
MHP‘Lİ hanımlar Bozkurt işareti yaparak yürüyor, ellerinde de dövizler ve pankartlar var. Biri ilginç, çünkü hem anlamlı, hem kafiyeli, şöyle:
–Malda yalan, mülkte yalan, kefenin cebi yok Erdoğan…
Bu pankarta atıfta bulunan bir de duyumdan bahsedeyim; kefenlerine cep diktirmeye başladılar deniyor…
–Malda yalan, mülkte yalan, kefenin cebi yok Erdoğan…
Bu pankarta atıfta bulunan bir de duyumdan bahsedeyim; kefenlerine cep diktirmeye başladılar deniyor…
Günahı diyenlerin boynuna!
* * *
Konya’da trafik polisinin “Dur” dediği sürücü, uyarıya aldırmayıp kaçmış. Polisler kovalayınca da direğe çarparak ters şeride girmiş ve yaralı olarak yakalanmış…
“Neden kaçıyordun” diye sormuşlar, “Korktum, kaçtım” diye yanıt vermiş…

Ergun KAFTANCI
Ehliyetini istemişler, “Yok” demiş…
Cihazı uzatmışlar, “Üfle” demişler, üflemiş alkollü çıkmış. Ne olacak şirret işte; gazeteciler fotoğraf çekerken de bağırmış:
-Çekmeyin yahu, oy’umu Tayyip Erdoğan’a vereceğim, çekmeyin…
Bu da gösteriyor ki Erdoğan’a ve partisine oy verecek seçmen profili hâlâ değişmiş değil!
SİYASETÇİYE TABASBUS YAKIŞMIYOR
—————————— —————
İlker Başbuğ Paşa tahliye edilince telefonlar da çalışmaya başlamış…
Peş peşe paşayı arayıp geçmiş olsun demişler…
Bu dileğini iletenlerin başında Cumhurbaşkanı Gül geliyor…
Ardından Başbakan Erdoğan…
Hatırlayacaksınız Erdoğan, Silivri davaları sürerken şüphelilerin avukatı olduğunu söyleyen Deniz Baykal‘a inat, “O avukatsa ben de savcıyım” demişti. O günleri hatırlayan MHP’li Oktay Vural Erdoğan’ın Başbuğ’u aramasınıutanmazlık diye niteledi…
Başbuğ Paşa ve diğer komutanlar içeri alınırken kılı kıpırdamadan olanı biteni donuk bakışlarla seyreden Genelkurmay Başkanı Necdet Özel de aşka gelmiş olmalı, o da telefon ederek Başbuğ’a iyi dileklerini arz etmiş…
Hayat işte…
Cilveleri vardır ve insanları olmadıkları yerlere de taşır!
En ilginç “Geçmiş olsun” dileği şimdi Orman Bakanı olan zata ait yani belediye başkanı Tayyip Erdoğan‘ın kanalizasyon müdürlüğünden bakanlığa getirilen Veysel Eroğlu‘na…
Demiş ki:
-Tahliyeyi duyunca sevinçten uçtum…
İnsanda ancak bu kadar “Yapay duygu” olur; bu ne tabasbus yahu…
Merak bu; İlker Paşa terör örgütü kurmakla suçlanıp içeri alındığında Veysel Efendi çok üzüldüğünü ve kahrolduğunu açıklamış mıydı? Onu yapmış olsaydı “Tahliye, sevinçten uçmamı sağladı” mealindeki söylemi kabul edilebilirdi…
Ama bugün ı-ıh; o söylemin samimiyetine inanmak mümkün değil!
Üç yüz küsur komutanımızla gazetecileri, yazarları, demokrasi ve hukuk savunucularını, bilim adamlarını, düşünürleri, aydınlık beyinleri, gençleri, özgürlük isteyenleri çete ve paralel devlet diye suçladıkları cemaatle el ele vererek içeri atarken “Bu daha bir şey değil” diye demeç verenler, piramit tersine dönünce kılık kıyafet değiştirmekle hiçbir yurttaşı kandıramayacak ve haklarındaki kanaatlerimizi de değiştiremeyecektir.
BUNLAR ÜSTELİK DE AĞAÇ KATİLİ
—————————— ————-
EN çok ağacı 3’üncü Boğaz Köprüsü güzergâhında yol açmak için kestiler. İstanbul’un oksijen deposu görevini üstlenmiş canım ormanlar kel tavuğa çevrildi.
Ne kadar ağaç kestiklerini saklıyorlar, çünkü açıklamaya yüzleri yok…
Üçüncü havaalanı için de ağaç kestiklerini biliyoruz…
Daha dün, Ortadoğu Teknik Üniversitesi kampüsündeki ağaçları yok ettiler…
Gezi dayanışması yaşanmasaydı Taksim’deki ağaçlar da katledilecekti. Halkımızın bilinçli direnişi sonucu, başımıza “Yeni Osmanlıcı” kesilenlerin gezi alanına kışla yaptırma hevesi kursaklarında kaldı da ağaçlar kurtuldu…
Son marifetleri için Ankara’yı seçtiler…
Devlet Tiyatrosu’na ait yeşil alanın yanındaki kamu arazisini bir inşaat firmasına satmakla kalmadılar, tiyatroya ait alanı da aynı sermayeye peşkeş çekmeye kalktılar.
Bu alanı merhum Muhsin Ertuğrul ağaçlandırmıştı ve en genç ağaç 50 yaşındaydı…
Bir gece Ankara uyurken, iş makineleri yeşil alandaki ağaçları kesmeye başladı. Tiyatro çalışanı sanatçılar dar yetişti ve katliamı durdurdu…
Sonra çadırlar kuruldu ve sanatçılar koruma nöbeti tutmaya başladı…
Erdoğan’ın Türkiye’sini seyredin; “Eski Türkiye değiliz artık” diye işaret ettiği Türkiye, böyle olayların ve doğa cinayetlerinin işlenmediği bir Türkiye idi; yeni Türkiye ise otorite zaafından neredeyse insan ve doğa mezbahası haline gelmek üzere…
* * *
Ağaç ve doğa düşmanı olduklarını gizlemek için ikide bir kentlerdeki yeşil alanların ne kadar çok olduğunu gösterenrakamlar veriyorlar. Biri bile inandırıcı değil. İstanbul’da halkın kullanabileceği yeşil alanlar rant alanları haline getirildi.
Çamlıca’daki yeşil alana bile cami yapıyorlar; yzeşil alanlar artık betonlaşma alanı…
Yeterli yeşil alan olsaydı, daha doğrusu yeşil alanları betonlaşmaya tahsis etmeselerdi herhalde Anadolu Yakası’nda denizi doldurarak yeşil alan kazanmaya kalkmazlardı…
Yaptıkları her şey baştan kara; hem propagandaya, hem ranta dönük ve mutlaka hesabı sorulması gereken tasarruflar cümlesinden…