1 Mayıs…
Pek çok ülkede işçi bayramı olarak kutlanıyor…
Lâfın gelişi, bizde de öyle…
Oysa biz bayramın tadını çıkarmıyor, cılkını çıkarıyoruz…
Kavga gürültüyle, itiş kakışla, cam çerçeve kırarak, kafa göz kırarak bayram mı kutlanır…
Kutlamayı saldırganlık haline getiriyoruz…
………………………… ……
Çok sık istihale geçirmiş bir bayramdır 1 Mayıs…
Çok sık istihale geçirmiş bir bayramdır 1 Mayıs…
Frenklerin “Metamorfizm” dedikleri “Başkalaşım” sürecine çok sık maruz kalmış bir bayram…
İçerisinde hangi milletin eli yok ki…
İcat eden Avustralyalı işçiler…
Taa 1800’lü yıllara gidiyor mazisi…
Bir dönem Amerkalılar el atmış; aynı yıllarda 1 Mayıs anlayışı Avrupa kıt’asına bulaşmış, komünistlerin elinde de anarşinin mayası haline getirilmiş ve Sovyet Rusya sahiplenmiş…
Rivayet muhtelif; Avustralyalı işçiler yanlış bilmiyorsam işçi bayramını nisan ayının galiba 20’sinden sonraki bir gününde kutlamış. Bu tarih giderek 1 Mayıs’a oturtulmuş; nasıl ve ne zaman onu hatırlayamıyorum…
………………………… ….
Bayram bizde ilk kez 1912’de ve sadece İstanbul’da kutlandı…
1935’de de işçi bayramı lâfı yerini “Bahar ve Çiçek Bayramı” lafına bıraktı…
1976 yılında ise sendikaların baskısı sonucu adı yeniden İşçi Bayramı‘na çevrildi…
Bir yıl sonra Taksim’de yapılan bayram kutlamasında otuzdan fazla yurttaş, çıkan olaylar sonucu hayatını kaybetti, yaralı sayısı ise saptanamadı…
Oradan geldik yakın tarihteki kutlamalara; genelde hepsi, ufak tefek de olsa olaylı yaşandı…
Kalabalıklara sızan anarşistler insanları tahrik edince kavga gürültü çıktı; yasa tanımazlar devlet güçleriyle çatıştı, kamu mallarına zarar verdi…
……………………… ……
Bu yıl, DİSK ve ona bağlı sendikalar 1 Mayıs kutlamalarını Taksim’de yapmakta musır davranıyor…
Hükûmet ise daha başında Taksim Meydanı için “Aklınıza bile getirmeyin” diyerek DİSK’i ve sendikaları uyardı. Sanıyorum meydanı, geçmişte yaşanan kanlı olayları dikkate alarak açmama kararı verdiler.
Evet, meydan mı yok?
Taksim’de ısrarın manası nedir kavramak zor; sendikalar meydanı, işçi hareketleriyle emekçiye ait hak ve özgürlüklerin dillendirildiği alan yani simge saydıklarını, bu nedenle Taksim’i istediklerini söylüyorlar ama dinleyen yok!
İlle de Taksim ısrarı insana, “İlle de olay” rahatsızlığı ve endişesi vermiyor mu!?
Türk-İş, Başkan Ergün Atalay‘ın sağduyulu kararı sonucu kutlama alanı olarak Kadıköy’ü seçmiş; yurttaşlar orada toplanacak, günün önem ve anlamını Kadıköy meydanında yaşayacak…
DİSK de Taksim’den başka bir alanda kutlama yapabilirdi…
Dileriz bu bayram da kazasız belasız geçer, üzücü olaylar yaşanmaz…
* * *
BEŞİR Atalay Newyork’ta bir konferansa katıldı ve konuşma yapmaya davet edildi…
Dinleyenler hayret verici bir konuşmaya tanık oldu…
Atalay’ın konuşmasından kısa bir bölümü buraya alıyorum, demiş ki:
–Biz, muhafazakâr ve demokrat ve milletin inancına, değerlerine önem veren bir partiyiz. Ama aynı zamanda demokratikleşmeyi en önemli misyon olarak gören bir partiyiz. Bunun ikisi bazen zor gibi olabilir. Hem muhafazakâr hem de toplumumuzun değişim beklentilerini de karşılayan devrimci bir parti olarak nitelenebiliriz. Biz kendimizi de öyle niteliyoruz zaten…”
Sosyolojik ve siyasal bir gerçeği söyleyim; muhafazakâr anlayış asla ve kat’a devrimci olamaz…
Bırakınız devrimci olmayı yenilikçi bile olamaz…
Aldıkları kararlar ve yaptıkları uygulama, kafalarında tecessüm ettirdikleri muhafazakârlık çerçevesine monte edilen yeni oluşumlardır ve tamamı anlayışlarını yaşatmaya yöneliktir ama gerçek anlamda devrimcilik filan değildir.
Dinleyenler bu ifadeye kim bilir ne kadar gülmüştür…
Ulu Önder Atatürk‘ün konuya ilişkin bir değerlendirmesi aklıma geldi. Atatürk bakın ne demişti:
-İdare-i maslahatçılar devrimci olamaz ama muhafazakâr hatta demokrat bile olur…
Ata’mız sanki AKP’nin bu anlayışını daha o gün görmüştü…
…………………………
Atalay, inandırıcı olmayan başka sözler de sarfetti. Şu değerlendirmeye bakınız:
–Çok ciddi bir paradigma değişikliği yapıldı. Otoriter devlet anlayışından demokratik devlet anlayışına geçilirken vatandaşa karşı tutumda çok daha toleranslı çok daha anlayışlı, kabul eden, dinleyen bir yeni yaklaşım yaşadık. Bu zor bir şey. Uzun süre terör yaşayan bir ülkede güvenlik-özgürlük dengesini kurmak hiç kolay değildir.
Lâf işte…
Ülkeyi, otoriter devlet anlayışından demokratik devlet anlayışına geçirmişler…
Vay maşalllah…
Sevsinler o “Ciddi paradigma” değişikliğini…
………………………..
Onun için mi hapishaneler düşünce özgürlüğünü savunanlarla dolu…
Askerler, bilim insanları, gazeteciler, öğrenciler, muhalifler onun için mi kafesteler…
Onun için mi medya baskı altında…
İnsanlar onun için mi fişleniyor, dinleniyor, takip ediliyor, işlerinden çıkarılıyor, hatta işkence görüyor…
Daha neleri sıralayalım…
Yurttaşlara anlamsız yere “Sıkıntı geçti, otoriter devletten demokratik devlete geçtik, yürüyelim arkadaşlar” diye komut verip marşlar söyleterek komik duruma mı düşelim…
………………………… ……..
Beşir Atalay bunları söyleyip zaten komik duruma düşmüştür; dileriz onun hali aklımızı başımıza getirir!