TERZİSİNİ değiştirmiş olmalı; giydiği koyu renkli takım elbisenin dikiş yerleri buruşmuş, kumaşı da belli ki ütü tutmamıştı…
Üstelik ceket de sırtına tam oturmamıştı…
Kanatlarını açıp inişe geçmiş kuş gibiydi; ceketi neredeyse üzerinden çıkacak hal almıştı…
Kahvenin girişindeki masada oturan biri bana dönüp dışarıda oturan adamı göstererek seslendi:
–Evkaftan emekli Şerafettin Bey, üç buçuk liralık emekli maaşıyla daha kaliteli kumaştan üretilmiş bir takım giyiyor, bunun hali ne böyle…
Ne dışarıdaki adamı tanıyorum, ne Şerafettin Bey’i…
Tanımadığım insanları nasıl kıyaslayıp yanıt vereyim, vermedim…
Örneği veren adama da kızdım…
Bilmiyor demek ki…
İnsan vardır üzerinde doğru dürüst elbise yoktur, elbise vardır içinde doğru dürüst insan yoktur…
Bu adam da, bu tanıma girenlerden biri olmalı…
Örneği veren adama da kızdım…
Bilmiyor demek ki…
İnsan vardır üzerinde doğru dürüst elbise yoktur, elbise vardır içinde doğru dürüst insan yoktur…
Bu adam da, bu tanıma girenlerden biri olmalı…
“Sana ne be adam” diye mırıldandım…
Çok kızmıştım, kalktım, yürüdüm gittim…
Çok kızmıştım, kalktım, yürüdüm gittim…
……………………… …
Ne alâka diyeceksiniz…
Erdoğan‘ı yazlık kumaştan üretilmiş mavi takım elbisesiyle görünce vaktiyle yazdığım “Duvarların dibi” adlı hikâye aklıma geldi…
Şerafettin Bey de…
O hikâyede sıfatı ve parasal gücü yüksek olan insanların kompleksleriyle, dar gelirli insanların hayata bakışını ve eğer kompleks diyebilirseniz alışkanlıklarını kıyaslamıştım….
“Ne alâka” sorunuza yanıt veriyorum:
Erdoğan‘ı yazlık kumaştan üretilmiş mavi takım elbisesiyle görünce vaktiyle yazdığım “Duvarların dibi” adlı hikâye aklıma geldi…
Şerafettin Bey de…
O hikâyede sıfatı ve parasal gücü yüksek olan insanların kompleksleriyle, dar gelirli insanların hayata bakışını ve eğer kompleks diyebilirseniz alışkanlıklarını kıyaslamıştım….
“Ne alâka” sorunuza yanıt veriyorum:
-İşte bu alâka…
İyi ve şık giyinen Başbakan’ımıza sırtındaki yazlık kıyafet de, birçok şey gibi yakışmamıştı…
………………………… ..
Erdoğan‘a yakışmayan o kadar çok şey var ki…
Bozuk Türkçesi, tahsiline yakışmıyor…
Tehdit içeren tavrı, nezaketine yakışmıyor…
Argo ve kaba benzetmeler yapmak, inceliğine yakışmıyor…
Terslenme ve kinlenme, şefkatli görüntüsüne yakışmıyor…
Hilâf-ı hakikat sözleri, dürüstlüğüne yakışmıyor…
Kin ve nefret, itikatına yakışmıyor…
Yolsuzluk yapanlara sesini çıkarmaması, adalet anlayışına yakışmıyor…
Tek adamı oynamak, demokratlığına yakışmıyor…
Ağaç düşmanı iktidarın başı olmak, çevreci anlayışına yakışmıyor…
Velhasılı kelâm, ilk yıllarda yakışıyordu ama artık başbakanlık da yakışmıyor…
* * *
HUKUKUN üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını hatırlatan ve başta iktidar olmak üzere herkesin elini yargının üzerinden çekmesi gerektiğini lisan-ı münasiple söyleyen Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç‘a ateş püskürüyorlar…
Kim bunlar?
İktidar mensupları…
Oysa bu iktidar, başından beri kuvvetler ayrılığına, dolayısıyla yargıya da saygılı görünüyordu. Siyasal hevesler artınca ve kuvvetler ayrılığını reddiye hortlayınca, ortalıkta ne hukukun üstünlüğünü bıraktılar ne yargının bağımsızlığını…
Referandumla sözde yargı reformu yaptılar…
Oysa reform yapmadılar, mevcut formu bozdular, deforme ettiler…
Şimdi acısını çekiyorlar; yargı ise üzerindeki oyunlara rağmen kişiliğinden ve ilkelerinden kopmadı, zamanı gelince de tavrını koydu…
Bu görevi de en tepedeki yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla Haşim Kılıç yerine getirdi.
Fena mı yaptı!?
………………………… .
Savcı ve yargıçları “paralel devlet” vehmine perçinlemeye kalkan, bu iddiaya dayanarak temelinde hukuk bulunmayan kararlarla oradan oraya atayan, iktidarın hoşuna gitmeyen soruşturma ve dava açma görevini üstlenen savcıları ve yargııçları süren, polisleri sık aralıkla görev yerlerinden alıp başka yerlere veren iktidar anlayışı, elbet de hukukun üstünlüğüne “tu kaka” diyecektir…
Zira hukuk, yaptıkları bütün bu işlere dur diyecek bir hak kapısıdır…
……………………… …
Paralel devletten yakınıyorlar, çetelerden yakınıyorlar, hainlerden yakınıyorlar…
İnsanların hak aramasını devlete karşı işlenmiş suç diye ilan ediyorlar…
İthamlarını, tehditlerini, karalamalarını, yalanlarını buradan tekrarlayacak değilim…
Yalnız şu kadarını söyleyelim; bahse konu çetelerden birini, mesela yolsuzluk çetesini bile ortadan kaldırmaya güçleri yetmiyor…
12 yıldan bu yana şikâyet konusu olan çarpıklıklar yaşanırken AKP iktidarı cemaatle el ele, kol kola, göz göze, diz dize değil miydi!?
Bütün yamuk işleri birlikte yaptılar; telefonları da dinlediler, düzmece kaset de hazırladılar, CD bile ürettiler.
İnsanları birlikte fişlediler; Hafiyesi Mahmut tipli suratsızları aydınların peşine taktılar, Abdülhamit jurnalciliğiniüstlendiler, güvenlik güçlerini istedikleri yönde kullandılar, askere kumpas kurulmasına ses çıkarmadılar, aksine alkış tuttular…
Şimdi nasıl bunları yapanların yakalarına yapışsınlar…
…………………………
Bütün bunlar, hatta buradan sayamadığımız yamukluklar, hukuku ve yasaları çiğnemeler, demokrasiden uzaklaşmaya başlama gayretleri, baskıcı ve şiddet içeren uygulamalar karşısında insanlar elbet de daha fazla sessiz kalamazdı…
Haşim Kılıç‘ı bu sessizliği bozduğu ve insanları -AKP’ye oy vermiş seçmenler dahil- kötü gidişi göstererek uyardığı için siyaset yapmakla suçladılar…
Milli irade‘nin üzerinde hiçbir kuvvet olamaz diye karşı çıkanlar, bu ifadeleriyle bir toplumun iradesinin üzerinde öncelikle hukukun üstünlüğü ilkesinin bulunduğunu hâlâ öğrenememiş olduklarını gösteriyorlar….
Ya da bu gerçeği kabullenmek işlerine gelmiyor…
Bir toplumun çağdaş normlara uygun olarak, özgür ve bağımsız, demokratik ve beşeri değerlerle dolu asude bir hayat sürmesi için öncelikle hukuk gerekiyor.
O yoksa, toplumda hiçbir beşeri güzellik yok demektir!