TÜRKİYE, dünyanın en mutsuz ülkesi ilân edildi.
OECD tarafından 60 bin yurttaşımıza mutlu olup olmadığı soruldu ve ortaya çıkan rakam yurttaşlarımızın büyük çoğunluğunun mutsuz olduğunu gösterdi…
Dünyada tam 197 ülke var, biz hepsini geride bıraktık ve mutsuzluk tahtına kıçımızı yerleştirdik…
Oturduğumuz yerden kalkmaya niyetimiz de yok…
……………………..
Yurttaşlarımız mutsuz ama mutsuz olmamızdan dolayı da başımızdaki iktidar mutlu…
Ters orantılı bir durum…
Mensupları bunu her halleriyle, söylemleriyle ve eylemleriyle belli ediyor..
En mutlu olan ise iktidarın başında bulunan muhterem…
Çankaya yokuşunu soluğu tıkanmadan çıkacağını sanıyor ya, mutluluk daha şimdiden yüzünden okunuyor…
………………………
Toplumu mutsuz kılan o kadar çok sebep var ki…
Birincisi ekonomi…
Ekonomi berbat durumda; üretim az, tüketim çok…
Cari açık muazzam (!); ihracat- ithalat dengesi bozuk, faizler yüksek…
İflaslardan geçilmiyor; pahalılık, işsizlik ve açlık almış başını gidiyor. Ücretler düşük, yoksulluk sınırı neredeyse dört bin lira düzeyinde, açlık sınırı ise iki bin liraya dayandı…
Kişi başına düşen milli gelir 10 bin liranın üzerinde gösteriliyor; yalan, safsata, gerçek rakamı saklıyorlar!
Amaçları yurttaşları hayali rakamlarla uyutmak; asıl haşhaşilik işte bu!
…………………………
İkinci temel neden asayişsizlik…
Ülkemizde maalesef kimsenin can ve mal emniyeti kalmadı…
Adi suçlardan siyasal eylemlere ve terörist saldırılarına kadar topluca işlenen suçlar karşısında devlet güçlerinin duramaması, taşkınlıklara engel olamaması ve güvenliği sağlayamaması birinci tehlike haline geldi…
İnsanlar ya polis tarafından darp edilmekten ve kazara (!) öldürülmekten korkuyor, ya da eylemciler tarafından yaralanıp berelenmekten….
Tam bir kaos…
İktidar ve devlet ise gücünü yitirmiş olduğundan bu kargaşayı ancak seyrediyor…
Böyle bir ortamdan kim “Mutlu” olduğunu söyleyebilir; siz söyleyebilir misiniz!
…………………………
Yurttaş sadece bozuk ekonomi ve asayişsizlik yüzünden mutsuz değil ki; yargıdan da umudunu kesmiş durumda…
Yargıda iki ayrı anlayışı karşı karşıya getiren iktidar, mekanizmanın ağır aksak çalışmasına, dolayısıyla adaletin zamanında ve yerinde gerçekleşmesine de engel olmakta…
Yargı tarihine geçecek yanlışlarla ve kasıtlarla dolu olarak görülen davalar, kumpaslar, düzmece deliller, montaj kasetler, demokratik olmayan bakış açıları ve işletilmeyen yargı mekanizmaları yurttaşlar için varlığı reddedilen malzemeler olarak güvensizliği yaygın hale getiriyor.
Bir ülkede ekonomi, asayiş ve yargı üçgeni kırık çizgilerden oluşursa, o ülkede insanların mutsuz olmaları kaçınılmaz ruh hali olarak ortaya çıkar…
(Bkz: Türkiye)
………………………
Sadece bu üçgen değil ki bizi mutsuz kılan…
Evrensel hukukun yerine kendi ürettiği hukuka uygun anlayışları ve uygulamaları üstlenen iktidar eğitim, sağlık ve ulaşım üçgeninde de ne kadar çarpıklık, yamukluk, eğrilik varsa hepsini üstlenerek yurttaşları tık nefes haline getiriyor.
Bu durumda nasıl ve neyi sahiplenerek mutlu olabiliriz ki!
Evimize koşuyoruz; kapılarımızı pencerelerimizi kapatıp ev halimizle ve sevdiklerimizle mutlu olmaya çalışıyoruz.
Umudumuzu yitirmiş değiliz; mutluluğu, gelecek güzel günlerin olduğunu düşünerek içimize hapsediyoruz…
Tamamen kaçmasın diye!
Şimdilik…
* * *
TÜRKİYE sadece mutsuzluk şampiyonu değil; basın özgürlüğü olmayan ülkelerin de başındayız…
Bir şampiyonluğumuz da bu dalda…
Rakipsiziz…
197 ülke sıralamasında özgürlük söz konusu olunca “Bizde var” diyemiyoruz; o olmadığı için de basın özgürlüğü konusunda 134’üncü ülke durumuna düşüyoruz.
Yani Türk basını özgür değil; baskı altında, ülkede iktidarın gizlemeyi becerdiği bir sansür var.
Bunu, basının büyük kısmını besleyip yandaş yaparak sürdürüyorlar…
Geri kalanı da baskı altında tutuyorlar, o kişi ve kurumları basın saymıyorlar, gazetecilerin habercilik yapmalarını engelliyorlar…
Avrupa’da 42 ülke var; özetle ifade edelim, basının özgür olmadığı tek ülkeyiz…
Putin‘in Rusyası bile bizden iyi…
Orada basın, bize orianla kısmen özgür!
……………………….
Basını özgür olmayan ülkede demokrasiden bahsedilemez; çünkü orada demokratik haklar yoktur, serbest yazamaz ve konuşamazsınız…
Diyelim ki yazdınız konuştunuz; ya kovulursunuz, ya içeri atılırsınız…
(Bkz: Türkiye)
* * *
KONU dışı ama güncel…
700 bin liralık saat konusu gündemden bir türlü düşmüyor…
Rüşvet konusu gibi, saat konusu da dillere persenk oldu…
……………………….
Zafer Çağlayan saati ilk kez on yaşlarında koluna takmış; ilkokula gittiği yıllarda, olsa olsa on yaşında olmalı…
O günden itibaren kol saatine merak sarmış; tıpkı rahmetli gazeteci yazar Vecdi Bürün ve Mehmet Ali Birand gibi… İkisi de saat meraklısıydı, her gün farklı bir saati kollarına takarlardı. Ancak Vecdi Bürün sol koluna, Mehmet Ali Birand sağ koluna…
Zafer Çağlayan‘ın galiba yüzük ve kol düğmesi merakı da var…
Kim bilir kimlerden hediye olarak yüzük ve kol düğmesi almıştır…
Merak ettim şimdi, kravat iğnesi merakı da var mıydı!
Rahmetli oldu, mahallemizde Yavuz adında “Canbaba” diye çağırdığımız bir arkadaşımız vardı; bu deyişi pek sık kullanırdı, derdi ki:
-İnsanın başına ne gelirse ya meraktan gelir ya taraktan…
Doğru çıktı…
Şu saat merakı Zafer Bey’in başına bakın ne dertler açtı!