştır.Tepki yok tepki !Ocaklar söndürülmüş,bucaklar sökülmüş sıra “Yurtlar”a gelmiş tın diyen yok..Neden ?
Nedeni belli basit işlere yönlendirilmiş hafızalar canlı değildir.Şu anda ülkücülükte bir tesanüd olduğu kesinlikle söylenemez.Hep hedefler küçültülüyor,Hep küsürat öne çekiliyor,Asıl ve gerçek çok gerilerde kalıyor.Bir ker şu ortamda kişilik yapmak,böyle tavsiyelerde bulunmak,zamanı tenkitlerle geçirmek kesinlikle dava adamlığını kavrayamamak demektir.Geçmişte, şu şunu yapmış bu bunu yapmış da bunun adı “İhanet”miş !Veyâ bir kere “Hain damgası” yemeyen “Ülkücü” olamazmış!Var mı bu kadar ucuz iş.Hem 5000 şehidden bahsedeceksin,üstelik hâlâ ölmeye devam edeceksin,10 yıllık “taşmedrese” hayatından sonra fise-bilillah can-sperane en önde gideceksin,sonra hayatında bir defa “Hain” damgası yemedin diye “ülkücülüğ”ün geçersiz sayılacak !Bu tam bir geri zekâlı kafasıdır.Kimsenin elinde bu işin hassas ölçülerini belirten bir âlet yoktur. Ülkücülüğün olmazsa olmazlarını dünya âlem biliyor da sâdece sahipleri farkında değilse yazıklar olsun onlara !
Bir şerefsiz görevli bana mesaj atmış:”Genel Merkezin ve Genel Başkanın Çakalı” diye..Ismarlama yazılar yazıyor muşum!Namussuz adam başka kapıya gideceğine benim gibi zekâtını tam veren kapıları çalıyor ! Azizim bir kere, yeminle ifade edeyim ki bi-zatihi olarak ne Genel Başkanı, ne müşavirlerini,ne de yönetenleri tanımam. 40 yıllık bir gıyabi tanışıklığımız belki vardır. 35 yıldır evinde tek başına çalışan ve son yıllarda biraz da dervişliğe özenen, yiğit olmayıp da yiğitleri seven bir garibim.8-10 aydan beri yazıyorum. Biliyorum yazdıklarım çok işe yararlı şeyler de değil ! Lâkin aksatmadan hergün dolu veya boş bir şey yazarım.Bunlardan ötürü okuyuculardan iyi veya kötü mesajlar alıyorum.Bunların hepsine yürekten saygılıyım.Lâkin bana “çakal” diyen nesepsizleri de iyi tanıyorum. Genel Merkez’den ne takdir ne de tekdir,ne de bir açıklama almadım. Zaten fikirleri, ile hür olmayan bir ortamda da kesinlikle bulunmam.
Bu yazıyı karma-karışık hale getirdik.Toparlamak lâzım ise ülkücülük öyle “Beleş” ve “Ucuz” politika değildir. Bir sefer politika da değildir.Bir yaşama şekli bir tarihi kazanım, Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği gibi tabanı ve tavanı olan düşünceleriin “Siyasi Aksiyon” harekettir. Öyle kısır döngü ifâdeleri değildir. Türk Dünyası!’nın yegane umudu budur.İspat mı istersiniz? Size bir anda sadece Türkiye’den değil Azerbaycan-Güney Azerbaycan-Kerkük-Halep-Bayır bucak-Bulgaristan-Batı Trakya-Makedonya-Kırım-İdil-Ural-Kazakistan-Türkmenistan-Özbekistan-Kırgızistan-Doğu Türkistan-Güney Türkistan(Afganistan)’dan bir anda göklere tırmanın “Bozkurt” işaretlerini gösterebilirim. İşte yerli ve yabancısı ile herkes bundan korkuyor. Şu ufak tefek hesapları bırakıp da artık doğru yönü görmemiz her zamankinden ziyade bir mecburiyettir. Muhabbetle Efendim.