ÇANAKKALE‘deki bir askeri birliğimizde gece eğitimi sırasında bir tank mermisi patlamaya yol açtı ve 17 askerimiz muhtelif yerlerinden yaralanarak tedavi altına alındı…
Yaralılar arasında binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen ve astsubay rütbelerinde olan askerlerimiz de var, hepsi tedavi altına alındı, çok şükür can kaybı yaşanmadı…
Cuma sabahı erken saatte bilgisayarlara düşen haberlerden biri bu…
Bir diğeri ise Kütahya’dan geldi; orada mukim Çelikler Seyitömer Elektrik Üretim A.Ş. adlı kuruluşun işlettiği termik santralde çalışan işçilerin büyük bölümü, işten çıkarılan arkadaşlarının haklarını savunmak amacıyla eylem başlattı…
Dikkat ettim; haber portalları Çanakkale’de yaşanan talihsiz olayı ön plana taşımakta birbirleriyle yarıştı. Önce bu olaya ahlayıp vahladılar…
Elbet de bu kaza insana ah-vah dedirtiyor ama Kütahya’daki işçi yurttaşlarımızın hak aramak için sokağa dökülmesi ise hepimizi daha yüksek tonda ah ve vah çekmeye itiyor.
Haber portallarını yönetenler nedense ekmek için mücadele edenlerle vatani görevini yaparken talihsiz bir kazaya uğrayıp yaralanan askerlerimizi farklı noktalara taşımaya kalkmış…
Oysa ikisi de üzücü haber…
Yaralanan askerlere şefkatle yaklaşmak elbet de insana yakışır ama ekmeğinin peşine düşen işçilere kaş çatarak bakmak ve onları yasa dışı örgütün eylemcilerine benzetmek hiç yakışmaz…
Bu ayrıştırma çabasını fark edince şunu düşündüm; demek ki siyasal iktidar ötekileştirme, ayrıştırma, bölme ve gruplaştırma gibi “Ayran içtik ayrı düştük” anlayışını topluma yerleştirmeyi başarmış ki haberciler bile bu baskının altında ezilip kalmış…
Haberi yurttaşa ulaştırırken önem sırasına dikkat etmediğimizi ve yanlış sıralama yaptığımızı görüyoruz.
Gazetecilik mesleğinde, önemli haberin önemi daha az haberi kovacağı ilkesini bilmeyen haberci olur mu?
Habercilikte “Takdim-tehir” yani haber sıralamasını değiştirme anlamına gelen bir uygulama olduğunu da bu vesileyle hatırlatalım, bilmeyenlere de öğretmiş olalım…
* * *
HUZURSUZ bir toplum haline getirildik…
Sadece sosyal açıdan huzursuz değiliz; ekonomik gücü de bırakılmayan bir toplum olduk.
Piyasaların ne halde olduğunu görüyorsunuz; istikrardan yoksun bir para politikamız olduğunu da…
Şu faiz konusunda bile rastgele yöntemler ve yollar aramak zorunda bırakılıyoruz…
Başbakan yani siyasal irade, faizlerin aşağı çekilmesini istiyor ama MB’den önce ses çıkmıyor, ardından böyle bir operasyonun ortalığı allak bullak edeceği açıklanıyor.
Üçüncü aşaması da var olayın; MB dayanamıyor ve sonunda Başbakan’ın dediğini yapıyor, hooop faizler aşağı!
Oysa siyasal irade, ülkenin para politikasına âdeta keyfe keder müdahalede bulunamaz; bulunursa, ortada istikrar namına bir şey kalmaz…
Piyasalarımızda sıkça yaşanan ve ekonomik hayatı sarsan temel neden işte bu!
Bu, Amerika Birleşik Devletleri’nde de böyledir, Comoros’da da…
Parayla oynanmaz; ekonomik koşullar, izlenecek para politikalarını saptamayı sağlar. Koşulların dışındaki politikaları ön plana çıkarmak da ülkeleri bozar!
Tıpkı çiçek bozuğu sırıtık bir yüzün delikanlılığı bozduğu gibi!
* * *
KISA adı MİT Yasası…
Uzun adı ise “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 15 Maddelik Kanun”…
Tasarı sonunda, Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı.
Uzun tartışmalara, hatta yumruklaşmalara yol açan müzakereler süresince muhalefetin konuya ilişkin hiçbir önerisi ve öngörüsü dikkate alınmadı. Tasarı âdeta AKP’nin dayatması halinde çıktı…
15 maddelik bu yasa, hukukçulara göre demokratik ve özgürlükçü anlayışa zıt düşen çok hüküm içeriyor…
Mesela en önemlilerinden biri ankesörlü telefonların bile dinlenebileceğinin hükme bağlanması…
Ankesörlü telefonlar bildiğiniz gibi sokaklara konulan ve her yurttaşın ücreti karşılığı kullandığı telefonlar. Bu telefonlardan sadece yurttaşlar değil ülkemize gelen yabancılar ve turistler de yararlanabiliyor. İşte bu cihazlar da artık dinlemeye alınacak. Tam bir insan hakları ihlali…
Bireyin ev ve cep telefonunu, hatta iş yerindeki görüşmelerini dinlemeye almak iktidarı kesmiyor anlaşılan…
Ankesörlü telefonlara da göz dikmeleri bundan olmalı…
Demokrasiyi özümsemiş ve siyasal hayatını demokratik kurumlar sayesinde ayakta tutan, insan haklarına saygılı ülkelerde, umuma açık telefonlar acaba dinleniyor mu?
Bizde siyasal iradeler bu gidişle neredeyse umuma açık helâlarda bile, ahali nasıl yestehliyor diye merak edebilir ve kainatın kıçının kâhyası kesilebilir.
Türkiye burası; insan kuburla siyasal iradeyi karıştırırsa kimse kusura bakmasın!
* * *
VAKTİYLE söyledik, dinletemedik…
“MİT’in teröristle masaya oturması yanlış” dedik…
Yetinmedik, “Kuruluşun yasasında böyle bir görev yok” kaydı da düştük…
Münafık olduk…
Yanıt verdiler, “MİT görüşebilir” dediler.
“Zaten teröristle hükûmet olarak görüşmüyoruz ki, devlet adına MİT görüşüyor” lâfını ahaliye yutturma yoluna saptılar…
Oysa MİT’i teröristle Oslo’dan başayarak Kandil’e kadar her zeminde görüşmeye yönlendiren talimatın başbakan tarafından verildiği ortaya çıktı. Yoksa yanlış mı hatırlıyorum; Tayyip Bey “Ben talimat verdim” dememiş miydi!?
Şimdi ne oldu?
MİT’e yeni yasayla içeride ve dışarıda, yerli ve yabancı her türlü kurum, kuruluş, örgüt, oluşum ya da kişilerle doğrudan ilişki kurabilme yetkisi verildi.
Demek ki bizim “MİT’in böyle görevleri yok” diye haykırdığımızda ne kadar haklı olduğumuz, şimdi görülüyor. Bu kurumu yetkileri dışında ve yasaya rağmen talimatla teröristle pazarlığa sevkeden ağız, alenen ifade ediyorum, o günlerde birçok yasanın yanı sıra MİT yasasını da çiğnemiştir.
Allah taksiratını affetsin!